Artık Türkiye’nin polisiye türüne adanmış bir dergisi var. İki ayda bir yayımlanacak olan ve Mart ayında ikinci sayısı çıkan 221B'yi, derginin kurucularından Hüseyin Çukur ve Ahmet Ümit'e sorduk.
Artık Türkiye’nin polisiye türüne adanmış bir dergisi var. İki ayda bir yayımlanacak olan ve Mart ayında ikinci sayısı çıkan 221B Dergi, adını, hem öyküleri hem de film ve dizi uyarlamaları sayesinde herkesin yakından tanıdığı dahi dedektif Sherlock Holmes’un evinin kapı numarasından alıyor. Her sayısında Ahmet Ümit, Sevin Okyay, Erol Üyepazarcı gibi isimlerin yazılarını ve Celil Oker’in öykülerini okurla buluşturan ve yoğun ilgi gören 221B’nin 10 bin adet basılan ilk sayısı, bir haftada ikinci baskısını yaptı. Dergi öyle yayıldı ki AKP Niğde Belediye Başkan Aday Adayı İbrahim Bıçkı’ya kadar ulaştı. Söylenene göre, ilk sayının kapağında Hercule Poirot tiplemesiyle yer alan aktör David Suchet’i kendine benzeten Bıçkı, resmini izinsiz kullanan yayıncıları mahkemeye vermekle tehdit etti. Yayın hayatına maceralı bir giriş yapan derginin kurucularından Hüseyin Çukur’la 221B’yi ve kadın polisiye kahramanlarına odaklanan ikinci sayıyı konuştuk. Dergiden desteğini ve yazılarını esirgemeyen Ahmet Ümit’e ise, Türkiye’de polisiyenin ve polisiye okurunun bulunduğu noktayı sorduk.
Polisiye sevdanız nereden geliyor?
Polisiye edebiyatı ilk gençlik yıllarımızdan beri seviyoruz. 2012’nin sonunda polisiye yayınlar basmak üzere kurulan Labirent Yayınları, dergi için bir başlangıç oldu. Üç yıl boyunca Türkiye’deki polisiye okurunu tanıma fırsatı bulduk. Mylos Yayın Grubu’nu beraber kurduğumuz Özlem Özdemir ve Ufuk Kaan Altın’la, iki buçuk yıldır bir polisiye dergi çıkarma hayalimiz vardı. Sonunda gereken koşulların oluştuğunu düşünerek yola koyulduk. Polisiye, tüm yayınevlerinin yer verdiği bir tür. Popüler kültürün bir öğesi olması, bunun sebeplerinden biri. Biz konuya biraz daha idealist yaklaştık, bir polisiye kültür dergisi çıkarmayı hedefledik. Okurların yorumlarından gayet memnunuz.
Derginin içeriğiyle ilgili nasıl bir çerçeve çizdiniz?
Polisiye türü tek bir başlık altında toplanamaz, alt dallara ayrılır. Klasik, politik, felsefi, tarihi, casus romanları... Son yıllarda hem edebiyatta, hem ekranlarda, teknolojinin gelişmesiyle kriminolojik olaylara yer veren ve tamamen bilimsel yöntemlerle çözüme ulaşan bir alan da türedi örneğin. Biz polisiyeyi hem tarihsel yanlarıyla ele almaya, hem de güncel vurgular yapmaya çalışıyoruz. Bu türle ilgili bazı ‘yanlış bilinenler’ var. Zamanla onları da tespit edip göstermeyi hedefliyoruz. Derginin ikinci sayısında kadın dedektifler dosyası yaptık. Türkiye’deki yaygın kanı, dünya edebiyatında pek kadın dedektif olmadığı yönünde ama aslında erkek ve kadın dedektiflerin sayısı neredeyse eşit. Hatta dünya edebiyatında kadın dedektifler önde olabilir.
Yerli polisiye edebiyatında da kadın dedektiflere sık rastlanıyor mu?
Evet, örneğin Osmanlı döneminde üç kadın dedektif var: Tilki Leman, Şeytan Hadiye ve Çekirge Zehra. Modern edebiyatta da benzer karakterlere rastlıyoruz: Ayşe Erbulak, Piraye Şengel, Sibel Köklü gibi yazarların kitaplarından Çağan Dikenelli’nin Melek Teyze polisiyelerine kadar, hem kadın hem erkek yazarların yarattığı onlarca kadın dedektif var. 221B’nin yazarları arasında da kadınlar çoğunlukta. Türkiye artık buna alışmalı.
Fakat kadın dedektiflere odaklandığınız son sayı Ahmet Ümit’in yazısıyla başlıyor, hemen ardından Sevin Okyay’ın, erkek dedektifleri konu alan yazısı geliyor...
Ahmet Ümit ve Sevin Okyay dergimizin sabit yazarları. İstedikleri konularda yazıyorlar, onları yönlendirmiyoruz. İkisinin de erkek kahramanlardan bahsediyor olması bir tesadüf. Bu konuda sert çizgiler çekmek derginin samimiyetini zedeler. Yazarların kendilerini rahat hissettikleri ve hâkim oldukları konuları ele almaları bizim için çok önemli.
Polisiyenin edebi değerine dair süregelen tartışmalar var. Sizin bu konuya yaklaşımınız nasıl?
