BÜRKEM CEVHER
‘Gece Güneşi’ isimli kitabıyla kızımın ve benim gönüllerimize taht kuran Karin Karakaşlı’nın son kitabı ‘Konaktakiler’ beni son zamanlarda en çok etkileyen romanlardan biri oldu. Zor durumda olanlara yardım etmekte, yetişkinlere nazaran çok daha cesur olan çocuklar için yazılmış bir roman ‘Konaktakiler’; bir de çocukluklarındaki cesareti ve insanlara olan güvenlerini korumak isteyen yetişkinler için.
Üç yakın arkadaş olan Gülperi, Poyraz ve Çınar’ın, nam-ı diğer Üç Kat Tat Çetesi’nin en sevdikleri oyun alanı mahallelerindeki metruk bir binadır. Her ne kadar aileleri o binaya gitmelerini istemeseler de çocuklar için orası hem bir keşif alanı hem de sığınaktır. Ancak harap haldeki bu terk edilmiş evden sesler geldiği ve binanın ‘perili’ olduğu söylentileri yayılmaya başlamıştır mahallede. Çocuklar da köşkte bir şeyler olduğunu fark etmeye başlarlar.
Bize gereken…
Neler olup bittiğini anlamak için köşkte çıktıkları bir keşif gezisinde Leyla isminde bir kız çocuğu ile karşılaşırlar. Leyla ve annesi Adeviye, Suriyeli sığınmacı bir anne-kızdır. İstanbul’a geldiklerinde öylesine yapayalnız, öylesine yardıma muhtaç durumdadırlar ki onların bu hallerine kayıtsız kalamayan Tevfik Bey onları koruması altına almıştır. Oysa ki Tevfik Bey’in de ne evi vardır, ne de parası. O nedenle de başlarını sokabilmek için terk edilmiş bir ev aramışlar, sonunda bu ‘perili köşk’ü bulmuşlardır.
Bu üç evsizin halini gören çocuklar hemen onların yardıma koşmak isterler. Oysa ki üç çocuğun yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. Bunu fark eden Gülperi, “Sihirli değnek ya da lamba yoksa, her şeyi değiştirecek birilerini bulmamız lazım. Bu durum bizim boyumuzu aşıyor. Yok mudur şu dünyada masal yaşatacak birileri?” diye sorar düşünceli düşünceli.
Gerçekten de masal gerekir bu ülkede Suriyeli sığınmacı bir aileyi korumak, onlara başlarını sokacakları bir yer bulabilmek için. Savaştan kaçan, evini, barkını, ailesini ve sevdiklerini kaybeden, dillerini, kültürlerini ve insanlarını bilmedikleri bir ülkeye sığınmak zorunda kalan bu insanlar bir de aleni ırkçılıkla karşılaşırlar, istenmezler. Suriyelilerin ötekileştirildiği bu ortamda ayrımcılık yapanların en büyük argümanları Suriyeli sığınmacıların ev kiralarını arttırması, işsizliğe katkıda bulunmalarıdır zira. Leyla ve Adeviye’yi korumak ise kendi trajik geçmişi nedeniyle sokaklarda yaşamaya başlayan Tevfik Bey’e düşer. Bir masal gerekir bu üç insanı yaşama bağlamak, geleceklerine tekrar umutla bakabilmelerini sağlamak için. İşte o masalın kahramanları olur Üç Kat Tat Çetesi, tüm canavarlara inat.
Karin Karakaşlı insan sevgisiyle, çocukların dünyayı güzelleştireceğine olan inancıyla kaleme almış ‘Konaktakiler’i. Romanda yardım etmek üzere önce çocuklar harekete geçiyor. Ancak çetenin yapabilecekleri sınırlı, o nedenle de güvendikleri kadınlara, Çınar ve Poyraz’ın anneleri Gülru ile Sebahat Hemşire’ye açıyorlar konuyu; işte bu kadınlar kolları sıvıyor konaktakilere bir yuva bulmak için çalışmaya. “Kadınlar bir kere karar verdi mi, kim engel olabilirdi ki istediklerini başarmalarına!..”
Gülru yardımsever bir işadamı olan arkadaşına başvuruyor, çünkü Leylaların güven içinde başlarını sokacakları bir eve kavuşabilmeleri için büyük paralara ihtiyaç var. Mahalleli önce kuşkuyla yaklaşıyor Suriyeli sığınmacıları konuk etme fikrine. Ama kuşkusu olanlar ikna ediliyor hemen. Bu mahalle belki de bir ütopya; ötekileştirmenin, dışlamanın, kendinden olmayana zarar vermenin böylesine yaygın olmaya başladığı bu topraklarda tüm mahalle el birliği ile yardıma koşuyor çünkü.
Sonunda bir masal gerçek oluyor bu güzel romanda. Aslında masalları gerçeğe dönüştürmenin hiç de zor olmadığını görüyoruz. Önce karşısındakini anlamak, karşısındakini tüm farklılıkları ile sevmek, insan olmak gerekiyor; ve elbette dayanışmak. Kendi olmayı, kendi kalmayı asla unutmadan ama. ‘Konaktakiler’ aracılığıyla yeniden insan olmayı çocuklardan öğreniyoruz. Çocuklar ortak bir dil kurabiliyor. Leyla Arapça ile zenginlik katıyor çetenin kültürüne. Çete de ona Türkçe öğretiyor. “Senin iki dünyan var, bizden daha zenginsin” diyor Poyraz Leyla’ya. Ama çocukların ortak dili her daim oyun bence. Oyunla kendi dillerini kendileri kuruyor çocuklar.
Karakaşlı ‘Konaktakiler’de tarihin acı olaylarına da değiniyor usulca, anadilin önemine de. O minicik bedeni Bodrum’da karaya vuran Aylan Kurdi de sayfalarda yerini alıyor. Taş kalpleri yumuşatmaz mı o beden? Çocukların ölmediği, güven içinde yaşadığı bir dünya hayal ediyor Karakaşlı. Bu hayale okuyucusunu da katıyor. Eğer herkes çevresindekilerle dayanışmaya girer, yardıma ve sığınmaya ihtiyacı olanlara kol kanat gererse bu hayalin gerçekleşebileceğini görüyoruz. O nedenle de sadece çocukların değil yetişkinlerin de okuması lazım ‘Konaktakiler’i. Kim bilir, belki biz yetişkinler de gördüğümüz bir Leyla’ya yardımcı oluruz; böylece bizim de gerçeğe dönüştürdüğümüz bir masalımız olur.
Konaktakiler
Karin Karakaşlı
Günışığı Kitaplığı
144 sayfa.