Kısıtlı bir çevrede seçim yaptığı için meşruiyeti sürekli tartışma konusu olan Üç Horan Yönetimi’nin son 16 yıldır üyesi olan Boğos Yılan, 2015 yılı Mart ayında Aret Akpulat ve Arto Akay’la birlikte yönetim kurulundan istifa etmişti. Eski yönetim kurulu üyesi Agos’a konuştu.
Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı, Ermeni toplumunun maddi sıkıntı yaşayan diğer vakıflarının kendisinden destek için beklenti içerisinde olduğu ancak bu beklentilerin hiçbir şekilde karşılık bulamadığı önemli bir kurum. Belki kırk yıldan fazla bir süredir aynı yönetim kurulu vakfı yönetiyor. 2009 ve 2011 yıllarındaki seçimlerse büyük tartışmalara yol açtı, mahkemelik oldu ve şu andaki yönetim yıllarca mazbata alamadı. Kısıtlı bir çevrede seçim yaptığı için meşruiyeti sürekli tartışma konusu olan Üç Horan Yönetimi’nin son 16 yıldır üyesi olan Boğos Yılan, 2015 yılı Mart ayında Aret Akpulat ve Arto Akay’la birlikte yönetim kurulundan istifa etmişti. Uzun bir süre sessizliğini koruyan eski yönetim kurulu üyesinin Agos’a yaptığı açıklamalar, yönetimdeki son durumu gözler önüne seriyor.
Neden istifa ettiniz?
Yönetime Aret Akpulat ve Arto Akay iki genç üye olarak geldiklerinde en çok sevinen ben oldum. Aktif olacaklarını ve yeni bir soluk getireceklerini düşünüyordum. Fakat ne yapmak istediysek hep önümüze engel çıkarıldı. Soru soran yok, karışan yok, toplantılarda herkes keyif yapıp gidiyordu. Biz üçümüz her şeyle saniye saniye ilgileniyorduk. Görev verilmemiş olsa bile konuları takip ediyorduk. Bir yönetim kurulu olduğunda normalde herkesin bir sorumluluğu olur. Ama bizde öyle değil. Tek kişi her şeyi yönetiyor.
Bahsettiğiniz tek kişi 90 yaşının üzerindeki vakıf başkanı Apik Hayrabetoğlu mu? Bu yaklaşım, işlerin aksamasına neden olmuyor mu?
Kendisi ve yakınındaki en fazla bir ya da iki kişi. İşlerin yürüdüğünü kimse söyleyemez. Örneğin okulu müdür yönetiyor. Yönetimin o konuda hiçbir katkısı yok mesela. Aret Akpulat eğitimli olduğu için o konulardan daha iyi anlıyordu ve o da ilgileniyordu okulla fakat en çok ben koşuyordum, çünkü oradaki her çocuk bana göre kendi çocuğum gibidir. Okulla ilgili projelerimiz vardı, ancak istediğimiz hiçbir konuyu yönetime taşıyamıyorduk. Bu durum son on yılda giderek daha da kötüleşti. İstifa ettiğimiz dönemde, Tokatlıyan’la ilgili ciddi teklifler vardı, toplantıya gidiyorduk yönetimde konuşulacak diye. Ancak her seferinde birden başka bir şey gündeme geliyor ve o konu konuşulmadan rafa kalkıyordu.
Tokatlıyan’la ilgili çalışmalar nasıl yürütülüyordu?
Bizim düşüncemiz, ‘Şu tarihle şu tarih arasında Tokatlıyan için teklif alacağız diye ilan edelim, sonrasında da profesyonel bir danışmanlık firmasının desteğiyle teklifleri değerlendirelim, aralarından öne çıkanları topluma açıklayalım ve nihai kararı verelim’ şeklindeydi. Ama ne dediysek olmadı. Biz Aret’le Teknik Üniversite’den ve özel bir firmadan raporlar çıkarttırdık. Sonuçta yönetim kurulundan kimsenin uzmanlık alanı değil bu işler. Biz bu kadar çaba sarf ederken, hiçbir aşama kaydedilemedi, aksine hakkımızda söylentiler çıkarıldı ve yönetimden kırgın bir şekilde ayrıldık. Ben 16 yıl canla başla orada çalıştım ve kendimi bir ailenin mensubu gibi görüyordum. Apik Bey’i babam gibi sayıyordum ve sonuçta bize haksızlık yapıldığı için daha fazla kalamadık. Ayrıca ne kötülük yapıldıysa, ‘Boğos yaptı’ diyerek sürekli beni suçlu göstermeye çalıştılar.
Bundan 6 ya da 7 yıl önce çok ciddi teklif vermiş Hollanda menşeli bir firma vardı, bu ilk ciddi teklifti. Gerçekten iyi bir teklifti. Firma, şartlarımızın neredeyse hepsini kabul ediyordu. Teklifin miktarı ise inşaat süresince aylık 150 bin Dolar, inşaat sonrasında ise aylık 375 bin Dolar şeklindeydi. En son teklif bundan da iyiydi. Ama neye yarar, hepsinin önüne set çekildi. Bu, cemaati zarara uğratmaktan başka bir şey değil. Bir de bizim hakkımızda avanta alıyor iftiralarını çıkardılar. Kulağıma ilk geldiğinde kahroldum. Altı ay sabrettim ve söylentilerin asılsız olduğunu yönetim kurulunda ispatladım.
