BANU YILDIRAN GENÇ
Dünya çapında coğrafyanın edebiyata etkisi gibi bir araştırma yapıldı mı bilmiyorum, yapılmadıysa da keşke yapılsa diye düşünüyorum çünkü bildiğim şu ki ben her Kuzey Avrupa edebiyatından bir kitap okuduğumda o dile, o biçeme, o sadeliğe hayran oluyorum.
Hayran olduğum şey sadece edebiyatı değil tabii, bu araştırmayı kültür-sanat olarak genişletmek de mümkün. Bugün İskandinav stili denen ve yine sadeliğiyle bilinen bir dekorasyon tarzı, girift cinayetlerden çok toplumu ve psikolojiyi mutlaka suça dahil eden bir polisiye tarzı ve son yıllarda sıkça konuşulduğu üzere yine insana odaklanan bir televizyon dizisi tarzı var. Bizim kültürümüzde alışkın olduğumuz abartı, alegoriler, mecazlar, benzetmelerle dolu edebiyattan, televizyon dizilerinden, altın varaklı dekorasyondan fersah fersah uzak...
Andersen’den Helle’ye
Danimarka tam olarak İskandinav ülkesi sayılmasa da edebiyatı oraya bir hayli yakın. Tanıdığımız en ünlü Danimarkalı Andersen’den, Karen Blixen’e, unutulmaz Smilla karakteriyle Peter Høeg’e kadar az buçuk okuduğum bu edebiyat dünyasına şimdi yeni bir yazar eklendi. Helle Helle’nin ‘Bu, Şimdiki Zaman Kipinde Yazılmalıydı’ adlı romanı, Danimarkalı yazarın Türkçeye ilk çevrilişi, bu arada romanın Sadi Tekelioğlu tarafından orijinal dilinden çok başarılı bir biçimde çevrildiğini de belirteyim. Son dönemde çok farklı kitaplar yayımlayan Pinhan Yayıncılık umarım ülkesinde oldukça ünlü olan yazarın diğer romanlarını da yayımlar.
‘Bu, Şimdiki Zaman Kipinde Yazılmalıydı’ farklı adıyla, güzel bir çiçeğin süslediği sade kapağıyla dikkat çekiyor. Kapaktaki bu sadelik yine anlatılanlarla bağlantılı. Arka kapak yazısında da dendiği üzere ‘hem her şeyin olduğu hem hiçbir şeyin olmadığı’ bir roman bu. Genç bir kızın yaşamındaki hemen hemen iki yıllık bir süreyi anlatan roman ne büyük laflar ediyor, ne iddialar öne sürüyor, ne de duyguları ön plana çıkarıyor ama insanı bam telinden vuran bir büyüme öyküsü anlatıyor.
İki üç sayfalık bölümlerle ilerleyen roman anlatıcının gözünden veriliyor. Kahraman bakış açısı diye bilinen bu açı bizde genellikle duyguları, davranışları sonuna kadar açıklamak için kullanılıyor ki günümüzde birçok eleştirmen modern edebiyatta Tanrısal ya da kahraman bakış açısında böyle kolaycı bir yöntemin kalmadığını, anlatmak yerine sezdirmek gerektiğine değiniyor. İşte bu sorunun ne olduğunu tam olarak bilemeyen ve dünya edebiyatında bu sorun nasıl çözülüyor görmek isteyen varsa bu roman okunabilecek en iyi örneklerden biri bence.
Adını çok sonraları öğreneceğimiz Dorte, başından geçenleri kronolojik bir sırayla anlatır ama gerek bahsedilen evlerden, gerekse karakterlerden bir süre sonra bazen bugünden bazense tam olarak süresini bilemediğimiz bir geçmişten bahsettiğini anlarız. Bu bölümlerin bir sırası yoktur, okuyucu zamanla hiç şaşırmadan Dorte’nin yaşamını takip edebilecek denli yakınlaşır olaya. Geçmişte yaşananlar, bugünde yaşananlar derken Dorte’nin kafa karışıklığı, gönül kırıklığı ve erteledikleri, bir büyüme hikâyesini olanca yalınlığıyla okurun gözlerinin önüne serer.
Helle Helle kahramanının kişiliğini de bize sadece yaşadıklarıyla aktarmayı tercih etmiş. Hepimizin başına gelen abuk durumlar Dorte’nin başına biraz fazlaca geliyor. Telefon etmek için evine uğrayan genç bir çifti kendisinde telefon bulunmadığı için istasyon binasına yönlendirdikten sonra yaşadıkları gibi: “Biraz ileride, elektrik direğinin yanında piknik sepetli genç çift merdivenin yanında durmuş, bana bakıyorlardı, kız el sallamaya başladı. İki elimle yemek paketini tuttuğum için paketi havaya kaldırarak selam vermeye çalıştım. Kız adama bir şey söyledi ve bana doğru gelmeye başladılar. Çok uzaktan bile kolaylıkla görülebilecek, soran bir yüz ifadesi takındım, ikisi birlikte yanıma geldiler: ‘Neden zahmet ettin? Ne kadar iyisin,’ dedi kız.” O gece yemeğini yiyen, yatıya kalan, sabah onunla Kopenhag’a gelen bu çiftle yaşadığı garipliğin üstüne bir de istasyon binasında yaşayanlardan telefon kullandırtma üzerine azar işitir. Yine de Dorte bu garip olayların üstünde çok durmaz, duygularını aktarmaz, yaşar ve geçer.
