Halepli bir gümüş ustası ve fotoğrafçı olan Hagop Vanesian, iki yıl önce Los Angeles şehrine taşınmış. Vanesian’ı özel kılan etken ise, fotoğrafçının, Halep’teki son iki yılında çektiği kareler.
Suriye’deki savaş sürerken, ülkenin verdiği dış göç de artıyor. Beş yıldır savaşla iç içe yaşayan Suriyeliler, ilk durakları Lübnan ve Türkiye olmak üzere birçok farklı ülkeye göç ediyor. Savaş sonrası ailesiyle birlikte göç edenlerden biri de, Hagop Vanesian. Halepli bir gümüş ustası olan Vanesian, savaşın, doğup büyüdüğü kenti de yaşanmaz hale getirmesiyle, iki yıl önce ailesiyle birlikte ABD’nin Los Angeles şehrine taşınmış. Vanesian’ı özel kılan etken ise, fotoğrafçının, Halep’teki son iki yılında çektiği kareler. Vanesian, siyah beyaz çektiği fotoğrafları Unutulan İnsanlık adı altında sergiledi. New York kentindeki Birleşmiş Milletler binasında sergileyen Vanesian, aynı sergiyi geçen hafta Adana’daki Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde sergiledi. Asıl mesleği gümüş işlemeceliği olan Vanesian’la Suriye’deki hayatından ABD’ye göçüne, çektiği fotoğraflara birçok konu hakkında söyleştik.
Belgesel fotoğrafçılığına 1999’da başladığını belirten Hagop Vanesian, Halep’i şu sözlerle anlatıyor: “Halep, on bin yıllık geçmişe sahip bir şehir. Uygarlığın beşiği sayılan Suriye’nin ikinci en büyük şehri Halep’te insanlar ırk, din, mezhep ayrımı yapmadan o topraklarda kardeşçe yaşıyorlardı.”
Halep’te doğup büyüyen Hagop Vanesian, orada gümüş işlemeciliğiyle uğraştığını belirtiyor. Yaşadığı şehirden göç etmek zorunda kalmasını ise şu cümleyle özetliyor: “Halep benim doğum yerim, anılarım, ailem, evim, bazılarını kaybettiğim dostlarım, akrabalarım ve en son ruhumu orada terk ettiğim yer.”
İç savaşın Suriye’de yaşayan herkes gibi kendi hayatını da değiştirildiğini söyleyen Vanesian, “Savaş, ‘insanlık’ kelimesinin anlamsız kaldığı yer ve zaman, her güzel şeyin bir anda son bulduğu yer ve zaman” diyor ve ekliyor: “Yıllarca belgesel fotoğrafçılığı yaptığı Halep’te 2011’de başlayan savaşla sevdiklerimi kaybetmek ve anılarımın olduğu yerlerin gözüm önünde yok olmasının yaşattığı duygu, hayata bakış açımı değiştirdi.”
Doğup büyüdüğü şehri savaş alanı olarak fotoğraflamanın zorluğuna da değinen Vanesian, duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “Benim için bu savaşı belgelemek, yaşadığım şehri, çocukluğumda yürüdüğüm sıcacık ara sokakları bir yıkım halinde görmek çok zordu ancak insanların trajedileri bana güç verdi ve ben de bunu bir insanlık görevi sayarak yaşananları belgelemeye karar verdim. Amacım, siyah beyaz karelere sığdırdığım bu trajediyi, insanlığın yok olduğu mekândan bir insanlık mesajı iletmek. Ayrıca benim acım Suriye sınırları içinde veya dışında yaşayan her Suriyeli vatandaşın acısıdır.”
ABD’den Seyhan’a
‘Unutulan İnsanlık’ sergisine ilk olarak New York’taki Birleşmiş Milletler binası ev sahipliği yaptı. Serginin ikinci durağı ise Adana’ydı: “Fotoğraflarımın Adana’da da sergilenmesi fikri yakın arkadaşım Sernur Sayar’a ait. Kendisi aynı zamanda sergimin küratörlüğünü de üstlendi. Seyhan Belediyesi sergimin tüm masraflarını karşıladı, belediye başkanı Zeydan Karalar, Seyhan Beledyesi Kültür Merkezi Müdürü Güven Boğa, belediyede görevli Merve Akdağ’a ve ayrıca beni destekleyen arkadaşım tiyatro sanatçısı Tamer Gözüdeli’ye teşekkür ederim. Serginin küratörlüğünü ise yakın arkadaşım Avukat Sernur Sayar üstlendi.”
‘Tereddüt hissi’
Serginin ABD’den sonra Türkiye’deki bir şehirde izleyicilerle buluşması konusunda bir süre tedirgin olduğunu belirten Vanesian, Adana’ya gittikten sonra bu hissiyatının değiştiğini söylüyor: “Doğrusunu isterseniz, bir Ermeni olarak Türkiye’de sergi açma fikri, bende bir tereddüde yol açtı. Ama söylediğim gibi beni destekleyen arkadaşlarım vardı Adana’da. Tanıdığım herkesten sadece saygı, sevgi ve destek gördüm. Tüm bunlar, Türkiye’de başka bir şehirde, bu kez İstanbul’da aynı sergiyi açmayı istememe vesile oldu.”
Hagop Vanesian, Unutulan İnsanlık’taki fotoğrafların İstanbul’da da sergilenmesini istemesinin sebebi olarak şöyle diyor: “İstanbul’u Sadece dört gün gezdim, gördüm. Orada sokakta yaşayan insanları gördüm. Bu güzel, tarihî şehri sadece bir şehir olarak görmüyorum. Bence İstanbul doğu ve batıyı yalnızca iki coğrafi olarak değil, kültürel olarak da birleştiren bir köprü görevi üstleniyor.”