Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, tarihi bir karara imza atarak balıkçılıkla ilgili hayati düzenlemeler önerdi. Kıyı balıkçılığını koruyan önemli değişiklikler yapılırken endüstriyel balıkçılar da karşı atakta. Geleneksel Balıkçılık Yaşatma Derneği’nin kurucularından Kenan Kedikli, sivil toplumu deniz canlılarını korumak için yardıma çağırıyor.
Bu sefer büyük balık küçük balığı yemesin
Yeni yönetmelik Adalar’ı gırgır ve trole kapatıyor. Endüstriyel balıkçılar ise denizlerdeki yaşamı kurtaracak değişikliğe karşı çıkıyor
FATİH GÖKHAN DİLER
fgdiler@agos.com.tr
|
Fotoğraflar: Berge Arabian galeri için tıklayın |
Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, 20 Haziran’da toplanan danışma kurulunda, tarihi ve cesur bir karara imza atarak sürdürülebilir balıkçılık konusunda dikkat çekici düzenlemeler önerdi. Yeni düzenlemede, “İstanbul Adalar bölgesinin gırgır ve çevirme ağları ile avcılığa kapatılması”, “Endüstriyel avcılığın 30 metreden sığ sularda yasaklanması” ve “Bazı balık türlerinin avlanma boylarının yükseltilmesi” gibi hayati önemde maddeler var. Ancak, düzenlemenin yasalaşması sürecinde sıkıntılar yaşanıyor. Endüstriyel avcı grupları mevcut durumun devam etmesi için siyasi baskı uygulamaya çalışıyorlar. Buna karşı destek toplamak amacıyla imza kampanyası başlatan ‘Geleneksel Balıkçılık Yaşatma Derneği’nin kurucularından Kenan Kedikli ile, yeni düzenlemeyi ve balıkçılığın geleceğini konuştuk.
• 20 Haziran’da sunulan öneri ne anlama geliyor?
20 Haziran’da devlet, balıkçılık sektörünü değiştirecek bir öneriyle geldi. “Bizim balıkçılık trenimiz raydan çıkmış” dedi ve ilk defa bu treni alıp rayın üzerine oturttu. Ama tabii treni yürür hale getirmek gerekiyor; sadece raya oturtmak yetmiyor. Oturttu derken yasallaşmış bir durum da yok, ama irade gösterdi; bu büyük bir devrim. Esasen bugüne kadar, balıkçılık açısından her sene bir önceki seneye göre daha kötü durumda oluyordu. Fakat son dört senedir başlayan, değişik bir üslubu olan bir mücadele var ve bu mücadele sivil toplumla da buluştu. ‘Slow Food’ - Fikir Sahibi Damaklar’ın yavru lüfer avına karşı hareketi vardı. Greenpeace’in “Seninki kaç santim?” sloganı altında yavru balık avlanmasına karşı kampanyası vardı. Cumhuriyet tarihinin en büyük kampanyasıdır bu, 600 bin imza toplandı. Dört senedir ezber bozmaya çalışıyorduk, insanlar artık şunun farkında; denizleri kaybediyoruz, canlı sucul kaynakları kaybediyoruz.
Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün danışma kurulundaki önerisi radikal sayılabilecek bir öneri. Bana kalırsa Genel Müdürlük ilk defa ortaya böyle bir irade koydu. Daha önce hep zaman kazanmak için verilen kararlar vardı. Bu son karar kurucusu olduğum Geleneksel Balıkçılığı Koruma Derneği de dâhil birçok sivil toplum kuruluşunda heyecan yarattı. Fakat bir yandan da bu ülkenin gerçekleri var. Türkiye’de kontrolsüz bir şekilde büyümüş bir av filosu var, onlar bu önerilere şiddetle karşı çıkıyorlar; siyasi ilişkileri var, ekonomik güçleri, lobi kuvvetleri gelişmiş ve bu kararları engellemek için büyük çaba sarf ediyorlar.
• Siz endüstriyel avlanmaya tamamen karşı mısınız?
