Bir dönem DTP Genel Başkan Yardımcılığı da yapan DEP eski milletvekili avukat Sedat Yurttaş’la, Kürt meselesindeki son gelişmeleri konuştuk. Yurttaş, Leyla Zana tarafından yapılan açıklamaların, Oslo sonrası duran çözüm arayışlarının devam ettiğini gösterdiğini söylüyor.
FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr
Zana’nın açıklamalarının, BDP eşbaşkanı Demirtaş’ın ifade ettiği gibi ‘safça’ olduğunu düşünmeyen Yurttaş, “Yaptığı açıklamalar, yeni sürece dair bildikleri ile alakalı. Son derece olumlu bulduğum, bir ucu Strasburg’a, bir ucu Erbil’e, diğer bir ucu ABD’ye uzanan bilgilerin getirdiği açıklamalar bunlar. Tam olarak Oslo’ya benzeyen bir süreç midir emin değilim ama bence arayışlar devam ediyor” diyor.
• Leyla Zana’nın Kürt meselesinin çözümü konusundaki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barış arayışında önemli bir çaba olan Oslo görüşmelerinin ardından hükümet bu arayışı tıkadı. Ondan sonra uzun bir süredir Türkiye’de barış çabaları durmuştu. KCK davaları, toplumun demokratik etkinlikten bile kaçınmasına neden oluyor. Bu davalardan çıkan mahkûmiyet kararları yargının inanılmaz bir baskı aracı olarak kullanıldığının da kanıtı. Bu koşullarda, tam bir tıkanma süreci yaşanırken, Leyla Zana’nın rutin dışı diyebileceğimiz açıklamaları oldu. Açıklamaları okuduğumda, ne Demirtaş’ın ifade ettiği gibi “safça” bir açıklama olduğunu ne de “aşırı iyi niyetli” olduğunu düşündüm. Zana yıllardır Kürt siyaseti içinde yer alan deneyimli bir politikacı. Dolayısıyla ne söylediğini ve neden söylediğini gayet iyi bilir. Zana’nın kullandığı ifadeleri okuyunca, benim sahip olmadığım bilgilere sahip bir insanın sözcüklerini, cümlelerini, beklentilerini, çağrısını okuduğumu fark ettim. Leyla Hanım’ın yaptığı açıklamaların BDP politikaları ve görünen siyaset açısından uyumlu olmaması, Zana’nın yeni sürece dair bildikleri ile alakalı. Barışa hizmet eden, bölgedeki gerilimi azaltmaya yönelik, son derece olumlu bulduğum, bir ucu Strasburg’a, bir ucu Erbil’e, diğer bir ucu ABD’ye uzanan bilgilerin getirdiği açıklamalardı bunlar. Sadece tecrübeden çıkartılan kanaatlerden oluşan açıklamalar değil. Tam olarak Oslo’ya benzeyen bir süreç midir emin değilim ama bence arayışlar devam ediyor.
Başbakan Yardımcısı Atalay’ın, Zana’nın açıklamalarından bir süre önce “durup dururken” “PKK’yle görüşmeler var, silah bırakabilir” mealinde açıklamalarını ve Barzani’nin Türkiye’ye gelişinde şimdiye dek olduğundan farklı bir protokolle karşılanmasını düşündüğümde, bizim bilmediğimiz arayışların olduğunu daha net görebiliyorum. Bunlara, Karayılan’ın barış konusunda umutları yükselten açıklamalarını da eklemek gerekiyor.
• Bu resimde Dağlıca baskının anlamı nedir? Bu olay, “PKK, Karayılan’a rağmen hareket etti” yorumlarına neden oldu.
Dağlıca gibi bir eylemin yönetim kadrolarının bilgisi dışında olabileceği ihtimaline katılmıyorum. O halde, kadrolarının barışa yönelik adımlara hazır olduğu ima edilen ve karakollara yönelik saldırı yapılmadığının altı çizilerek barış mesajlarının verildiği bir süreçte Dağlıca baskının anlamı nedir? Ben bunun anlamının, “Bizim askeri kadrolarımız hâlâ ayakta ve güçlü” mesajı vererek barış sürecine daha güçlü oturabilmek için bir strateji olabileceği ihtimalini düşünüyorum. Ya da, baskın yerinin Dağlıca olduğunu düşünürsek, Ergenekoncu askerlerin yönlendirmesinin tartışıldığını göz önüne aldığımızda, “şikesiz PKK da var ve varlığını koruyor” mesajının verilmek istendiğini düşünebiliriz.
PKK Ankara doğumlu olmasına rağmen, 12 Eylül ile birlikte çıktığı Suriye, Irak, Kürdistan ve Avrupa’da bir uluslararası hüviyet de kazanmış oldu. Bu PKK’nin büyümesi için bir avantaj olmakla birlikte aynı zamanda Türkiye odaklı çözüm için bir handikap durumuna da geldi. Mevcut durumda kadrolarının ağırlıklı bölümünü oluşturan Suriye, İran, Irak kökenli insanlar. Bu kadroların Türkiye içi çözümden doğrudan bir çıkarları olmadığı da görülebilir. Bu durum, örgütü farklı bir dil ve farklı araçlar kullanmaya götürebilir.
