Ermenistan’da 'Sasun'un Delileri' grubunun yaptığı eylem sona erdi ancak tetiklediği eylemlilik hali ve tartışmalar hala sıcak... Konuyu yakından izleyen isimlerle Ermenistan’ın son yıllarına damga vuran protesto hareketlerini ve bundan sonrasını konuştuk.
17 Temmuz Pazar günü kendilerine ‘Sasna Dzrer’ yani ‘Sasun’un Delileri’ diyen silahlı bir grup, Ermenistan'ın başkenti Yerevan’daki Erebuni Polis Merkezi’ni işgal ederek, içerdeki birkaç polis memurunu rehin aldı.
Silahlı grubun yaptığı ilk açıklamada ‘öncelikli taleplerinin’ Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın istifa etmesi ve ülkede yeni bir hükümetin göreve gelmesi olduğu belirtiliyordu. Grubun diğer talebiyse yoldaşları ve silah arkadaşları Jirair Sefilyan’ın, hapishanelerdeki diğer siyasi tutuklularla birlikte salıverilmesiydi.
Polis merkezindeki 14 günlük işgal, yakın dönemde Ermenistan’la Azerbaycan arasında, tartışmalı Karabağ topraklarında yaşanan çatışmalarla ilişkilendirildi. Grubun üyeleri, uluslararası medyada ‘4 Gün Savaşı’ adı verilen bu dönemde yaşananları gerekçe göstererek, yetkilileri “Ülkenin güvenliğini tehlikeye atmak” ile suçladılar. Yapılan açıklamada barışçıl protestoların ve hareketlerin başarısızlığa uğradığı belirtilirken, “Ulusun ve anavatanın geleceğini kurtarmak için kalan tek yol kitlesel bir ayaklanma ve silahlı bir isyandır” sonucuna varılıyordu.
Kurucu Meclis
Sasun’un Delileri Ermenistan hükümeti tarafından kınandı, grup üyeleri terörist olarak tanımlanıp yapılan eylemin bir terörist kalkışma olduğu söylendi. Peki, bu eylem neden yapıldı ve Ermenistan’da geçmişte yaşanan diğer protesto ve ayaklanmalarla ilişkisi nedir?
Erebuni Polis Merkezini işgal eden Sasun’un Delileri üyelerinin birçoğu ‘Kurucu Meclis’ adlı başka bir oluşumun ya üyesi ya da destekçisi… Kurucu Meclis ise oluşumu 2012’ye dayanan parlamento dışı siyasi bir hareket… Kuruldukları günden bugüne değin Serj Sarkisyan’ın istifasını ve ülkede bir rejim değişikliğini talep edegeldiler.
Kurucu Meclis, Sasun’un Delileri’nden daha geniş yelpazeye yayılan bir tabana sahip, bünyesinde farklı görüşteki insanları barındıran bir sivil toplum hareketi olarak biliniyor. Sasun’un Delileri üyelerinin büyük bir bölümü ise eski askerlerden oluşurken, bu kişilerin pek çoğu 1990’lardaki ilk Karabağ Savaşı’nda cephede bulunmuş.
Grubun serbest bırakılmasını istediği Jirair Sefilyan ise Kurucu Meclis’in kurucularından birisi… Kendisi, polis merkezi işgalinden yaklaşık bir ay önce 23 Haziran günü yetkililer tarafından tutuklandı, hakkındaki suçlamalar ise yasa dışı silah bulundurup tedarik etmek. Sefilyan, Lübnan doğumlu birisi, yaklaşık 20 sene önce Ermenistan’a göç edip Karabağ Savaşı’nda orduda kumandanlık yapmış bir isim, ancak Ermenistan’da geçirdiği bu süreye rağmen vatandaşlık başvuruları sürekli geri çevrilmiş.