Biz endüstriyel avcılığa toptan karşı değiliz. Örneğin hamsiyi geleneksel yöntemlerle bu kadar yüksek tonajlarda avlayamayız. Ama bizim anlatmak istediğimiz şu; endüstriyel avlanma yöntemleriyle kıyılarda avlanmaya karşıyız. Açıkçası, böyle devam ederse biz tamamen balıkları kaybedeceğiz, devasa bir filo hiç iş yapamaz hale gelecek. Kıyıda küçük ölçekli balıkçılık da bitecek. Genel Müdürlüğün yaptığı doğru bir tespitti. Derinlik sınırlamasını 30 metre olarak tespit ettiler; biz 50 metre olması gerektiğini savunuyoruz. Bu konuda bizim bir ölçümüz var. Güneş ışığının değdiği noktaya kadar endüstriyel balıkçılığın yapılmaması lazım. Genel Müdürlüğün 30 metre önerisini de radikal bir girişim olarak görüyoruz, hele bir 30 metre uygulansın, olumlu sonuçları görülsün, o zaman hem Genel Müdürlük cesaret kazanacak, hem de kamuoyu desteği artacak.
• Endüstriyel balıkçılığın kıyı balıkçılığından farkı ne?
Yapısal bir fark var; geleneksel balıkçılık günlük veya haftalık hedefleri olan kıyı toplumları için bir gıda ve geçim kaynağıdır. Endüstriyel avcılık ise bir sermaye birikim modeli. Onlar için bu geçim kaynağı değildir. Bugün bir endüstriyel avcı gemisi için, bir milyon dolardan başlayıp 5 - 6 milyon dolarlara giden av donanımlarından bahsediyoruz. Aslında bu sistem endüstriyel avcılık filosunun tabanının da yok olmasına sebep oldu; balıkçılığın iyi gittiğini söylediğimiz senelerde bile bu tabanın yüzde 20’si zarar eder, yüzde 50’si başa baş kalır, yüzde 30’u para kazanır. Ama endüstriyel avcı filomuzun öyle bir yüzde 10’luk bölümü vardır ki; balıkçılık kötü de gitse iyi de gitse hep kâr ederler. Bu süreçten fayda sağlayan kesim, kendi tabanlarını da bir anlamda kendi çıkarları doğrultusunda bir ideolojik hegemonya altına alıyor.
• Kullandıkları araçlar neler?
Biri trol, diğeri gırgır. Bizim mevzuatımız bu teknelerle 11 metreden itibaren avlanma izni veriyor. Gırgır, dairesel bir şekilde çok geniş alanlarda dip taraması yapıyor, balık ve bitki yaşamını yok ediyor ve ağdaki göz açıklıkları nedeniyle de her boyda balık avladığı için çok fazla miktarda hedef dışı avlanma yapıyor. Balıkların yuvaladığı ve yumurtladığı alanlara zarar veriyor.
• Kıyı balıkçılığı zararsız mı?
Geleneksel kıyı balıkçılığının önemi şurada; kullandığımız araç gereç ve av metotları ekosistemle barışıktır, bu yöntemlerle istediğimiz boyda istediğimiz türde balık tutarız. Hedef dışı av oranı neredeyse yok denecek düzeydedir ve deniz tabanını da tahrip etmeyiz. Denizlerimizin en hassas alanları kıyı alanlarıdır. Buralarda güneşin ışınlarının deniz tabanına erişimi nedeniyle, gerek bitkisel gerek hayvansal yaşamın en yoğun olduğu bölgedir ve bu canlılar günümüz av araçlarının baskısıyla zarar görüyor. Sadece deniz ekosistemi değil, ayrıca onun üstünden varlığını sürdüren kıyı balıkçılığı da zarar görüyor.
• Denizle kıyı balıkçılığının geleceği birbirine bağlı...
Evet, aslında geleneksel kıyı balıkçılığının geleceği ile kıyı ekosistemi ve balık stokumuzun geleceğinin kesiştiği bir döneme girdik. Kendimizi korumak için zaten denizi kıyılarını korumak gerektiğini fark ettik; bu yüzden yalın bir hak paylaşımı kavgası vermiyoruz, önemli olan kıyıları korumaktır, önemli olan canlı sucul kaynakların sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Deniz mahsulleri en sağlıklı ve en ucuz gıdadır her zaman. Çünkü biz balıkların üremesi için bir yatırım yapmayız, sadece doğru yönetmemiz yeterlidir, yani denizden ne kadar balık alacağımızı iyi belirlememiz gerekir. Bu sadece küçük balıkçıları ilgilendiren bir konu değil. Gıda, dördüncü büyük stratejik sektör oldu dünyada. Bu konuda çok şanslı bir ülkeyiz. 8 bin kilometre kıyı şeridi ve resmi kayıtlarda 600 bin ton gözükse de, aslında bir milyon ton civarı sucul üretimi var. Fakat biz bu kaynağı cumhuriyet tarihi boyunca çok kötü kullandık. Denizleri kaybetmek fabrika kaybetmeye benzemez. Orada her şeyi yerine koyabiliriz, ama sucul kaynakları yerine koyamayız.
