Böyle bir musibetin ardından gerçekten de böyle bir döneme girecek miyiz? Umalım ki öyle olsun. Ancak idam cezasının geri geldiği, her türlü muhalif gösterinin hem devlet hem de “kamuoyu” marifetiyle bastırılacağı, linç atmosferinin havada asılı kalacağı bir döneme girme ihtimalimiz de ufukta belirgin biçimde görünüyor.
Artık darbeler döneminin kapandığı yönünde kamuoyunda geniş bir mutabakat varken 15 Temmuz Cuma gecesi tanık olduğumuz, ordu içindeki bir bölümün kalkıştığı darbe denemesi herhalde toplumun bir kesimi için şaşırtıcı olmuştur. Gece yarısı civarında anladığımız şuydu: TSK bir bütün olarak (neyse ki) darbeye destek vermemişti ve girişim akim kalacaktı. Ancak gece yarısını geçtikten sonra anladık ki bu işe kalkışanlar TBMM’yi bombalamaya kadar giden bir intihar psikolojisi içindedirler ve bu işin can kaybı açısından ne tür bir bilançoyla noktalanacağı belirsizdir. Aynı saatlerde CNN Türk binasını basılması da bu “çılgınlığın” bir başka göstergesiydi.
Demokrasiyle hiçbir ilgisi olmayan bu girişimi elbette lanetlemek başlıca işimiz olmalıdır. Hükümet’e ve medyanın geniş bir kesimine bakarsak bu kalkışma Gülen Cemaati’ne yakın komutan ve subaylarca gerçekleştirilmiştir. Şu ana kadar bunu yanlışlayacak bir gelişmeye tanık olmadık dolayısıyla bu izahati dikkate almamız gerekir. Konuyu yakından izleyen bazı gazeteciler de Cemaatin böyle bir işe kalkışmasının beklenebileceğini, büyük bir tasfiyenin yaşanacağının belli olduğu Ağustos ayındaki YAŞ öncesi Cemaatin böyle bir hamleye kalkışmasının şaşırtıcı olmadığını söylemekte, yazmaktalar. Elbette ki tablonun tamamı gözaltına alınan komutanların sorgulanmasıyla ortaya çıkacaktır. Ancak kendi adıma şu notu da düşmek isterim. Dün (Cumartesi) gün boyu gözaltına alınan komutanların listesini altyazı olarak geçti haber televizyonları. Listeye baktığımızda Türkiye’nin tamamına yayılmış geniş sayılabilecek bir ağ ile karşı karşıya olduğumuzu gördük. Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: TSK’da bu kadar Cemaat’e yakın üst düzey, (hayli üst düzey) komutan, bu kadar maceradan sonra nasıl olabiliyor? Ve bunla bağlantılı ikinci soru: Acaba Cemaat’e yakın olmayan bazı komutanlar da gidişatı izlediler, beklediler ve duruma göre tavır almayı, ya da bir yerinden bulaşmayı mı tercih ettiler? Yine aynı şekilde gözaltı kararı çıkarılan hakim ve savcı sayısı da binlerle ifade ediliyor. Bu isimler iki günde nasıl saptandı? Ki şunu düşünelim, son iki yıl, yargıda hayli sert bir temizlik harekatı ile geçmişti. Dolayısıyla “Darbe Davası”nın nasıl ilerleyeceğini merakla izleyeceğiz.
Darbe girişimi sonrasına gelecek olursak. Evet bir aşamada toplumun devreye girmesi hem darbe atmosferini zayıflatmak hem de “sokağın meşruiyetini” ispatlamak açısından olumlu olmuştur. Ancak bu sokağa çıkma ve çıkarılma meselesinin pürüzsüz ilerlediğini söylemek mümkün değil. Öncelikle teslim olan erlerin linç edilmesi çok ciddi bir mesele olarak duruyor ve üstelik bu hal Hükümet tarafından da olumlu bulundu. İkincisi bu kalabalıklar eliyle “İdam” cezasının geri getirilmeye çalışıldığı yönünde kuvvetli işaretler var. İstanbul’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın evinin önünde , Ankara’da ise TBMM önünde toplanan kalabalıklar “İdam isteriz” sloganları attılar ve gerek Başbakan gerekse Cumhurbaşkanı bu talebi olağan gören ve bu konuda adım atılabileceğini ima eden açıklamalar yaptılar. Bu gelişme ilerisi için soru işaret yaratan bir durumdur.
