Özgür Gündem gazetesinin “Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmeni” dayanışma kampanyasına katılan 15 kişiye “terör örgütünün propagandasını yapmak”tan soruşturma açıldı. Eş Yayın Yönetmenliği yapan gazeteciler, dayanışmayı daha da büyütmek gerektiğini söylüyor.
Özgür Gündem gazetesinin 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde üzerlerindeki baskı ve soruşturmalara karşı dayanışma için başlattığı “Özgür Gündem Nöbetçi Eş Yayın Yönetmenliği” kampanyasında 15 nöbetçi yayın yönetmenine “terör örgütü propagandası”ndan soruşturma açıldı. Ertuğrul Mavioğlu, Faruk Eren, Ayşe Düzkan, Mustafa Sönmez, Melda Onur, Ömer Ağın ve Ahmet Abakay ifadelerini verdi. Fehim Işık, Celal Başlangıç, Eşber Yağmurdereli, Ragıp Duran ve Nurcan Baysal da yakında ifadeye gidecek. Kampanya 15 Haziran’a kadar devam ediyor. Öte yandan Gündem’in yayın yönetmeni İnan Kızılkaya hakkında açılmış yaklaşık 15-20 dava ve 60 civarında da soruşturma var.
Düzkan: Hükümetin politikası gazeteciyi bağlamaz
Savcılıkta ifade veren Ayşe Düzkan, “Anlayabildiğim kadarıyla savcı soruşturmayı bu dayanışma üzerine değil, tek tek haberlerin sorgulanmasına dayandırmayı düşünüyor. Oysa haber, habercilik ve gazeteciliğin sorgulanabileceği iki alan var; gerçeği yansıtıp yansıtmadığı ve kullanılan dilde ayrımcılık, nefret söylemi olup olmadığı. Hükümetin güncel politik konsepti gazeteciyi bağlamaz, bağlayamaz. Oysa hangi haberin, hangi haberciliğin yargının konusu olacağı herkesin, en azından Agos okurlarının- kolayca görebileceği gibi hükümetin siyasal tercihleriyle ilgili. Bunu kabul etmek mümkün değil” diyor.
Mavioğlu: 2013’te AA Kandil’den haber geçmişti
Ertuğrul Mavioğlu da savcılıkta ifadesi alınan gazetecilerden. Mavioğlu, yaptığı 10 Mayıs tarihli gazeteyle ilgili Terörle Mücadele Kanunu savcılığı tarafından soruşturma açıldığını ve tutanağa ve sonradan ifadelerini alan savcıya göre, “gazetede yayınlanan altı haberin terör örgütünün propagandası” olarak değerlendirildiğini söylüyor. Mavioğlu, “Önümüzdeki günlerde soruşturma dalgası daha da büyüyecek ve başka isimleri de kapsayacak. Çünkü habere, gerçeğe, kendi propaganda söylemlerinin dışında kalan her cümleye tahammülsüz bir iktidar, ülkenin ensesinde boza pişiriyor” diyor. Amaçlarının ise, “soruşturma, dava ve ceza kıskacındaki Özgür Gündem gazetesine bir nebze olsun nefes aldırmak” olduğunu ifade edip devam ediyor: “Soruşturmalar bu çerçevede düşünüldüğünde son derece isabetli oldu. Gazeteyi, basın özgürlüğü çerçevesinde savunarak o nefesi aldıracağımızdan hiçbir kuşkum yok.” Ama soruşturmaya itirazı var elbette: “Savcılıkta da belirmeye çalıştığım gibi, haberin kriminalleştirip yargılama konusu yapılmasını, her bilginin, neredeyse hemen herkes tarafından öğrenilebildiği yaşadığımız koşullarda hem saçma hem çağdışı hem de ayıp buluyorum. Mesela benimle ilgili suçlama konusu haline getirilmiş olan haberler arasındaki Duran Kalkan röportajının bir benzeri 2013’te Vatan gazetesinde günlerce manşetten verilmiş ve hiçbir şekilde soruşturulmamışlardı. Hatta PKK liderlerinden Murat Karayılan’ın Kandil’de 2013’te düzenlediği basın toplantısına katılan yüzlerce gazeteci arasında Anadolu Ajansı’nın muhabirleri de vardı ve orada konuşulanlar devletin resmi ajansından haber olarak verilmişti.” Mavioğlu, dayanışmanın daha artması gerektiğini söylüyor: “Meğerki soruşturmaların ardı arkası kesilmiyor, o halde dayanışmayı daha da büyütmek şart. Gerçekleri yazan bir gazeteyle dayanışmaya girdiğimiz için yüzlerce gazeteciyi hapse mi atmayı planlıyorlar? Bu durumda geride kalanlarımız nöbet için sıraya girmelidirler.
