Dış politikada son bir haftadaki hızlı ve ciddi değişimi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden Dr. Nuri Yeşilyurt değerlendirdi.
Türkiye, bir hafta içinde, bir süredir politik olarak sorunlar yaşadığı İsrail ve Rusya’yla ilişkilerini düzeltmek için diplomatik adımlar attı. Bu durum dış politikada "anlamlı bir stratejik değişiklik" midir yoksa "günü kurtarmak amacı"yla yapılan bir hamle midir? Yani Ahmet Davutoğlu'nun “stratejik derinlik”i çöktü ve "stratejik derinlik” politikasının öncesine mi döndük ve bunun anlamı nedir? Ve bütün bu yeni hamleler “aslında” neden yapıldı? Dr. Nuri Yeşilyurt dış politikada yaşanan değişimi şöyle yorumladı:
"Bu son hamleleri dış politikanın normal rayına oturmasının ilk hamleleri olarak görüyorum. Son 5-6 yıldır Türkiye’de dış politika iktidarın iç politik konsolidasyonun bir aracı olarak kullanılıyordu. Arap Baharı sırasında çevre ülkelerde yaşanan çatışma ve ayrışmalar içselleştirilip, Türkiye’deki kutuplaşmayı yeniden üretir hale getirilmişti. Bu ortamda Türk dış politikası da müdahaleci ve yer yer çatışmacı bir karaktere bürünerek, Türkiye’nin bölgede yalnızlaşmasına neden olmuştu. Bu yalnızlığın hem ekonomik hem de güvenlik açısından maliyeti büyüktü ve uzun süre devam ettirilemezdi. Nihayet Rusya gibi büyük bir güçle yaşanan son gerginlik bu gerçeği “çark edişin” tetikleyicisi oldu.
Önceki dönemin hataları Davutoğlu’na
Zamanlamaya ve Ahmet Davutoğlu bağlantısına gelecek olursak şöyle diyebiliriz: Davutoğlu dış politika alanında belli bir akademik birikimi, tecrübesi ve kendince vizyonu olan bir başbakandı. AKP’nin dış politika vizyonunun baş mimarıydı. Buna karşın, Binali Yıldırım dış politika konusunda tecrübe ve/veya akademik kariyer sahibi bir isim değil. Dolayısıyla Davutoğlu’nun Başbakanlık görevinden ayrılması, Cumhurbaşkanlığı’na önceki dönemin hatalarını üstü kapalı bir şekilde Davutoğlu’na yükleyip dış politikada yeni bir açılım yapmasına olanak sağladı diye düşünüyorum.
Ulusal çıkarlar gözetildi
Bu son hamleleri esas önemli kılan şey, bunların kısa vadeli iç politik hesaplardan ziyade, Türkiye’nin uzun vadeli “ulusal” çıkarlarının gözetilerek atılmış olması. Yakın gelecekte bir genel seçimin beklenmiyor oluşu, bu adımları muhalefet partileri ve bazı İslamcı kesimlerden gelen tepkilere rağmen rahatça atabilmede etkili olmuştur diye düşünüyorum. Ama her halükarda bu gelişmeleri dış politikamız açısından iyiye işaret olarak görüyorum. Zira Türkiye ancak bölgedeki bütün devletlerle irtibat ve diyalog halinde olduğu sürece hem kendisi hem de bölge halkaları yararına olumlu bir şeyler yapabilir. Rusya ve İsrail’le ilişkilerin düzelmesi bu açıdan önemli.
Başa dönüş zor
Uzun yıllardır uygulanan dış politikanın boşa gitmesi gibi bir durum yok. O zamanın koşullarında çatışmacı bir dış politika iktidarın daha çok işine yarıyordu. Zira daha çok iç politik kaygılarla hareket ediliyordu. Özellikle 2013-2015 arası AKP’nin içeride pek çok meydan okumayla karşı karşıya kaldığı ve arka arkaya çok fazla seçimin olduğu bir dönemdi. Bu süreçte iktidar müdahaleci ve çatışmacı bir dış politika izleyerek, kendini Müslüman Kardeşler, ÖSO, Hamas gibi bölgedeki “mazlum” İslamcı hareketlerle özdeşleştirdi. Arka arkaya yapılan seçimlerde bu duruş meydanlarda dillendirdi ve AKP’nin gücünü konsolide etmeye yaradı. Ama Türkiye gibi güç ve kaynaklar açısından sınırlı bir ülke bu dış politika duruşunu uzun süre devam ettiremezdi. En nihayetinde 2015 sonrasında iç politikadaki meydan okumaların çoğunu bertaraf edilip iktidar sağlamlaşınca, dış politikada yeni bir yolun önünü açıldı. Bunun nereye kadar devam edeceğini zaman gösterecek. Her halükarda bir başa dönüş zor, zira artık bölge eski bölge değil. Komşu yeni aktörler var (ör. PYD ve IŞİD). Bunlarla ilişkilerin nasıl evrileceği önemli."