Surp Zadig bayramı dolayısıyla Ruhani Kurul Başkanı Episkopos Sahak Maşalyan, Paskalyanın içinde saklı öğretiyi, Mesih’in dirilişiyle simgelenen, hayatın ve ölümün anlamını kaleme aldı.
Ölüm korkusu sardı herkesi. Ölüm bu kez terör maskesiyle ürpertiyor tüm ülkeyi. Oysa onun o kadar çok maskesi var ki! Sadece birinden kurtulmuş olmak, ötekilerinden de kurtulacağımızın güvencesini vermiyor bize, maalesef. Kanserden, trafik kazasından, yangından, depremden ölmek, boğularak ya da bir cinayete kurban giderek hayatını kaybetmek, bir zalim bombayla parçalanarak ölüp gitme dehşetinden daha az ürpertici değil. Yatağında rahat ölmek de en az ötekiler kadar korkutur bizi. Biz aslında ölümden korkuyoruz, onun her türlüsünden. Çünkü ölüm en değerli varlığımızı çalan bir soyguncu, tüm kazanımlarımızı sıfırlayan silici ve tüm zamanların tanık olduğu en yaman düşmandır. O tüm yaşamımız boyunca korkusu yüreklerimize kök salmış en büyük kâbusumuzdur. İsa Mesih’in herkesin doğru diye yanıtlayacağı o sorusu gibi: “Bir insan bütün dünyayı kazanıp kendi canını yitirirse, ne kazanmış olur?”
Esas korkumuz ölümün kendisi
Kim sevdiği bir kişinin mezarı önünde bocalamamıştır ki? Hele de toprak, içine aldığı bedeni kendine benzetmekte öylesine ustayken... İnsanlığın binlerce yıllık ölüm deneyimi, onun yıkıcılığı ve acımasızlığı hakkında öylesine açık ve seçikken... Mezar önünde tüm umutlarımız bize ihanet ediyor gibidir. Yürek hüzünlü ve karamsar düşüncelere salar kendini ve anılar gözyaşı sağanağıyla çarpar yüzümüze. İyimserliğe çok az yer vardır, bir tanıdığın mezarı önünde dururken.
Ölüm sadece yaşamımızın sonunda başımıza gelecek bir olay değildir. Ölüm içgüdüsü her yaşam ânının kalitesini belirleyen en güçlü duygulardan biridir. İncil ölümü, alt edilmesi en zor ve en büyük düşman olarak tanımlar. Bu çetin hasmın insan gücüyle alt edilmesinin olanağı olmadığı için, Tanrı, Mesih’te insan oldu. “İnsanlar etten ve kandan oldukları için, İsa, ölüm gücüne sahip olanı, yani İblis’i, ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, ölüm korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için yaptı.” (İbr.2:14-15).
Kendi ölümüne yürüyen Mesih
Yaşamın en büyük gizemi, onun yenilmez oluşudur. Gerçi canlılar ölürler, ama yaşam sürekli ölümle kendini yenileyerek sonsuza doğru akar. Ne filozofların, ne de bilim adamlarının tanımlayabildiği o gizemli güç, Tanrı’dan çıkıp gelen, hepimize yaşam veren hayatiyet enerjisidir. Efendimiz İsa kendisi bu yaşam gücüyle özdeşleştirerek “Yaşam, Yol ve Gerçek benim” dedi (Yuh 14:6). Henüz vaaz verirken bile, İsa Mesih, kendisinde mevcut bulunan yaşamın ölümden daha güçlü olduğunu iddia ediyordu: “Bu tapınağı yıkın, üç günde onu yeniden kuracağım. Yaşamımı vermeye ve onu tekrar geri almaya kudretim vardır” (Yuhanna 2:19). Onun ölümünü bir kaza, trajedi ya da bazılarının sandığı gibi politik-ekonomik-dinsel bir komplo olarak açıklamak mümkün değildir. İncil asıl nedenin ne olduğunu apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Kendi ölümüne yürüyen, İsa’nın bizzat kendisiydi. Ellerini ve yüreğini delmesi için ölümü davet edip izin veren de kendisiydi. Bazıları onun ‘ölüm hastalığı’na yakalanmış bir melankolik olduğunu düşünüyorlar. Oysa o, iddia ettiği gibi, bedenleşmiş yaşamın ta kendisiydi. “Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemez” (Yu.1:5). Yaşam da ölüm içinde ilerler ve ölüm onu alt edemez. İsa kim olduğunu ölümle kanıtladı ve ‘mezar’ı bu amaç için bir araç olarak kullandı.
