Görme biçimleri ve ‘özgürleşen seyirci’

Arter, bugünlerde, Ocak ayında kaybettiğimiz John Berger’in ‘Görme Biçimleri’ adlı eserinden ilham alan bir sergiye ev sahipliği yapıyor.

Arter, bugünlerde, Ocak ayında kaybettiğimiz John Berger’in ‘Görme Biçimleri’ adlı eserinden ilham alan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Montblanc Kültür Vakfı’nın eşbaşkanları ve multidisipliner küratöryal platform Art Reoriented’in kurucuları Sam Bardaouil ile Till Fellrath’in üstlendiği sergi, 33 sanatçının, çoğu Türkiye’de ilk kez sergilenen resim, heykel, fotoğraf, ses ve video yerleştirmelerini bir araya getiriyor. Üretildikleri tarih  göz önüne alındığında geniş bir döneme yayılan eserlerin hepsi, farklı görme biçimlerini provoke etmeleri bakımından önemli örnekler. James Turell’in 60’ların sonunda ürettiği ‘Alta’ (Pembe) adlı etkileyici ışık yerleştirmesinden Cindy Sherman’ın kadın prototiplerini yapıbozumuna uğratan resmine, Salvador Dali’nın sürrealist objesinden Demir Çağı’na ait hayvan heykelciklerine kadar uzanan, geniş bir seçkiyi izleyiciyle buluşturan sergi, bu yönüyle son derece öğretici. ‘Görme Biçimleri’ başlıklı bir sergi için eserler seçmek zor bir iş, zira bugün her sanat eseri hem belli bir görme biçimi içinden okunmaya müsait (hatta belki bunun aksi imkânsız), hem de o kalıpları altüst etme potansiyeline sahip. 

Bardaouil ve Fellrath sergi metninde sanatçıların üretim süreçleri boyunca kalıplaşmış görme biçimleriyle nasıl oynadıklarıyla ilgilendiklerini açıkça vurgulamışlar, ancak sergi, izleyicinin aktif bir özne olarak bu sürece katılımına olanak tanıyacak özgürlük alanını ne yazık ki barındırmıyor. Bu anlamda bir izleyici olarak, farklı görme biçimleriyle uğraşan iyi örnekleri art arda görmek dışında, serginin işlerin üzerine koyduğu yeni bir deneyimle karşılaşamıyoruz. 

Rancière’nin ‘Özgürleşen Seyirci’si

Bir imge asla yalnız başına düşünülemez ve her zaman onu önceleyen bir görsel rejimin içinde anlam bulur. İlk bakışta kısıtlayıcı gibi görünen bu özellik, aynı zamanda sanatın özgürleştirici yanıdır. Çünkü sanat eseri, onun yaratacağı sonuç önceden belirlenip dayatılmamışsa, bizi tahmin edemeyeceğimiz bir yere götürür. Rancière de ‘Özgürleşen Seyirci’ kitabında benzer bir önermede bulunur: Makbul bir sanat eseri, belli bir gerçekliği açığa çıkarmayı iddia etmek yerine izleyene onu istediği gibi yorumlama hakkı ve özgürlüğü tanıyacak zemini sunmalıdır. Buradan hareketle, tüm sergiyi tek bir iş olarak düşündüğümüzde, küratörlerin bize “Bu eserlerin her biri farklı görme biçimleridir” dediğini görüyoruz. Bu deneyime bir izleyici olarak kendimiz eserleri gördükten sonra değil, ‘Görme Biçimleri’ adlı sergiye girdiğimiz anda vasıl oluyoruz. Bu, ne küratöryal bir ihmal, ne de işlerin yetersizliğinden kaynaklanan bir durum. Hatta belki de ‘Görme Biçimleri’ başlıklı bir sergi doğası gereği bu çelişkiyi barındırmalı ve böylelikle bize izleyicinin özgürlük sınırlarını yeniden sorgulatmalıdır. Sergideki, Paul ve Marlene Kos’un ‘Yıldırım’ adlı video çalışması tam da bu konuyla bağlantılı olarak seyircinin sanat eserini izlerken sahip olduğu iktidarı gözler önüne seriyor. Videoda, arabanın ön koltuğunda oturan Marlene, “Ben baktığım zaman yıldırım düşmüyor hiç, ne zaman ki başımı çeviriyorum, düşüyor” diyor. Marlene yıldırıma bakmak için kafasını çevirdiğinde yıldırım düşmezken, geri dönüp izleyiciye baktığında yıldırım gerçekten de düşüyor ve biz izleyiciye atfedilen ayrıcalıklı konumdan bunu görebiliyoruz.