Işık: Dayanışma ürküttü
Mavioğlu’nun hem bu görüşünü hem de “Savaşta önce gerçekler ölür” sözünü tekrarlayan yine hakkında soruşturma açılan ve yıllardır Kürt basınında çalışan Fehim Işık. Işık, “Ülkemizde, yalnız gerçekler öldürülmüyor, gerçekleri yazanlar da öldürülüyor. 90’lı yıllarda Kürt gazetecilerin yaşadıklarını unutmadık” diyor ve ardından 7 Haziran’dan sonra yaşananları hatırlatıyor: Çocukların cenazelerinin dondurucularda saklanması, Taybet İnan gibi kadınların cenazeleri günlerce sokakta bekletilmesi, insanların Cizre’de olduğu gibi bodrumlarda yakılarak katledilmesi. Işık, “Tüm bunları yapanlar ülkenin resmi kolluk güçleriydi ve hiç kimseden ses çıkmıyordu. Yaşanan bu durum karşısında gazeteci olarak yapabileceğimiz en önemli şey, mesleki dayanışmaydı” diyor. Işık, gazetecilerin Diyarbakır’da tuttuğu Haber Nöbeti’ni de hatırlatarak, ‘90’lı yıllarda Kürdistan’da gazetecilik yapan biri olarak yakından biliyorum ki geniş bir kesimin Kürt gazetecilere dönük olarak gözleri kör, kulakları sağır” diyor. Aynı dayanışma fikriyle yola çıkılan Özgür Gündem Nöbetçi Eş Yayın Yönetmeni kampanyasında açılan soruşturmaların davaya dönüşeceğine de inandığını da dile getiriyor. Sonra sözü dayanışmanın önemine getiriyor: “Asıl görmemiz gereken soruşturmaları yürütenlerin dayanışma ruhunu kırma isteği. Dayanışmanın hem Haber Nöbeti’nde, hem de Nöbetçi Eş Yayın Yönetmenliğinde gösterilmesi, işlerini sessiz sedasız halletmeyi sevenleri ürküttü. Kısa sürede 15 arkadaşımıza soruşturma açılmasının başka izahı yok. Tüm bunlara rağmen sevindirici olansa dayanışmacılardan tek kişinin bile geri adım atmaması, hatta sorumluluk üstlenmek isteyenlerin sayısının her geçen gün artması.”
Başlangıç: Dayanışma bir direniş biçimine dönüştü
Hakkında soruşturma açılan bir diğer isim Celal Başlangıç da 90’ların en iyi gazetecilerinden biri. Başlangıç şöyle diyor: “Mesele sadece ‘Basın özgürlüğü’ gibi ilk bakışta gazetecilerin yazma, haber yapma serbestliği gibi görünse de aslında çok daha derinde. Çünkü ‘basın özgürlüğü’ aynı zamanda halkın haber alma, gerçekleri öğrenme hakkıdır. Aslında bu sadece Özgür Gündem’in özgürlüğünü savunmak değildi tek başına. Aynı zamanda kendi özgürlüğümüzü de savunmaktı. Ama toplam sonuç olarak halkın haber alma, gerçeklerini öğrenme hakkını savunmaktı. Çünkü bu yaşadığımız ‘uğursuz’ süreçte dayanışma amacıyla el ele vermek, aynı zamanda bir direniş biçimine dönüştü.” O direniş de gazetecileri ayakta tutan motivasyon: “Böyle bir karanlık tünelden geçerken yapılan tehditler, baskılar; açılan soruşturmalar, davalar ve ceza tehditleri bizi yıldırmak bir yana, ancak ne kadar haklı ve meşru bir dayanışma ve direniş çizgisinde olduğumuzu gösterir.”
Düzkan: Bu tutum Türkiye’nin bir parçasıdır
Ayşe Düzkan’ın sözleriyle bitirelim: “Çoğumuza ilham veren bir dayanışma öyküsü vardır, benim de takipçisi olmakla gurur duyduğum Simone de Beauvoir ile hayat ve yol arkadaşı Sartre, Maocu Halkın Davası gazetesini satmış ve Sartre bu gazetede fiilen çalışmıştı. O dönem Fransa’nın cumhurbaşkanı olan sağcı de Gaulle, Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını eleştiren Sartre’ın yargılanmasını isteyenlere, ‘Sartre da Fransa’dır,’ diye cevap vermişti. Kendimizi Sartre ile kıyaslamak hadsizlik olur ama bizim barış ve dayanışma yanlısı tutumumuz da Türkiye’nin bir parçası”.
‘Susturulan sesin yerini hiçbir şey alamaz’
Yıldırım Türker
“Yakın tarihimizin en kan kızılı karanlık dönemini yaşıyoruz. Bu dönemden onurunu yitirmeden sağ çıkabilenlerin geleceğin çocuklarına anlatacakları var. Kaydı tutan; tarihin kalemini ırkçı, faşist, zafer-fetih düşkünü muktedirin elinden alıp yazacak olan, onlar.
Son adıyla Özgür Gündem; 1915’in, 1938’in devlet geleneğini yaşatmak isteyen, bir karışını vermem diye şehirlerini bombalayıp, ormanlarını yakıp insanlarını katledenlerin hep hedefinde olmuştur. Susturulan sesin, dolaşımdan sökülüp atılıveren sözün yerini hiçbir şey alamaz. Gündem’in yaşamını sürdürebilmesi, bütün özgürlükçüler için hayati bir meseledir. Dolayısıyla Gündem’le dayanışma içinde olmak, hepimizin borcudur."