Ve elbette bu kalabalıkların hali, tavrı da pek “çoğulcu” ve “demokrasi aşığı” gibi durmuyor. Attıkları sloganlar ve tekbirlerin, nereye yöneleceği kestirilemeyen intikamcı bir tavrın bilhassa Aleviler ve seküler kesim içinde ve bu mahallelerde tedirginlik yarattığını söylemek gerekir. Dolayısıyla iktidarın 1 hafta boyunca her gece sokaklara çıkılmasını talep etmesi gitgide sıkıntı yaratacak bir eylemlilik haline evrilebilir. Kaldı ki yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bir darbe girişiminin savuşturulmasını, her gece bir bayram havasında kutlamak, bu kayıplar açısından da uygun bir davranış olmasa gerek.
Şu da var: Darbe girişimi sonrası kamuoyunda esen “demokrasi” rüzgarı elbette sevindiricidir. Ancak burada da “darbe öncesi” dönemi unutursak hata ederiz derim. Mesela şu sahne anlamlıdır: Girişim sonrası TBMM’de bulunan dört parti ortak bir bildiri hazırladı ve bu bildiri TBMM’deki özel oturumda okundu. Ve bu dört partinin genel başkanları ya da grup başkan vekilleri önemli konuşmalar yaptılar. HDP’den İdris Baluken konuşurken şunu hatırlamamak zordu: Daha iki gün öncesine kadar Erdoğan’ın ısrarı ve AKP’nin önderliğiyle dokunulmazlığı kaldırılan halkın oyuyla seçilmiş milletvekilleri, peş peşe ifadeye çağrılmaktaydı. Yasama, yürütme, yargı arasında “kuvvetler ayrımı” da neredeyse sıfırlanmış, tüm güçler tek kişiye biat eder hale gelmişti.
Evet elbette bunlar TBMM’nin bombalandığı, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, başarılı olurlarsa bizi nasıl bir hayatın bekleyeceğinin hiç bilinmediği bir darbe girişimi ile tıpatıp benzerlik göstermez. Ancak geçtiğimiz iki-üç yılın neredeyse her gününü “sivil müdahale” girişimleri ve uygulamaları ile geçirdiğimizi unutmamak gerekir.
Keza 7 Haziran sonrasına damga vuran Kürt illerindeki yıkımı ve savaş politikalarını da unutmamak gerekir. 7 Haziran seçimlerinin, yani halkın iradesinin hangi şartlarda bir tür “iptal” edildiğini ve 1 Kasım seçimlerine hangi şartlarda gidildiğini de unutmamak gerekir.
Yine de günümüzle bitirelim. Cumartesi gecesi haber televizyonlarındaki tüm konuklar artık yeni bir Türkiye, daha demokratik bir Türkiye temenni ediyorlardı. Dinlerken bir an son 10 yılın seçim gecesi yayınlarından birini izlediğimi sandım. AKP’nin seçim galibiyetleriyle biten bu gecelerde herkes demokratik açıdan yeni bir döneme girdiğimizi ya da girmemiz gerektiğini umutla söylerdi.
Böyle bir musibetin ardından gerçekten de böyle bir döneme girecek miyiz? Umalım ki öyle olsun. Ancak idam cezasının geri geldiği, her türlü muhalif gösterinin hem devlet hem de “kamuoyu” marifetiyle bastırılacağı, linç atmosferinin havada asılı kalacağı bir döneme girme ihtimalimiz de ufukta belirgin biçimde görünüyor. Bu sabah aldığımız, çok sayıda haber sitesine erişimin engellendiği yönündeki haberler de bu açıdan hayli can sıkıcı.
Demokrasi kazansın, şimdi ve her zaman. Temennimiz budur.