Yitirilmiş anların gölgesinde geçmişe bir yolculuk

FATMA ÖZKAYA 

Soykırım literatürünün yeni yeni geliştiği Türkçe yazım alanında bizler, çoğunlukla yetişkin tanıklıklarına aşina olsak da, aslında Felaket’in (Ağed) bir diğer mağduru çocuklar da tanıklıklarıyla bu literatürün bir parçasıdır. Modern tanımında, masumiyet payesiyle engin bir bilgisizlik, aynı zamanda da sonsuz bir iyilik atfedilen çocuk, soykırım edebiyatında, karar veren ve uygulayan, bir sorumlu, bir karar alıcı, yani bir fail olarak karşımıza çıkar. 

Bu türdeki tanıklıklardan biri olan, diaspora edebiyatının önemli ismi Antranig Dzarugyan’ın, Halep’te, yetimhanede geçen yıllarını anlattığını ‘Çocukluğu Olmayan Adamlar’ isimli eseri Kasım ayının ilk haftasında, Klemans Zakaryan Çelik’in çevirisiyle Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitap, doğrudan Dzarugyan’ın 5-11 yaş arasında bulunduğu yetimhane deneyimine odaklanır.

Olağanüstü halin sıradanlaşması

Dzarugyan’ın anlatısında 1915’e dair vurgular oldukça azdır. Ancak yetimhanenin ilk yıllarındaki sefaletin ve soykırımdan şans eseri kurtulan çocukların, yetimhane hayatında birer yetişkin gibi yaşama tutunuşlarının sadece yetimliğin sonucu olmadığı, çok daha derinlerde tüm bu acıların dayandığı noktanın 1915 olduğu hissedilir. Felaket mağduru olmak, çocuk yaştan itibaren etraflarının bu kaderle çevrilmesi bir tür olağanüstü halin sıradanlaşması etkisini yaratır. Bir taraftan çocuk olduklarını bilirler, öte taraftan da herhangi bir çocuk olmadıklarını… Yaşama her daim dört elle tutunmak zorundadırlar; ittifaklar kurarlar; düşmanlar yaratırlar; onlara savaş açarlar. Ailelerin yerine geçen dostlar edinirler, öyle ki bu ailelerde, normalde bile örneklerine sıkça rastlanan ihanetler bulunmaz.

Dzarugyan bir yetişkinken yazdığı anılarında, artık ‘o’ çocuk olmadığını bilir. Kurgusunda, küçük Antranig’in ve diğer yetimlerin hakkını bir bir teslim eder. Dünya üzerindeki her Ermeni’nin hayatta en az bir kez aklından geçirdiği, “gitmek mi yoksa kalmak mı?” sorusuna yanıt ararken de, esas cevap verebilecek olanların ‘onlar’, yani yetimler olduğunu söyler ve sözü devralır. Çünkü tüm bu yıkım hakkında konuşabilmek başka biri olmayı gerektirir. Felaket’in yegâne amacı kurbanı sessizleştirmektir. Bu soruya esas cevap verebilecek olan küçük Antranig, olayın bizzat kendisi tarafından susturulmuştur. Onun suskunluğu bir başkasında, Antranig Dzarugyan’da vücut bulur. Bu nedenle Dzarugyan, Antranig’in hem sesi hem de suskunluğudur.

Kitapta, Felaket’e doğan küçük bedenlerin onu içselleştirmesi ve yaşamlarının bir parçası haline getirmesi içimizi dağlar. Bu durumun en net görünür olduğu yer, Yervant Odyan’ın da bulunduğu yılbaşı sahnesidir. Çocuklara komik ve herkesi güldüren bir adamın geleceği, yanında da hediyeler, yazarın deyimiyle “yılbaşı getireceği” söylenir. Oysa bu adam başlı başına bir hayal kırıklığıdır. Dudaklarından dökülen tek söz olan, “Yetimler, sizi seviyorum…” ile güldürmediği gibi herkesi ağlatır da. Antranig de dâhil küçük yetimlerin hiçbiri bu yaşananlara akıl sır erdiremezler. Hâlbuki babasını hiç bilmeyen, annesinin yetimhaneye bıraktığı çocuk Antranig’in ta kendisidir, tüm ailesinin gözünün önünde katledilişini gören Haçik de onun can dostudur. Yine de, akılları türlü şeylere eren bu çocuklar, yetimlikleriyle yaşanan dram arasında bir bağ kuramazlar.

Yazar başından itibaren, yetimhanenin acımasız olduğundan, sert kuralların ve yaşama tutunabilmek adına yetimlerin yaptığı türlü eylemlerin varlığından bahsetse de metin içerisinde çizilen “yetim” resminin yine bizatihi Dzarugyan’ın anlatısıyla yerle bir olduğu görülür. Yetimlerin bazılarını günübirlik olarak evlerine alan, Kitab-ı Mukaddes’teki yardımsever Samiriyeli figürden ötürü isimleri, ‘Samiriyeli’ olarak anılan Ermeni ailelerden birinin Antranig’i evlerine misafir ettiği sahnede, evin oğluyla top yüzünden yaşadıkları anlaşmazlığı, yetim olduğu için ev sahibinin onun lehine çözme girişimi Antranig’i kırar ve gururunu incitir. Yetimhaneye geldiğinde, sahip olmayı çok istediği topu ve şeker kesesini arkadaşı Bedros’a fırlatır. Bir daha sahip olup olamayacağını bilemediği şeker ve top anlamını yitirmiştir. Bu da bize, insanın her şeyini yitirse de baki kalanın ‘onuru’ olduğunu gösterir. Yani insanın, en ‘verabroğ’ –İngilizcesiyle ‘survivor’– olma halinde bile ondan mutlaka geriye kalan bir şeyler vardır.

Soykırım edebiyatının nadide örneklerinden…

Bununla birlikte, bir çocuğun yaşamına dair akıcı bir üslupla, oldukça farklı ve renkli hikâyelerin paylaşıldığı ‘Çocukluğu Olmayan Adamlar’, bizlere sadece, pek de bilmediğimiz post-1915 dönemine ait soykırım edebiyatının nadide örneklerinden birini sunmaz. Aynı zamanda, Dzarugyan’ın başında da bahsettiği “[…] yeryüzündeki insanların dörtte üçünün…” aradığı, geri kalanların da hayalini kurduğu çocukluğa dair kaybettiğimiz bir merdiven kurar. 

Çocukluğu Olmayan Adamlar
Antranik Dzarugyan
Çeviri: Klemans Çelik (Zakaryan)
Aras Yayıncılık
224 sayfa