Bu türün ülkemizdeki geçmişi çok eskilere dayanıyor. Osmanlı döneminde yazılan ilk edebi eser ile, ilk polisiye eser olan Ahmet Efendi’nin ‘Esrar-ı Cinayet’ adlı romanı arasında sadece 20 yıl var. Latin alfabesinin kabulünden önce, Osmanlı’da 450 polisiye eser yazılmış. Hepsinin nitelikli olduğunu söyleyemeyiz ama sonuçta böyle bir akım varmış. Türkiye edebiyatında da bu gelenek var ama edebiyat eleştirmenlerinin yaygın kanısı, polisiyenin bir tür kaçış edebiyatı olduğu ve edebiyata dahil edilmemesi gerektiği yönünde. Bu düşünceler polisiye yazarlarının geri çekilmesine yol açmış. Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Vâlâ Nurettin gibi, Türkiye edebiyatında önemli yeri olan bazı yazarlar polisiye de yazmış, fakat çoğu bundan utandığı için polisiye eserlerinde müstear isim kullanmış. Polisiyenin popülerleşmesi, yurtdışındaki örneklerin Türkiye’ye gelmesi ve biraz da dizi kültürünün etkisiyle oldu. Ahmet Ümit, Celil Oker gibi yazarların türün gelişimine katkıları da yadsınamaz. Son yıllarda çok sayıda yeni polisiye yazarı okurlarla buluştu. İki dünya savaşı arasında yaşanan ‘altın çağ’la dünyadaki “Polisiye edebiyatın içinde midir yoksa dışında mı?” tartışması bitmişken, biz bunun için 1980 sonrasını bekledik. Bundan sonra da polisiyenin daha fazla ilgi göreceğini düşünüyoruz.
221B yoluna nasıl devam edecek?
İlk sayı 64 sayfaydı, ikinci sayıdan itibaren 96 sayfa olarak çıkıyor. Sabit köşelerimiz ve yazarlarımız var. Okurlardan dizi, film ve kitap eleştirileri ile polisiye öyküler alıyoruz. 211B bu işin mutfağı olmaya aday bir dergi. Belki gelecek yılların tanınmış polisiye yazarları, bize gönderdikleri öyküler vesilesiyle, yazma serüvenlerine daha bir cesaretle sarılacaklar; belki de ilk öykülerini 221B’de yayımlamış olacaklar. Her sayının dosya konusuyla ilişkili konuk yazarlarımız olacak. Yurtiçi ve yurtdışından söyleşilere yer vereceğiz. İsimleri şimdiden açıklayıp sürprizi bozmak istemem. Polisiye okuru sabırlıdır, olayı çözmek için son sayfayı bekler.
Ahmet Ümit: “Polisiye artık küçümsenmiyor”
221B’ye yazılarıyla destek veren Ahmet Ümit’e kitaplarıyla buluştuğu polisiye okurunu ve derginin nasıl bir ihtiyaç doğrultusunda ortaya çıktığını sorduk:
“Benim okurlarımı sadece polisiye okuru diye tanımlamak pek doğru olmayabilir. Evet, çoğu ‘Polisiyeyi sizinle sevdik’ diyor; evet, önemli bir bölümü sadece polisiye okuyor ama polisiye dışındaki romanlara ilgi duyan, benim romanlarımı da tarih, felsefe hatta politik romanlar olarak okuyan geniş bir kitleden söz edebiliriz. Çünkü ülkedeki polisiye okurunun sayısı Avrupa ve ABD’deki polisiye okuruna göre ne yazık ki daha az.
İmza günlerinde ve söyleşilerde çoğunluğu gençlerden ve kadınlardan oluşan bir okurla karşılaşıyorum. Sadece sol görüşlü, laik olanlar değil, toplumun bütün kesimlerinden okurlarım var. İlk polisiye romanım ‘Sis ve Gece’ 1996’da yayımlanmıştı, aradan geçen 20 yıl içinde ülkedeki polisiye okurunun sayısı hayli arttı.
Ülkemizde polisiye romanın serüveni iniş-çıkışlarla doludur. Ama göz ardı edemeyeceğimiz bir hakikat var, o da, yazarlarımızın uzun bir süre bu türü küçümsemiş olmaları. Peyami Safa, Kemal Tahir, takma isimlerle polisiyeler yazmış. Ülkemizde polisiyenin 90’lardan sonra yükseldiğini söylemek yerinde olur. Bugün polisiyenin küçümsenmesi yanlışı ortadan kalktı. Artan sayıda yazar, polisiye hikâyeler üzerine kalem oynatıyor ve okurların polisiye romana duyduğu ilgi de günden güne artıyor. İşte bu durum, artık bir polisiye kültürü dergisine ihtiyaç duyulmasına yol açtı. Sadece polisiye edebiyat değil, aynı zamanda polisiye kültürünü tartışacak bir yayın organı kendini dayattı. Polisiye, filmler, tiyatrolar, suç üzerine kaleme alınmış kuramsal yazılar, cinayetin felsefesi gibi konuları irdeleyecek bir dergi yayımlama fikri de böyle doğdu. Umuyorum ki 221B bu ihtiyacı en iyi şekilde karşılar.”