• Farklı bir dil ve araçlardan kast ettiğiniz ne?
Karayılan’ın verdiği mesajlarda siyasal bir dil ve siyasal bir mücadele arzusu okunurken, Dağlıca eylemi siyasal değil, askeri bir mücadele yönetiminde ısrarcı olunduğunu gösteriyor. Ortadoğu-Türkiye ilişkileri baş döndürücü bir hızla değişiyor. Keşif uçağının düşürülmesini de göz önüne alırsak, Ortadoğu’da her an rutin dışı savrulmaların olması da şaşırtıcı değil. Elindeki araçları doğru kullanan ve doğru politika üretenin kazanabileceği bir süreç yaşıyoruz. Bu süreçte kazananın kim olacağı ya da kazananın Türkiye olup olamayacağı Zana’nın çok doğru bir şekilde ifade ettiği gibi, en güçlü başbakan olan Erdoğan’ın alacağı tavırla ilintili. Erdoğan’ın uluslararası etkinliğini ve ilişkilerini Kürt sorununun çözümü için kullanıp kullanmayacağı, zamanını ve enerjisini bu meseleyi kökten halletmek üzere harcayıp harcamayacağı ya da bu süreçte geçmişten beri olduğu gibi “yapıyormuş” gibi görünerek, Kürtlerin bununla yetinmesini bekleyerek alacağı tavır, kazananın Türkiye olup olmayacağını belirleyecek.
• Tüm bunlar yaşanırken bir taraftan da KCK tutuklamaları son hız devam ediyor ve bu durum pek de barışa doğru gidildiği gibi bir tablo ortaya çıkmıyor. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nedir?
Bu operasyonlar barış umudunu kıran, örseleyen bir sonuç yaratıyor. Hükümetin bu politikadan bir an önce vazgeçmesi gerekiyor. Bence tüm bu yaşanılanlar siyasal rekabetin kötü bir tezahürü. Ve AKP’nin oy alacağını düşündüğü bu siyaset BDP’ye oy kazandırıyor. Yerel seçimlerde bunu çok net göreceğiz.
CHP’NİN ADIMI AKP’Yİ RAHATLATTI
• Bu süreçte CHP’nin ilk defa Kürt meselesine müdahil olduğunu gördük. CHP’nin süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
CHP, Baykal’lı dönemde 1930’ların CHP’si olarak devam ederken bugün ilk defa meseleye sahici bir adım attı. Bu anlamda Başbakan’la görüşmesi, henüz sonucu belli olmamakla ve çerçevesi oturmamakla birlikte son derece önemli. AKP, Kürt meselesinde CHP tarafından bugüne dek yalnız bırakılmıştı. Artık bu yalnızlık hissini AKP üzerinden attı, atacak gibi görünüyor. Dolayısıyla sorunun çözümü noktasında artık kendisi günah keçisi olmayacağı gibi günah keçisi olduğunu iddia edeceği bir CHP de olmayacak; dolayısıyla daha sahici adımlar atılabilecek. Tabii CHP’nin attığı adımın içini dolduracağı umuduyla bunları söylüyorum. Çünkü Türkiye’nin politika üreten bir CHP’ye oldukça fazla ihtiyacı var.
ERGENEKON FIRAT’IN DOĞUSUNA
GEÇMEDİKÇE ‘BÜYÜK BARIŞMA’ OLAMAZ
• Geçenlerde Mesut Yeğen bir söyleşide, “Kürt sorununda sihirli çözümün PKK, Ergenekon ve Balyoz’a af” olduğunu söyledi. Bu kapsamda bir affın Türkiye’de “büyük barışma”yı sağlayabileceğini düşünüyor musunuz?
Mahkemelerin birer baskı mekanizması olarak kullandığı bir sır değil. Yaşadığımız dönemde tutuklama ve yargılamaların ifrat boyutunda olduğu da bir sır değil. Ergenekon ve Balyoz davalarını destekleyen biri olarak, buna rağmen hem KCK hem de Ergenekon davaları için hukukun siyasal bir operasyon olarak kullanıldığını düşünüyorum. Şu anda KCK ve Ergenekon birbirinin çok zıddı olmasına rağmen, hatta Ergenekoncuların Kürt coğrafyasında işlediği suçlar malumumuz olmasına rağmen, “tarihin cilvesi” olarak her iki yapı arasında bir bağ doğmuş oldu. Her iki yönelimde de hukuk gadre uğratma aracı oldu. Dolayısıyla bu davaların hızla sonlandırılması gerekir.
Öte yandan, bir barış için öncelikle sorunların çözülmesi ve demokratik bir ortamın sağlanması gerekir. Yoksa Kürt meselesi kalıcı olarak çözülmediği sürece şiddete tahvil olmaya devam edecektir. Güney Afrika ve diğer bazı ülkelerdeki “barışma”, suçluların açığa çıkarılmasının sonucunda, yargılamaların ardından bir yüzleşme ve arınmayla sağlanabildi. Türkiye’de Kürtler açısından henüz pek çok faili meçhul dosyası açılamadı bile. Henüz Ergenekon davaları Fırat’ın doğusuna geçememişken büyük barışma diyebileceğimiz bir şeyin sağlanabilmesi söz konusu olamayacaktır.