Ailesinin yanından lisede ve liseyi bitirdikten sonra olmak üzere iki kez taşınmıştır Dorte, ilki kış şartlarında okuluna daha rahat gidebilmek için merkeze, adını aldığı halası Dorte’nin yanına, ikincisi ise iki bebeğe ve bir köpeğe bakıcılık yapmak üzere başka bir şehredir. Her iki yolculukta da ortak olan şey eşyalarını doldurduğu babasından kalan kareli bavuldur. Bu bavula romanda birkaç kez özellikle değiniliyor. Aslında romanda sürekli bir derlenip toplanma hâli var, dağılan eşyaların, alınıp giyilmeyen, başkalarına verilen kıyafetlerin, çöp torbasında biriktirilen kirlilerin oldukça sık bahsi geçiyor. Bunlar yazarın hiçbir şeyi doğrudan anlatmadığı okura kahramanını anlatma yöntemi. Böylelikle Dorte’nin yaşamındaki karışıklığı, dağınıklığı ve toparlanamama halini anlıyoruz ki geç ergen-genç yetişkin arası biriyken hangimiz öyle olmadık ki?
Geçmişteki yaşamın anlatıldığı bölümlerde adım adım Dorte’nin hiçbir sorun yaşamadığı sevgilisi Per’i terk etmesine giden yolu okuruz. Per de ailesi de mükemmel denebilecek denli iyilerdir, oysa Dorte’nin kafası yine karışmıştır ve bu romanın en duygusal bölümünü oluşturur: “’Gel buraya,’ dedi Per ve beni kendisine çekti. Ben de başımı onun çıplak omzuna dayayıp ağlamaya devam ettim. ‘Bu kadar genç olmamıza dayanamıyorum. Fazla genciz biz.’ ‘Ne için fazla genciz?’ ‘Her şey için. Şu yaptığımız şeyler için de fazla genciz. Tek yaptığımız şey bu güzel günlerin sonunun gelmesini beklemek.’”
Daha yirmi yaşına gelmeden düzenli, ailelerle mutlu bir ilişki yaşamak ergen bir bireyin dengesini bozabilir. Çünkü gençlik dediğimiz şey bir yandan da yanlış yapmak, ertelemek ve zaman kaybetmek demektir. Dorte de Per’i terk ettikten sonra yaptığı yanlışlarla bugüne gelen hikâyesini romanın sonuna kadar eşzamanlı bir biçimde aktarır okuyucuya, hiçbir yorumda bulunmadan, hiçbir duygusunu açmadan. Bugünde ise ailesinin evinden dördüncü kez ayrılan Dorte ilk kez kendi başına, kendi evinde oturmakta ve üniversiteye gitmeye hazırlanmaktadır. Roman boyunca Dorte’nin tutulamayan sözlerini okuruz: “Ertesi gün evde kalıp işlerimi toparlamaya karar verdim. Kalkınca omlet yapıp portakal sıkacaktım. Ardından uzun vadede yapacaklarımı tasarlamak, sıraya koymak istiyordum. Elektrik süpürgesiyle ortalığı süpürebilir, kütüphaneye gidip kişisel gelişime faydalı kitaplar ödünç alabilirdim.”
Oysa Dorte üniversiteye hiç gitmeyip, aylak aylak gezip giymeyeceği şeyler alacak, sürekli hazır unlu yiyeceklerle beslenecek, gündüz uyuyup gece uyanık kalmaya devam edecek ve bir de üstüne daha önce telefon azarı işittiği komşusunun nişanlısıyla yatmaya başlayacaktır.
Kendi gençliğime çok benzettiğim için mi bilmiyorum, Dorte’yi ve durmaksızın verdiği ve tutamadığı sözleri okumak bu zor günlerimizde bana eskiyi, saflığı ve iyiliği anımsattı. Kendi kendime “İnsan Danimarka’da da Türkiye’de de aynı büyüyormuş.” dedim. Sonunda Dorte’yi şimdiki zamanla yazması gereken cümlelerin olduğu yerde, taşınan komşusuna evden ayrılmayı simgeleyen kareli bavulunu vermiş bir biçimde bırakırız. Elbet o kararların gerçekleşeceği, dağınıklığın toparlanacağı günler de gelecek, hayat bu kadar sıkıcıyken büyümek için acele etmeye ne gerek var?
Bu, Şimdiki Zaman Kipinde Yazılmalıydı
Helle Helle
Çeviri: Sadi Tekelioğlu
Pinhan Yayıncılık
162 sayfa.