'Kaçık' kahramanlar
Sefilyan Ermenistan’da hükümeti en sert şekilde eleştiren kişilerden birisi olarak biliniyor. Kurucu Meclis hükümet karşıtı yürüyüşler ve protestolar düzenleyen bir hareket, Sefilyan ve dört arkadaşı daha önce de yine böyle bir eylem sırasında emniyet güçleri tarafından gözaltına alınmış ve Human Rights Watch, Avrupa Komisyonu gibi kurumlardan bu olaya yönelik tepkiler gelmişti. Sefilyan’ın kendisiyle birlikte o gün gözaltına alınan dört arkadaşından biri bugün onunla beraber tutuklu bulunurken, ikisi Sasun’un Delileri’yle birlikte baskındaydı. Kurucu Meclis’in kullandığı slogan ‘sivil itaatsizlik ve barışçıl rejim değişikliği’. Hareketin Sefilyan’ın serbest bırakılması için polis merkezi baskınından on gün önce bir eylem daha yaptığını belirtelim.
Sasun’un Delileri ismi 8 ila 10. Yüzyıldan kalma bir halk destanına dayanıyor. Agos’un Ermenice sayfaları editörü Pakrat Estukyan, Sasun’un Delileri’nde efsanelerde yer alan bir ailenin dört kuşaktan erkeklerinin destansı hikâyesinin anlatıldığını söylüyor. Estukyan, “Kardeşler Sanasar, Baltazar, Koca Mher, Sasunlu Davit ve oğlu Genç Mher’in Ermenistanlıları özgürleştirmek için despotlara başkaldırışının anlatıldığı bu hikâye Ermenistan’da çok iyi bilinir. Destandaki kahramanlar bir yandan korkusuz savaşçılardır ama bir yandan da hafif kaçık, deli tarafları da vardır” diyor.
London School of Economics’te Ermenistan üzerine çalışmalarını sürdüren Armine Ishkanian, grubun seçtiği Sasun’un Delileri isminin hiç de tesadüf olmadığını ve bu tercihin pek çok sembol içerdiğini düşünüyor. Ishkanian, çalışmaları kapsamında Sefilyan da dâhil Kurucu Meclis’in üyesi yaklaşık doksan kişiyle irtibatı olan, onlarla derinlemesine mülakatlar yapmış bir isim, kendisi Ermenistan’da eylemlerin başladığı ilk günlerde ‘Open Democracy’ (Açık Demokrasi) sitesinde görüşlerini paylaşmaya başladı, bu dosya için de sorularımızı yanıtlamayı kabul etti.
Kahraman mı, terörist mi?
Ishkanian, grubun bu ismi seçip Ermenilerin geçmişindeki özgürlük mücadelelerine göndermede bulunarak, kendilerinin seçtiği silahlı mücadele yolunu meşru göstermek istemiş olabileceğini söylüyor. Ermenistanlılar sosyal medyada grubun terörist mi kahraman mı olduğunu tartıştığı bir ortamda Ishkanian, “Bir adım geri çekilip duruma baktığımızda bu kişilerin Ermeni toplumundaki tipik ideal erkek - ‘gerçek erkek’ modelini yansıttığını söyleyemez miyiz” diyor. Ishkanian, bu tiplemeye göre ‘gerçek Ermeni erkeği’ aşırı maskülen, heteroseksüel ve zayıfların – yani kadın, çocuk ve yaşlıların- yılmaz koruyucusu konumunda olduğunu, bu sebeple, uzun bir süredir bu erkek modelini olumlayan mevcut iktidar için bu grubu alaşağı etmenin; insan hakları savunucularını, LGBTİ gruplarını ve feministleri itibarsızlaştırmak kadar kolay olmadığını düşünüyor. Ishkanian, “Silahlı bu grup milliyetçilik ve ulusal gurur retoriğini kullanırken, diğerleri insan hakları ve demokrasiden bahsediyor ki bu bahsettiğim ikinci grup, iktidar ve aynı zamanda medya tarafından ‘fon yiyiciler’ olarak damgalanmış durumda” diyor.