‘Ey ölüm, zaferin nerede?’
Efendimiz İsa, dünyasal yaşamının son haftasına ölümün acı yüzüyle karşılaşarak girdi. Sevgili dostu ve arkadaşı Lazar ölmüştü. Onun mezarının başında ağladı, bizler gibi. Ama hiçbirimizin yapamayacağı bir şey daha yaptı; ölüme öfkelendi ve dört gündür ölü olan Lazar’ın dirilmesini emretti. Ölüm, onun buyruğuna itaat etti; Lazar yaşama döndü. Ancak İsa, Lazar’ın ölümü tekrar tadacağını çok iyi biliyordu. İnsan ömrünü birkaç yıl uzatmak, ölüme ve ölüm korkusuna köklü bir çözüm olamazdı. Ölüm, ancak ölümlü ve çürümeye mahkûm insan doğasının ölümsüzleştirilmesiyle alt edilebilirdi. Ölümü, kendi ölümüyle yenmesi gerekiyordu. Kanını günah kurbanı olarak döktükten sonra ölümün gücünü kendi bedeninde iptal etmeliydi. Kendi mezarında, ölümden sonsuz yaşama bir yol açmalıydı. Lazar’ın dirilişinin yarattığı sansasyonla Yeruşalim şehrine giren İsa, büyük bir görkemle, zafer kazanmış bir kral edasıyla karşılandı. İnsanlar onu, bekledikleri Mesih olarak ilan ettiler. Onu karşılayanların gözünde o, Yahudileri Romalıların hâkimiyetinden kurtaracak bir kraldı. İsa ise, yaşam ve ölüm üstüne egemen bir kral olarak Kutsal Kent’e giriyordu. Mezarı, ölümü ve cehennemi alt etmeye geliyordu.
İsa Mesih’in boş mezarı, bize coşkuyla şöyle dedirebiliyor: “Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede? Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla bizi zafere ulaştıran Tanrı’ya şükürler olsun!” (I Kor. 15: 55). Gerçekten de, Rab İsa dört günlük ölü Lazar’ı diriltmeden hemen önce onun kız kardeşi Marta’ya şöyle demişti: “Diriliş ve yaşam benim. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecektir” (Yuh. 11:25-26).
Zadig’in iki anlamı
Kutsal Zadig (Paskalya) bizim için en az iki temel anlam ifade eder. İlk olarak, Zadig kurbanı olan Mesih, haçtaki ölümüyle günahın ürünü olan ruhsal ölümü yenip bizi günahlarımızdan arındırarak bağışlanmamızı sağlamıştır. İkincisi ise, ‘Kutsal Diriliş’i ile bize yeni bir yaşam ihsan etmiştir.
Çağlar boyu bu imanda pekişmiş olan halkımız, tarihinin en çetin anlarında bile diriliş, yeniden doğuş ve yeni yaşam ideallerine gönülden inanmış ve adanmıştır. Halkımız bugün de önüne dikilen zorlukları, ruhuna kazınmış bu köklü inanç sayesinde aşacaktır. Eğer ölülerden dirilmiş bir efendimiz varsa, bizim için çözümsüz hiçbir sorun olamaz. “Tanrı bizden yanaysa, kim bize karşı olabilir? Öz Oğlunu bile esirgemeyip O’nu hepimiz için ölüme teslim eden Tanrı, onunla birlikte bize her şeyi bağışlamayacak mı?” (Rom. 8:31-32).