Oyun Atölyesi, Sam Shepard’ın 1983’te yazdığı, film uyarlaması da bulunan ‘Aşk Delisi’ (Fool for Love) adlı oyunu bu sezon sahneye taşıdı. Oyuncu kadrosu Pınar Çağlar Gençtürk, Berk Hakman, Beyti Engin ve Avni Yalçın’dan oluşan oyunun rejisini Muharrem Özcan üstleniyor. Oyunda kardeş olduklarını sonradan öğrenen, birbirlerine aşk ve nefretle bağlı Eddie ve May’in birbirlerinden kurtulmaya çalışarak bir arada kalma çabaları anlatılıyor. Yönetmen Muharrem Özcan’la ve bu ilişkinin taraflarını oynayan Pınar Çağlar Gençtürk ve Berk Hakman’la ve Aşk Delisi’nden yola çıkarak tiyatroyu konuştuk.
Bu sezon üç oyunda birden rol aldınız. Denk mi geldi, kendi tercihiniz mi?
Pınar Çağlar Gençtürk: İki sene önce de üç oyunum vardı: ‘Kurabiye Ev’, ‘Disosya’ ve ‘Yalnızlar Kulübü’. Sonra bir sene hiçbir şey yapmadım, bu yıl yeniden denk geldi. ‘Kar Küresinde Bir Tavşan’ yaz projesiydi, sonra ‘Hepimizin Öyküsü Aynı’, en son da ‘Aşk Delisi’ geldi. Keşke hep böyle denk gelse, hiç şikâyetçi değilim.
Yorulmuyor musunuz?
P.Ç.G.: Yoruluyorum. Bazen Kabataş’a gideceğime Karaköy’e gidiyorum ama roller arası geçişte bir problem yaşamıyorum. Bazen “Giydiğim kostümden anlıyorum bugün ne oynayacağımı” diye esprisini yapıyorum ama çok besliyor beni bu durum.
Oynadığınız üç ayrı kadın arasında ortak bir nokta var mı?
P.Ç.G.: Keşif süreci...
Sizin ilk oyununuz ‘Aşk Delisi’, mutlu musunuz?
Berk Hakman: Çok mutluyum. Uzun zamandır yapmak istiyordum ama programlar uymuyordu. Tam boşluk zamanımda denk geldi. Hep devam etmek istiyorum.
Oyun Atölyesi’yle buluşmanız nasıl oldu?
B.H.: Haluk Abi (Haluk Bilginer) ile daha önce bir dizide çalışmıştık, bir akşam aradı beni, “Tiyatro yapmak ister misin burada?” diye sordu.
P.Ç.G.: Beni yönetmenimiz Muharrem buldu, yer aldığım oyunları seyretmiş.
‘Aşk Delisi’ bildiğiniz bir metin miydi?
P.Ç.G.: Konservatuvar öğrencilerinin çoğunun bildiği, çalıştığı bir metindir bu. Benim de hep oynamak istediğim bir oyundu.
Bu oyunu sahneleme fikri kimden çıktı?
Muharrem Özcan: Benden... Okulda da tezimdi zaten. O zamandan beri sahnelemeyi çok istiyordum. O dönem Akbank Sanat Genç Kuşak Tiyatro yapmıştı. Yeniden oynanabilmesi için aradan bir zaman geçmesi gerekiyordu. Önümüzdeki sezon da devam edeceğini düşünüyoruz.
“Burada aşkın çok hırçın, güçlü bir tarafı anlatılıyor. Çılgınca seviyorlar birbirlerini ama içerisinde bulundukları durum çok imkânsız.”
‘Aşk Delisi’ni nasıl anlatırsınız?
P.Ç.G.: Aşkın çok hırçın, güçlü bir tarafı anlatılıyor. Çılgınca seviyorlar birbirlerini ama içerisinde bulundukları durum çok imkânsız tabii ki. Seni seviyorum ama bir taraftan da sana vuruyorum, senden nefret ediyorum. Birbirlerini aşktan öldürebilirler. Biz bu güçlü tarafını ele alıyoruz meselenin.
B.H.: Kendi hayatınızdan da bazı şeyler buluyorsunuz oyunda. Erkeğin yaptığı bir şey – gitmek, tekrar dönmek. Kadının daha başka bir konumu var. Kopamama durumu çok başka bir şey. Çoğu ilişkide var bu.
M.Ö.: Yaşadıkları toplum, içinde büyüdükleri aile o kadar köksüz ki... Bu sistem içinde güvenebilecekleri bir değer yok. Kardeş olduklarını bilmeden, karşılaştıkları anda aidiyet duygusuyla birbirlerine güvenen, o güveni başkalarında bulamadıkları için birbirlerini sığınacak bir liman olarak gören, birbirlerinden bir daha kopamayan iki yetişkin çocuğun hikâyesi üzerine bir oyun aslında bu. Kendi hayatlarında o kadar güvensizler ki ancak birbirlerine sığınarak var olabiliyorlar. Salt aşk değil, aşk bunun yalnızca bir parçası. Daha da büyük olan his, aidiyetsizlik. Hepimizin yaşadığı bir şey... Kendi varlığımızı oluşturabilmek için, bir yere, bir şeye ait olma ihtiyacı duyuyoruz. Bu, kimliğinizi oluşturmanızı sağlıyor, hayata güveninizi artırıyor.
Sahneleme öncesinde metne dair etik kaygılarınız oldu mu?