Sizi istifaya götüren son aşamada Tokatlıyan’la ilgili ciddi bir teklif vardı sanırım. Ayrıntılarını verebilir misiniz?
O döneme kadar vakfın hukuk işleriyle yönetimde, yani aramızda bulunan ‘kişi’ ilgileniyordu. Tokatlıyan’la ilgili işler ciddileşince bu işleri ondan alıp Levent Bıçakçı Hukuk Bürosu’yla anlaşma yoluna gittik. Sözleşme yaptığımız firma, bu alanda çok tecrübeli bir firma ve oranın bizden sonrası için de vakfımızı güvene alacak en doğru anlaşmayı yapmamızı sağlayacağından emindik. Üzerinden on beş gün geçmeden o sözleşme feshedildi. Ne olduğunu anlamadık. O tarihte çok güzel bir teklif vardı ve hukuk bürosuyla sözleşme feshedildikten sonra biz istifa ettik. Ardından ilk işleri, o anlaşmayı rafa kaldırmak oldu. Karşısına ‘x’ bir teklif çıkardılar, “On sene peşin veririz, biz vakıfız burayı yapar size hibe ederiz” gibi, ayakları yere basmayan bir teklifti. İnandırıcı bulmadığımı söyledim. Bahsettiğim teklifi verense iki yıldır Tokatlıyan’la ilgileniyordu, firmanın ne olduğu ortadaydı ama buna rağmen o kişiyi hep oyaladılar. Bugün de verseler talip olacağını düşünüyorum. Çünkü Tokatlıyan’ın ismine özel bir ilgisi vardı ve tarihini hepimizden iyi biliyordu.
Cemaate katkı konusunda Üç Horan Vakfı’ndan çok şey bekleniyor ama bu beklenti karşılıksız kalıyor. Neden?
Bundan beş yıl önceydi, o dönemde Tıbrevank’ın hiç geliri yoktu, Feriköy keza öyle. Belli bir artı bütçemiz vardı, “Büyük kısmını Feriköy’e verelim kalanını da Tıbrevank’a” dedim. Orada da suçlu ben oldum. “Senin yüzünden beklenti içine girdiler” diye sürekli yüzüme vurdular. Mesrob Badriark’ın sağlığında, Ortaköy’de Kilise’nin evlerinden biri, Patrikhane’nin misafirhanesi olarak düzenlenecekti. Yönetime “Herkes bir şey yapıyor, biz de küçük bir katkıda bulunalım” dedim ve dairenin beyaz eşyalarını yaptık. Onu da sürekli yüzüme vurdular “Senin yüzünden o kadar para verdik” diye. Sonra bir madağda 15 bin TL zarar açıklandı. O hesap tablosu önümüze geldiğinde “Biz cebimizden koyalım ama o zararı açıklamayalım ayıptır” dedim. Gene olmadı. Sonuçta Üç Horan yönetimi alay konusu oldu. Anlaşamadığımız bir diğer önemli konu da fazla personel konusu oldu. “Çok fazla personel var bunları azaltalım” dedim, çalışma yap dediler hesapladık ettik, tam çıkarma aşamasına geldiğimizde “Dur kalsın” dediler. Fakirlerle ilgilenen yok. Nerede oturuyorlar? Nasıl yaşıyorlar? Bilen yok. Geliyorlar bir saat bekliyorlar 20 TL verip gönderiyoruz. Çok çaba sarf ettim, yalvardım 40 TL’ye çıkardılar, utanılacak bir durum dedim onlarca kez söyledim 100 TL’ye getirdiler, bu rakama çıkarana kadar canımız çıktı.
Son seçimlerde aktif bir rolünüz vardı. Vakıf neden sınırlı bir çevrede seçim yapmakta direndi?
600 kişiyi mahkemeye verdiler. Bu gündeme geldiğinde Apik Hayrabetoğlu ve Vahram Vartanyan’a yalvardım “Kendi kardeşlerimizi mahkemeye vermeyelim. Bu durumu kimseye anlatamayız” dedim. Ama ‘tek bir kişi’nin baskısıyla bu mahkemeye verilme olayı oldu. Bizi hiçe saydılar. Seçim çevresine gelecek olursak, eskiden seçmen sayısı 700’den biraz fazlaydı. Son seçimde 375 civarındaydı diye hatırlıyorum. Bana böyle sınırlı bir çevrede seçim yapmak doğru mudur, diye soruyorsunuz. Ama bu benim koyduğum bir kural değil. Devletin koyduğu bir kural, düzeltecekse bu durumu devlet düzeltecek ve her vakıf için aynı kurallar geçerli olacak.
Bugüne kadar neden hiç konuşmadınız?
İstifa ettiğimiz dönemde fazla konuşmadım ama artık halkımızın bazı şeyleri bilmesi gerekiyor. Saklayarak hiçbir şey düzelmiyor. Bu derece, hiç proje üretemeyen, cemaate katkı sağlayamayan bir kurumda neler olduğunun bilinmesi gerekiyor.