Dünden bugüne İstanbul Süryanileri

Antropolog Dr. Su Erol’un ‘Mazlum ve Makul: İstanbul Süryanilerinde Etno-Dinsel Kimlik İnşası ve Kimlik Stratejileri’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitabın ilk bölümünde Süryani kimliğinin tarihsel oluşumunu ele alan Erol, günümüze kadar uzanan Süryani tarihini özetliyor. İkinci bölümde ise İstanbul Süryanileriyle yapılmış görüşmeler üzerine yapılan değerlendirmeler yer alıyor. Su Erol ile İstanbul Süryanilerinden Ermeni-Süryani ilişkilerine uzanan bir söyleşi yaptık.

İstanbul Süryanileri hakkında böyle bir çalışma yapmaya nasıl karar verdiniz? 

Yüksek lisans tezimde Mardin’deki Süryaniler ve Müslümanlar arasında var olan kültürlerarası iletişimin niteliğini araştırmıştım. Mardin’de Süryanilerle karşılaştıktan sonra grup üyelerinin büyük bir bölümünün İstanbul’a göç etmiş olduğunu öğrendim. Bu beni İstanbul Süryanileri üzerine çalışmaya yöneltti. Doktora tezimde de İstanbul Süryanilerini inceledim ve sonra bu kitap ortaya çıktı.  

Kitabınızın üst başlığı ‘Mazlum ve Makul’. Neden böyle bir başlık atmayı tercih ettiniz?

Başlık Tanıl Bora’nın önerisi; kendisine teşekkür ederim. ‘Mazlum ve Makul’ araştırma sürecinde karşılaştığım iki tip insanı ve zihniyeti temsil ediyor. Bir yandan Süryanilerin kadim bir Ortadoğu halkı olarak daimi bir ‘mazlumiyet’ içerisinde olduklarını öne sürenler ve bu duyguya vurgu yapanlar varken diğer yandan Türkiye’deki siyasi ve toplumsal yaşam içerisinde ortaya koydukları rasyonel davranışları belirgin bir ‘makuliyet’ söylemi çerçevesi içerisinde açıklayanlar var. Birbiri ile kimi zaman iç içe giren kimi zaman da zıtlaşan bu iki söylem türü esasen Süryanilerin Türkiye’de ayakta kalmak için icat ettikleri iki tür kimlik stratejisine denk düşüyor. Aslına bakarsanız ‘Mazlum’ kelimesini dile getirdiğimde Süryani toplumundan gelen bazı tepkiler de oldu. Mazlum olmayı negatif bir ifade olarak, acizlik ve zayıflık anlamında algıladılar. Habuki tarihteki hemen hemen her topluluk belli bir tarihsel konjonktür içerisinde ‘mazlum’ durumuna düşüyor ve düşebilir. Hatta kağıt üzerinde ‘çoğunluğu’ temsil eden bireyler bile verili bir toplum içerisinde zaman zaman ‘mazlum’ konuma düşebiliyor. Bence mazlum olma halini direkt bir algıyla güçsüz bir hal olarak değil, size direnme gücü veren, bir sığınma aracı işlevi gören hatta mücadele alanı yaratan/açan daha verimli bir hal olarak görmek gerekiyor.

Kitabınızda sık kullandığınız bir de intibak stratejisi kavramı var. Bunu açar mısınız?

Özellikle Batı kamuoyunda Ortadoğu Hıristiyanları hakkındaki akademik literatüre baktığınızda, onların sürekli ‘kurban statüsünde’ oldukları ve hep böyle kalacaklarına dair özcü bir yaklaşımın egemen olduğunu görürsünüz. Oysa topluluklar değişen koşullara uyum sağlamak, yani intibak etmek için farklı stratejiler geliştirebilirler. Kitapta bu stratejilere dair örnekler veriyorum.

İstanbul’da Süryani olmakla, Anadolu’da özellikle Süryanilerin yoğun olduğu illerde yaşamak arasında en çok göze çarpan fark nedir?  

İstanbul Süryanileri günümüzde İstanbul’daki modern kent yaşamına bütünüyle intibak etmiş durumdalar. En çok göze çarpan özellik bu. Ancak şunu da ekleyeyim. İstanbul’da yerleştikleri bölgelere göre farklılıklar var. Daha çok Mardin’den belirli bir sermaye ile kente gelen görece üst sınıflar daha çok Yeşilköy, Bakırköy, Kadıköy gibi semtlere yerleşiyorlar. Mardin merkezin dışından gelen ve görece küçük bir sermaye ile İstanbul’a gelenler ise Samatya, Kurtuluş, Küçükçekmece, Avcılar gibi semtlere yerlemiş durumdalar. Mardinlilerin İstanbul’a büyük aileler ölçeğinde ilk gelmeye başladıkları dönem, 1930’lu, 40’lı yıllar. Daha çok kırsal kesimlerden gelenler ise Türkiye’deki genel iç göç dalgası içerisinde geliyorlar kente yani 1950’li 60’lı yıllarda...