• Endüstriyel avcılık yapanlarla görüştünüz mü?
Onlar bu mücadeleyi savaşa çevirmeye hevesli. Devlete de baskı yaparak bu mevzuatın değişmesini engellemek istiyorlar. Biz danışma kurulu toplantısından önce STK’larla birlikte balıkçılık sorunlarında acil çözüm çağrısı deklarasyonunu yayımladık. Bu örgütler, Greenpeace Akdeniz, WWF Türkiye, SAD-AFAG (Sualtı Araştırmaları Derneği-Akdeniz Foku Araştırma Grubu) ve Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği. Danışma kurulundan sonra da bir imza kampanyası başlattık. Buna da balıkçılık camiasından ve kamuoyundan yoğun ilgi oldu.
• Sizi rahatsız ediyorlar mı?
Ediyorlar. Bu aralar denizde değiller, zaten avlanma yasağı var onlara. Ama kulübelerden edilen isimsiz telefonlar, küfürler, tehditler… Biz direniyoruz, ne olursa olsun bir balıkçıyı dava etmek istemiyoruz ama bize de yapacak bir şey kalmıyor. Gidişat iyi değil aslında. “Ne pahasına olursa olsun engelleyeceğiz biz bu işi” diyerek yola çıktılar. Engellemenin yolu olarak da susturmayı görüyorlar. Önemsemiyoruz ama bir yandan da önümüzdeki sezon başladığında denizde çatışma potansiyeli var. Devletin de gerekli önlemleri alması gerekir. Denizlerde bir çatışma ortamı yaratmanın kimseye faydası yok, en büyük zararı da endüstriyel avcılar görür. Umarım işi buralara getirmezler.
• Yöredekilerden destek görüyor musunuz?
Kendi yerimiz olan Adalar’ın önemi, endüstriyel avcılığa kapatılması, yeni bir tartışma değil. 20 yıllık bir tarihi var. Belediyenin girişimiyle bir-iki yıllık bir kapatılma dönemi de vardır. Bu kapatma döneminin olumlu sonuçları da ortadadır. Biz bugün aslında ada kooperatiflerine ulaşıp bilgilendirmek istiyoruz. Ankara’da olan biten her şey bilinmiyor buralarda. Bu gelişmelerden balıkçı camiasının yüzde 10’u, kıyı toplumlarının ise ancak yüzde 5’i haberdardır. Bu durum, bir-iki haftada netleşecek. Keşke kıyılarda yaşayanlar bunda belirleyici olsaydı. Bu sesi yükseltebilecek bir desteğe ihtiyacımız var. Sivil toplum dayanışması kıyı balıkçılığını ve deniz yaşamını kurtarabilecek yegâne şeydir.
Kıyı balıkçılığını geliştirmek denizleri kurtarmanın tek yolu
• Geleneksel kıyı balıkçılığı ve endüstriyel avcılık nedir?
Kıyı balıkçılığı 12 metreden küçük teknelerle, geleneksel araç gereçler kullanılarak gerçekleştirilir. Emek yoğun karakteri sonucu sınırlı makine gücüne ve düşük miktarda enerjiye gereksinim duyar. Küçük ölçekli kıyı balıkçılığı, doğru bilimsel metotlar ile desteklenmesi halinde yüzyıllar boyunca sudaki yaşama zarar vermeden varlığını devam ettirebilir ve deniz ekosistemi içinde tahribata neden olmaz.
Endüstriyel avcılık, trol ve gırgır adı verilen gelişmiş teknelerle yapılır. Gırgır tekneleri geniş alanlarda dip taraması yapar ve her boyda balık avlayabilir. Türkiye’de ticari av ruhsatı olan tekne sayısı 20 bin ve bunlardan 2 bin tanesi trol ve gırgır teknesi. 18 bin teknenin toplam avdan aldığı pay yüzde 10 iken, 2 bin endüstriyel teknenin aldığı pay yüzde 90. Bu durum AB’de yüzde 20-25 civarında. Endüstriyel sektör bir ton yakıt başına 1-2 ton balık avlarken, geleneksel balıkçılık bir ton yakıtla 4-8 ton balık avlıyor. Kıyı balıkçılığında hedef dışı avcılık sıfıra yakınken, endüstriyel avcılıkta bu rakam yaklaşık yüzde 20.