M.Ö.: Hayatımızda bir ahlak meselesi var, bir sürü tabu barındıran. Ensest de bunlardan biri. Şartların iki karakteri birbirine bağladığı bu durum çoğu toplumda kabul görmüyor. Ahlaksızlık, aşağılıkça bir şey olarak görülüyor. Oysa, sokaktan geçen birini, derisinin rengi, dini farklı diye, Kürt diye, eşcinsel diye ötekileştirdiğim an ben daha büyük bir ahlaksızlık yapmış oluyorum. Hikâyeyi sahneye taşırken buradan bakmaya çalıştık. İki masum çocuğun tesadüfen yaşadığı şey ahlaksızlık değil. Maalesef sistemin, hayatın, o köksüzlüğün getirdiği bir durumu yaşıyorlar. Aslında büyük bir trajedi yaşıyorlar ve onlar da farkında bunun.
İzleyicinin bu ilişkiye nasıl bakmasını öngördünüz?
M.Ö.: Keşke sokaktan geçen herhangi birine kardeşimiz olarak güvenebileceğimiz bir dünyada yaşasaydık. O zaman Eddie ve May bambaşka ilişkiler yaşayan, sağlıklı bireyler olurlardı. Bu onlarla değil, sistemin getirdiği üst kurallarla alakalı. Onların yaptığı, o kurallara rağmen, güvenebilecekleri bir bağ kurmak, başkaldırmak.
P.Ç.G.: Bu ensest de değil tam olarak, bilmeden seviyorlar birbirlerini. Seyircinin, oyundan “Aa, bunlar kardeşmiş”ten çok, “Bunlar çok seviyorlar birbirlerini” diyerek çıkmalarını istiyoruz.
“Türkiye’de ödüllere, etiketlere çok önem veriyoruz. Bence hiçbir şey getirmiyor, götürdüğü de hiçbir şey yok.”
Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En İyi Kadın Oyuncusu’na aday oldunuz, Sadri Alışık Ödülleri’nde Tiyatro Seçici Kurulu Özel Ödülü’nü aldınız. Ödüllerin anlamı nedir sizin için?
P.Ç.G.: Verirlerse alırım. Onu bir motivasyon kaynağı olarak görüyorum, bundan sonra daha iyi işler yapmalıyım anlamında. Ödül alınca bütün hayatım değişiyor gibi bir durum söz konusu değil.
B.H.: Mutlu oluyorsun ama bir anlamı yok. Türkiye’de ödüllere, etiketlere çok önem veriyoruz. Bence hiçbir şey getirmiyor, götürdüğü de hiçbir şey yok. Kişinin aklı başındaysa, ödülü bir kenara atması gerekiyor.
Değerlendirme sistemini nasıl buluyorsunuz? Haluk Bilginer bulunduğu oyunları değerlendirme dışı bırakıyor yıllardır...
B.H.: En doğrusunu yapıyor. Son derece sağlıksız buluyorum yarışmalardaki jüri sistemini. Kimin neyi olduğu belli olmayan insanlar bana ödül vermesin, zaten ona ihtiyacım yok. Daha çok sinema festivallerinden bahsediyorum, tiyatroyu pek bilmiyorum. Haluk Bilginer’in ya da Muharrem’in söyleyeceği bir şey, bin ödülden daha önemli benim için.
M.Ö.: Jürinin büyük fonksiyonu var ama gereken mesleki yeterlilik düzeyi maalesef yok. Jüriysen, gittiğin oyunun metnini okumak zorundasın. O metne yönetmen ne katmış, oyuncu ne katmış, ışık tasarımcısı, sahne tasarımcısı nasıl bir bakış getirmiş... Ama metin okunmuyor. Çok taraflı ve kişisel zaaflara dayalı adaylıklar oluşturuluyor.
İzleyiciden de bu tür beklentileriniz var mı?
M.Ö.: İzleyicinin öyle bir fonksiyonu yok. Gördüğü şeyden etkilenen, keyif alan taraf o. Keşke bir gün o seviyeye gelsek, seyirci gideceği oyunu önceden araştırıp gelse.
Sahnelemek istediğiniz bir oyun metni var mı?
P.Ç.G.: Daha gelmedi. Vücut bulabileceğim, kendimi iyi hissedebileceğim her şeyde oynarım.
B.H.: Olsa güzel olur dediğim birkaç metin var. Henrik Ibsen’in bir metni olabilir. Emmanuel Roblès’in ‘Montserrat’ adlı oyununda da çalışmak isterdim.
“Önceden daha çok çeviri oyunlar oynanırken, alternatif sahnelerin açılmasıyla birlikte, yazarlarda ‘Evet, benim bir oyunum sahnelenebilir’algısı oluşmaya başladı.”
Yerli yazarlardan kimleri beğeniyorsunuz?
B.H.: Melih Cevdet Anday ve Aziz Nesin hastasıyım ben, ama çok az sahneleniyor onların oyunları. Özen Yula son zamanların en iyi oyun yazarlarından biri. Rahmetli Onur Bayraktar çok iyi bir yazardı.
P.Ç.G.: Örneğin İkincikat’ta çok güzel yerli metinler yazılıyor. Ben bunu destekliyorum, yeni yeni metinler çıksın istiyorum. Malzeme o kadar çok ki. En son, Halil Babür’ün yazdığı ‘Kasap’ı çok beğendim. Firuze Engin de çok iyi bir yazar.
M.Ö.: Önceden daha çok çeviri oyunlar oynanırken, alternatif sahnelerin açılmasıyla birlikte, yazarlarda “Evet, benim bir oyunum sahnelenebilir” algısı oluşmaya başladı. Alternatif tiyatroların en büyük getirisi bu oldu. Ben de Halil Babür’ü ayrı tutuyorum. ‘11’e 11’ ve ‘Kasap’ı izledim. Sahneleme aşamasında yazarla beraber çalışmayı deneyimlemeyi isterdim.