Kitabınızda kilise ve sekülarizm geriliminden söz ediyorsunuz. Bunu açar mısınız?

Bu konuyu kısaca ve kabaca açıklamak gerekirse, toplumdaki kilise kurumuna belirli bir mesafe ile yaklaşan seküler kesimlerin kendilerini daha çok diasporada ortaya çıkmış bir düşünce akımı gereğince ‘Asuri’ olarak tanımlamayı tercih ettiklerini görüyoruz. Ya da sadece ‘Süryaniler’ kelimesini tercih ediyorlar ama bu tanımın içerisine Süryanilikten kopan her mezhebi dahil etmeyi uygun buluyorlar. Bu daha çok Avrupa’daki Süryani diasporası tarafından üretilen ve sahip çıkılan bir yaklaşım. İstanbul’da ise özellikle genç Süryaniler arasında ilgi görüyor. Daha yaşlı kuşaklar ise kilise ile toplum arasında mesafe koyma fikrine sıcak bakmıyorlar.

Asurilik konusunu açar mısınız?

Bu uzun bir konu ama genel olarak söyleyecek olursak sivil yurttaşlık, hak ve demokrasi taleplerini öne çıkaran Süryaniler kendilerinin tarihsel olarak Asurlulardan geldiklerini iddia ediyorlar. Bu 19. yüzyılda başlayan modern milliyetçilik akımlarından etkilenmiş, literatürde ‘revivalist’ hareket denilen ‘yeniden diriltmeci’ bir yaklaşım. Günümüz Süryanileri ile Asuriler arasında bir bağ kurma konusu elbette diğer tüm geç dönem milliyetçiliği örneklerinde gördüğümüz gibi sorunlu bir yaklaşım, böyle bir etnik bağı ve devamlılığı bilimsel olarak ispat etmek mümkün değil. Bu tezi 20. yüzyılın başlarında Naum Faik ve Aşur Yusuf gibi Süryani aydınları ürettiler. 20. yüzyılın başlarında yaşanan büyük altüst oluşlardan sonra geriye çekilen Asurilik konusu, özellikle Avrupa’daki Süryani diasporasının etkinleşmesiyle birlikte yeniden gündeme geliyor.

İstanbul Süryanilerinden kuşaklar arasındaki farklılıklar ve kuşak çatışmalarından söz eder misiniz?

Türkiye toplumunun geneli gibi Süryani toplumu da ataerkil özelliklerin baskın olduğu bir toplum. Kadınların bu anlamda sorunları var. 1950’lerde Türkiye’ye gelmiş kuşakların kadınları bu ataerkil yaklaşımı ve eril kontrolü içselleştirip, kabullenmişler. Ama bugün 20’li, 30’lu yaşlarında olan genç kadınlar bununla mücadele etmeye dönük taleplerle ortaya çıkıyorlar. Bunun yanında meslek ve hayat tarzı seçimi konusunda da değişimler var elbet.  Süryani toplumu gerek eğitim alanında, gerekse  ekonomik anlamda kendi deyimleri ile gitgide ‘modernleşen, dışa açılan’ bir toplum... 

İstanbul Süryanilerinde Ermenilerle ilgili ne tür algılar var?

Her iki toplum da Hıristiyan dünyası içerisinde mezhep açısından birbirine en yakın topluluklar aslında. İkisi de monofizit öğretiye bağlı ve aynı coğrafyanın insanları. Bu açıdan bir yakınlık olsa da tarihsel açıdan çatışma da söz konusu. Osmanlı millet sistemi içerisinde Süryaniler, Ermeni Patrikhanesi’ne bağlıydı. 1896’da dönemin Süryani Patriği Abdülmesih, “Ermeniler yüzyıllarca Süryanileri asimile etmeye çalıştılar; biz de buna direndik” diye beyanlar veriyor. Bunun elbette temel nedeni Osmanlı millet sistemi içerisinde Süryanilerin Ermeni milleti içerisinde değerlendirilmiş olmaları. Bunun yanı sıra Ermenilerin nüfusunun daha fazla olması da Süryaniler üstünde bir baskı oluşturmuş. Ermeniler Osmanlı sistemi içerisinde Süryaniler için, ‘üst iktidar’ olan Osmanlı devletinin altında bir tür ‘alt iktidar’ işlevi görmüş. Bu tarihsel arka plan günümüzde de etkili oluyor; az görüşüyorlar. Evliliklerde de mümkün olduğu kadar Ermeniler ile karma evlilik yapmamaya dikkat ediyorlar.