Polis merkezi baskınını yapan kişilerin geçmişi, ilişikte oldukları sivil hareketin niteliği ve dile getirdikleri talepler değerlendirildiğinde, 17-31 Temmuz arasında Ermenistan’da yaşananların Karabağ ile bir ilgisi olduğu açık. Sasun’un Delileri’nin başlattığı bu eylem kısa sürede kitleselleşti, ancak bu ülkedeki ilk kitlesel eylem değildi elbette, 2010’ların başından beri Ermenistan’da daha çok demokrasi, yargıda ve gelir dağılımında adalet gibi taleplerle pek çok sivil hareket sokaklara indi. Eleştirilerinin hedefindeyse sadece hükümet değil ülkedeki milli gelirin büyük bir bölümünü ellerinde bulunduran büyük aileler de vardı.
İlk eylem değil
Halkı sokağa döken birkaç olaydan bahsetmek gerekirse; Tehut Ormanı’nda açılmak istenen madene karşı bir ayaklanma oldu. Ermenistan’ın en önemli iki gelir kapısından biri olan madencilik, ülke ihracatının yarısını oluştururken devletin sektör üzerindeki kontrolü çok sınırlı. Madenlerin büyük çoğunluğu Amerikalı, Alman, Rus ya da Çinli firmalara lisanslı, geri kalan ise Ermenistan’daki zengin ailelere ait… Madencilik düzenlemesinde de çevrecilik prensibi önemli bir yer tutmuyor. Kamusal alanların özel girişimlere açılmasıysa başka bir neden, örneğin Yerevan’daki Maştots Parkı benzer bir konuyla gündeme geldi, halk yine sokağa döküldü, parkta diğer ülkelerde gördüğümüz türde bir ‘işgal’ yapıldı. O dönem bu eylem için ‘Ermenistan’ın Gezi’si’ benzetmesi çok sık kullanılıyordu. Toplu taşıma ücretlerindeki artış ve emeklilik fonlarının özelleştirilmesi geniş katılımlı eylemlere yol açan diğer gelişmeler. Geçtiğimiz sene elektrik işletmesinde artan maliyetin halka yansıtılması ‘Elektrik Yerevan’ olarak bilinen büyük protestoların başlangıcına neden oldu. ‘Talana Hayır’ sloganı da bu dönem ortaya çıktı. Bugün, Dünya Bankası verilerine göre Ermenistan halkının yüzde 35’i fakirlik sınırının altında yaşarken, yine aynı verilere göre ülkenin 2016 yılında yaşadığı ekonomik kıpırdanmadansa aslan payını Ermenistan’ın zengin aileleri alıyor. Ülkedeki bütün bu sosyal adaletsizliğin toplumda yarattığı ciddi bir sıkışma olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu son olayda eylemcilerin arasında yer alarak, gözlem yapma fırsatı bulan bazı gazeteciler, bu defa sosyal adaletsizliğe karşı sokağa dökülen bir kitleden daha fazlası olduğunu söylüyor. Bunlardan birisi Gevorg Melikyan, diğeriyse Seda Grigoryan…
Gevorg Melikyan tecrübeli bir haberci, aynı zamanda Ermenistan Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Enstitüsü'nde bir uzman, kendisi her sabah Devlet Radyosu’nda yarım saat süren ‘Status Quo’ (Statüko) isimli bir program sunuyor. Ermenistan’da Devlet Radyosu’nu takip edenler, buranın Devlet Televizyonu’ndan biraz daha farklı olarak çeşitli görüşlere yer verebildiğini, zaman zaman muhalif durabildiğini söylüyorlar. Olaylar süresince sokakta olan insanlar da her sabah Melikyan’ın programından haberleri takip etmiş. Melikyan, Karabağ’da son dönemde Azerbaycan’la yaşanan ‘4 Gün Savaşı’ sonrasında ülkeler arasında görüşmelerin başladığını hatırlatıp “Halk arasında bir söylenti dolaşmaya başladı, Ermenistan’ın Rusya baskısıyla Karabağ’daki özgürleştirilmiş toprakların bir kısmından çekilmeyi kabul ettiği konuşuluyordu, bu iddiayı muhalif Kurucu Meclis üyeleri de dile getirdi” diyor. Nisan ayındaki çatışmada zaten bir miktar toprak kaybeden Ermeni halkı tarafında bu durum iyice gerginlik yaratmış. Ancak Sasun’un Delileri’nin Karabağ ile ilgili herhangi bir talebinin olmadığını da hatırlatalım. Sadece liderleri Jirair Sefilyan’ın serbest bırakılmasını istediler.