Katliamların temsili

Gustav Metzer’in ‘Tarihi Fotoğraflar’ serisi ise, geçmişte yaşanmış katliamların dehşetengizliği ve büyüklüğü karşısında bir izleyen olarak kavrayabilme sınırlarımızı yüzümüze çarpıyor. Sanatçı, ‘Yürüyerek Girmek’ ve ‘Sürünerek Girmek’ isimli iki işinde, sırasıyla Kudüs Tapınak Tepesi’nde yapılan Mescid-i Aksa Katliamı’nın ve Viyana’da bir sokağı temizleyen Yahudilerin fotoğrafını perdelerin arkasına gizliyor. Böylece, fotoğrafın bütününü görmek imkânsız hale gelirken, seyirci, büyük resmi parça parça da olsa algılamak için yürümeye ve sürünmeye zorlanıyor. James Webb’in ‘Çığlık’ adlı ses yerleştirmesinde de benzer şekilde, sanat eserinden bağımsız olarak ona verilen tepkinin çıplaklığını duyma şansına erişiyoruz. Webb bu iş için, Reina Sofia çalışanlarından, müzenin koleksiyonunda yer alan Picasso’nun ‘Guerncia’sının önünde çığlık atmalarını istemiş ve sanat eserinin kendisini ortadan kaldırarak onu değerlendirme şeklimizi sergilemeyi seçmiş. Sergide sanat eserinin kendisinden çok suretiyle ilgilenen bir diğer isim ise Walid Raad. Sanatçı, ‘Reddedebileceğim Şeyleri Kazımak’ adlı fotoğraf serisi için, Doha’daki Modern Arap Müzesi’nin açılışında duvara asılı resimler yerine, resimlerin müzenin epoksi zemini üzerindeki yansımalarının fotoğrafını çekmiş ve Webb’le benzer bir şekilde sanat yapıtının görünmesini engelleyerek, izleyiciyi alternatif bir görme deneyine sevk etmiş.

‘Görme Biçimleri’ndeki bir diğer etkileyici seri ise, Marcus Schinwald’ın Avusturya Biedermeier üslubundan portrelerin üzerine protezler, tıbbi aletler ve çeşitli hapsetme araçları yerleştirerek yaptığı resimler. Sanatçı, yan yana görmeye alışık olmadığımız iki görsel rejimi bir araya getirerek anakronik bir okuma yapmakla kalmıyor, yarattığı muğlaklık sayesinde izleyenin kültürel kapitalinden gelen alışkanlıklarını da zorluyor.

13 Ağustos’a kadar açık

Sergideki işlerin sorguladığı görme biçimleri, tarihyazımı, sanat tarihi ve görme araçlarıyla sınırlı değil. Kara Walker’ın ‘Gözden Düşüş, Bayan Pipi’nin Hüzünlü Masalı’ adlı işi Jim Crow’un ‘Amerika’sı üzerinden ırk, kölelik ve sömürgecilik temalarını sorgularken, Ghada Amer’ın iplikleri arasında gizlenmiş kadın figürleri kadınlık imgesi ve eril sanat formlarını eleştiriyor. Dolayısıyla sergi, Berger’in de bahsettiği dört temel görme biçiminden hiçbirini es geçmiyor, bu konularda verilmiş güçlü örnekleri bir araya getiriyor. Sergi, farklı izleme pratiklerini çağıran bu eserlerin tek tek potansiyelleri dışında bir araya gelmelerinden doğan bir ‘artı değer’ üretmese de, sanat tarihçisi, yazar ve ressam John Berger’in entelektüel mirasını yeniden düşünmemiz ve sanat izleyicisinin özgürlüğünün sınırlarını bize sorgulatması bakımından çok değerli. Sergi, 13 Ağustos’a kadar pazartesi günleri hariç her gün ARTER’de ücretsiz olarak gezilebilir. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi



Yazar Hakkında