Soykırımdan kurtulan bir ailenin Diyarbakır’da dünyaya gelen, rahip olmak için gittiği Surp Haç Tıbrevank Lisesi’nden tiyatrocu olarak çıkan ve İngiltere’ye göç ettikten sonra Royal Shakespeare Company, Global gibi dünyaca ünlü sahnelerde oynamış bir isim Kevork Malikyan. 50. sanat yılını kutlayan Malikyan’ın biyografisini konu edinen ‘Aktör Dediğin Nedir ki’, Aras Yayıncılık tarafından 13 Ekim’de yayımlandı. Malikyan’ın hayat hikâyesinin, geçmişinden günümüze fotoğraflarının ve kendisiyle yapılan nehir söyleşilerin bulunduğu kitabı, yazarı Tuğba Esen’le konuştuk.
Kevork Malikyan’la yolunuz nasıl kesişti? Biyografisini kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz?
Malikyan’la, Aras Yayıncılık’ın yayın yönetmeni Rober Koptaş sayesinde tanıştık, ilk buluşmamız da yayınevinin ofisinde oldu. Kitabı yazmaya karar vermeden önce daha çok, “Ben bu işin altından kalkabilir miyim?” diye düşündüm aslında. Malikyan’ın sıra dışı yaşamöyküsünün kesinlikle yazılması gerekiyordu. Soykırımdan şans eseri kurtulmuş bir anneyle babanın çocuğu olarak Diyarbakır’da dünyaya gelmiş, maddi imkânsızlıklar içerisinde geçen çocukluk yıllarının ve ailesinin geçmişinin izlerini yaşamı boyunca üzerinde taşımış, o dönem yeni açılan Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nde okumak üzere İstanbul’a gitmesiyle hayatı değişmiş, rahip olmaya hazırlanırken kendini tiyatro sahnesinde bulmuş bir adamdan bahsediyoruz... Onun hikâyesinin insana hem yakın ve tanıdık hem de olağanüstü gelen yönleri vardı. Steven Spielberg, Alan Parker, Ridley Scott, Fatih Akın, Reha Erdem gibi yönetmenlerin önemli yapımlarında yer almış, Harrison Ford, Roger Moore, Hugh Laurie, Dustin Hoffman, Christian Bale gibi yıldızlarla birlikte kamera karşısına geçmiş, İngiltere’nin Royal Shakespeare Company, National Theatre, Globe gibi köklü tiyatro kurumlarının sahnelerine defalarca çıkmış bu oyuncunun yaşamöyküsünü biricik kılan bir sürü unsur söz konusuydu. Onun hem Türkiyeli bir Ermeni olarak yaşadıklarını, hem de oyunculuk mesleğine dair deneyimlerini ve kendi geliştirdiği yöntemleri anlatmak gerekiyordu. Malikyan’ın oynadığı filmleri yeniden ve peş peşe izleyerek geçirdiğim bir hafta sonrasında, Koptaş’ın da cesaretlendirmesiyle bunu yapabileceğime ikna oldum ve iki yılı aşkın bir süre önce kitap üzerinde çalışmaya başladım.
Malikyan, Türkiye’ye döndüğünden beri birçok dizi ve filmde rol aldı. Tüm bu çekim süreçleri vs. hem zaman, hem de içerik anlamında kitabı nasıl etkiledi?
Malikyan’la kitap için görüşmelerimize 2015’te, onun Türkiye’de yaşadığı dönemde başladık. Bu yüzden de yerli tiyatro, sinema ve dizi piyasasıyla ilgili anı, deneyim, gözlem ve görüşleri kitapta önemli bir yer tutuyor. Seneler sonra Londra’dan ayrılıp yeniden İstanbul’a taşındığı 2011’den itibaren İlksen Başarır, Onur Tan, Cemal Şan’ın yönettiği dizi projelerinde çalıştı. Oyun Atölyesi’nin ‘Antonius ile Kleopatra’ oyununda, Mahmut Fazıl Coşkun’un ‘Yozgat Blues’, Lusin Dink’in ‘Saroyan Ülkesi’, Reha Erdem’in ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’, Hakan Algül’ün ‘Niyazi Gül Dörtnala’, Sermiyan Midyat’ın ‘Ay Lav Yu Tuu’ filmlerinde rol aldı. Bu sırada uluslararası yapımlarda yer almaya da devam etti. Ayrıca, 1915’te Ermeni halkının yaşadıklarını anlatan iki filmde, Fatih Akın’ın yönettiği ‘Kesik’te ve Terry George’un yönettiği ‘The Promise’te oynadı.
Bu döneme dair konuştuklarımızın en önemli tarafı, Malikyan’ın Türkiye’deki çalışma koşullarına ve yöntemlerine içeriden ve haklı eleştiriler getiriyor olması. 50 yıl boyunca İngiltere’de ve diğer batı ülkelerinde televizyon, sinema ve tiyatro yapımlarında yer almış deneyimli bir oyuncunun, kendi ülkesinde ilk kez profesyonel oyunculuk yapmaya başladıktan sonra karşılaştığı uygulamalardan duyduğu şaşkınlığa tanık oluyoruz. Böylece bazı kanıksanmış ve normalleştirilmiş şartların değiştirilebileceği fikri de doğuyor.
Tabii bir de yeniden Türkiye’de Ermeni olmayı deneyimliyor Malikyan. Ana akım medyanın, siyasilerin ve halkın diline yerleşmiş nefret söylemleriyle yeniden yüzleşiyor. Bu da ona ağır geliyor.