Karma evlilikler demişken günümüzde Süryanilerde karma evlilikler yoğun mu?  

Karma evliliklerde son dönemde artış olduğu söyleniyor ama bu konuda istatistik yok, varsa da benim bilgim yok. Ancak yaptığım görüşmelerde karma evliliklerin son zamanlarda artış gösterdiğini hemen herkes söylüyor.

Neden?

Yurtdışına göçün artmasıyla birlikte İstanbul’da nüfus azaldıkça, seçenek de azalıyor. Bu da karma evlilikleri artıran bir faktör. Şunu da belirteyim: Karma evliliklerde elbette öncelikle diğer Hıristiyan gruplar ama en fazla Ermeni Katolikler tercih ediliyor. Bu da tarihsel olarak Mardin’de Ermeni Katolik nüfusunun fazla olmasıyla ilgili. Bugün Mardin’de kalan çok az sayıdaki Ermeni Katolik de halen Süryani Kilisesi’nde ayin yapıyorlar. Bunun yanında Suriyeli Süryanilerle olan evlilikler de yoğun bildiğim kadarıyla. Suriye Süryanilerinin kimliğe ve dine bağlılıkları onları daha çok tercih edilir kılıyor.

Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikleri ve Süryani Protestanlar nasıl algılanıyor? Bir tür ‘azınlık içinde azınlık’ konumundan söz edebilir miyiz?

Süryani Ortodoks ve Süryani Katolik ruhani liderler arasında güçlü bir iletişim var ama halk nezdinde durum biraz farklı. Süryani Katoliklere ve Protestanlara karşı kurulmuş bir mesafe ve sınır var. Özellikle Protestanlar için bu daha belirgin. Onlar, misyonerlerin etkisiyle ‘kadim’ kimliğe ihanet eden bir grup gibi, ‘dönek’, ‘işbirlikçi’ gibi etiketlerle algılanabiliyorlar kolektif bellekte. Burada önemli olan nokta Süryani Ortodoksların (Kadimlerin) kendi kimliklerinin sınırlarını daha net belirlemek için Süryanilikten doğan diğer mezhepleri ötekileştirme yoluna gidebilmeleri.

Keldanilerle ilgili algı nedir?

Özellikle son yıllarda Irak ve Suriye’de savaş nedeniyle Türkiye’ye göç etmiş Keldanilerin  Süryani Ortodoks ailelerin yanında hizmetli olarak çalıştığına dair elimizde bir veri var. İki grup arasında kimi durumlarda örtük bir emek sömürüsü söz konusu olabiliyor. Didem Danış’ın araştırmalarını dikkatle okursanız bu veriyi bulabilirsiniz. Dolayısıyla bu iki grup arasında kentte sahip oldukları statü ve sermaye eşitsizliği nedeniyle bir asimetri mevcut. Keldaniler zaten Katolik oldukları için evliliklerde daha çok Katolik eşler seçiyorlar. Kullandıkları dil de farklı...

Seyfo’ya iki farklı bakış

Süryani Soykırımı Seyfo’nun İstanbul Süryanileri için önemi nedir? 

Seyfo konusunda iki tür algı var. Birincisi tamamen unutma ya da unutmaya çalışma durumu. Kuşaklar arasında hafıza aktarımı yapılmıyor. Seyfo’nun olduğu kabul edilse de bunun üstünde çok durulmaması gerektiğini düşünenler var. Bu da aslında bahsettiğimiz gibi yaşamaya devam etmek için kullanılan bir tür intibak stratejisi. Daha milliyetçi kesimler, özellikle Batı’daki Süryani diasporası ise Seyfo’yu çok daha fazla vurgulama ihtiyacı duyuyor.  Çünkü soykırımın tanınması onlar için Süryani kimliğinin devamını ve geleceğini garantiye alacak en önemli unsur. Bu çabaların sonuçlarını bence gelecek yıllarda daha net göreceğiz. Seyfo’nun tanınması için yürütülen etkinlikler yıllar içerisinde daha net sonuçlar verebilir çünkü grup önemli bir diaspora desteğine sahip. ‘Kurban’ konumundan çıkıp, hak talebi olan bunun için mücadele eden bir toplumsal yapı ortaya çıkabilir. 



Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.