“İktidar para çalıyor”
Seda Grigoryan, “Baskını yapan Sasun’un Delileri, Karabağ’ı özgürleştiren muharip gazilerdi, halkın gözünde hepsi birer kahramandı” diyor. Kurucu Meclis’in bugüne kadar bir kitle toplama başarısı gösteremediğini, Deliler olmasa birkaç yüz kişi dışında bir kalabalık toplayabilmelerinin imkânsız olduğunu düşünüyor.
Seda, eğitimini Amerika’da tamamladıktan sonra çalışmak için ülkesine dönen genç bir gazeteci, CivilNet adlı internetten televizyon haberciliği yapan bir kurumda çalışıyor, eylemlerin yaşandığı 2 hafta boyunca her gün, kimi zaman çekim yapmak kimi zaman da kalabalık arasında görüş toplamak için sahadaymış, eylemler sırasında sadece bir gün Sasun’un Delileri’yle basının buluşabilmesi için ayrılan ve az sayıda gazetecinin alındığı alanda da bulunmuş. Seda, Ermenistan’da halkı kolayca sokağa dökebilecek düzeyde bir sosyal adaletsizlik olduğunu düşünüyor: “Ancak Karabağ ile ilgili dolaşan bu dedikodular zaten savaş sonrası çok duygusallaşan insanları çok tepkisel yaptı. Çatışmalarda 100 askerimiz hayatını kaybetmişti, ordunun bu tür bir çatışmaya hazır olmadığı görülmüştü ve böyle bir ortamda ülkede hala para çalan bir iktidarın olması işleri büyüttü” diyor. Olayları yakından takip eden belgeselci Suren Deheryan’sa kitlenin önceki eylemlere göre daha kapsayıcı olduğu görüşünde. Deheryan, “Herkesin kendine has gerekçeleri olsa da sokağa çıkan insanların ortak motivasyonu ülkedeki iktidarın değişmesi” diyor.
Peki, neden olmuyor?
Bütün bu sivil toplum hareketliliğine ve yıllar süren onca protestoya rağmen yine de talepler anlamında, hükümetten birinin istifasını bırakın kazanım sayılabilecek çok az şey var. Seda, “2 polis hayatını kaybetti, onlarca insan nedensiz yere gözaltına alınıp darp edildi, ama ne değişti dersen, hiçbir şey… Bana göre artık polis şiddet kullanmak konusunda daha özgür hissedecek, ülkede ifade özgürlüğüyse engellenmeye devam edecek” diyor. Peki, Ermenistan’daki artarak büyüyen hükümet karşıtı eylem neden kayda değer bir kazanım elde edemiyor?
Bu soruyu akademisyen Ishkanian’a soruyoruz, eylemlerin ve taleplerin sivil toplum çerçevesinde kaldığı, parlamentoya ulaşamadığı veya bir siyasi harekete dönüşemediği cevabını alıyoruz. Sivil toplum inisiyatifleri liderlerinin yönetici pozisyonunda olduğu 2013’te kurulan siyasi parti ‘Sivil Sözleşme’ bir seçim başarısı kazanabilmiş değil, partinin lideri adeta mecliste tek başına bir ses, kendisi daha geçen hafta, polis merkezi baskınında yaşananların araştırılması için parlamentoda bir özel bir oturum yapılmasını teklif etti ancak gerekli olan 35 imzayı dahi toplayamadı. Ishkanian, “Statükonun sürdürülemez olduğu çok açık. Ama gelecekte ne olacağı da tamamen hükümete bağlı… Hükümetinse baskı mı, reform mu, hangi yolu seçeceğini ise bekleyip göreceğiz” diyor.