Bir grup genç tiyatrocu tarafından 2013 yılında kurulan Santral Kumpanya’nın ikinci oyunu ‘Gençler Masası’, kıyafete, saça ve makyaja onlarca lira harcatmadan düğüne götürüyor izleyicisini. 'Gençler Masası'nı, oyuncuları anlattı.
Yaklaşık olarak bir saat süren özgün komedide, dört genç oyuncu, doğaçlamanın eşiğinde duran, dinamik bir performans sergiliyor. İzleyici ise kendini tiyatrodan ziyade bir düğün salonunda, içine yerleşen göbek atma isteğiyle mücadele ederken buluyor. Yine de, aklınıza çalgılı çengili bir gösteri gelmesin. Sahnede görünen, bu mutlu gününde arkadaşlarının yanında olan bir grup gencin eğlencesinden öte, iç hesaplaşmaları, ailevi sorunları, birbirleriyle ilişkileri ve hayal kırıklıkları aslında.
Oyun, 23 Şubat, 22 Mart ve 29 Mart’ta, Beşiktaş’taki BKM Mutfak Sahne’de, 20 Mart’ta ise Adana’daki Kaktüs Sanat Merkezi’nde sahnelenecek. ‘Gençler Masası’nı oyuncular Gizem Mercan Ağçal, Süreyya Bursa, Hasan Canberk Karaçay, Merve Şen ve yönetmen Baran Şaşoğlu ile konuştuk.
Santral Kumpanya nasıl kuruldu?
Baran Şaşoğlu: Kumpanya 2013’ün Ekim ayında kuruldu. Aynı yılın Aralık ayında ilk oyunumuzu çıkardık: Eski adıyla ‘Bir Aşk Söyleminden Parçalar’, şimdiki adıyla ‘Aynı Aşkın Laciverdi.’ Roland Barthes’ın aşk üzerine denemelerini içeren kitabına dayanıyor. Önce Merve ve Süreyya bu oyunu yapma fikriyle bana geldi, sonra ekibe Canberk ve Mercan dahil oldu. Böylece kumpanya kuruldu.
İkinci oyununuz ‘Gençler Masası’nda bazı diyaloglar beni gözümden yaş gelene kadar güldürdü. Meyve suyu kutusu üzerine peş peşe yanlış anlamaların yaşandığı bir sahne vardı. Aslında zor bir espriydi o. Hiç tutmadığı oldu mu?
B.Ş.: Hayır, hiç olmadı.
Merve Şen: Seyirci o zamana kadar açılmamışsa bile özellikle o sahnede bayağı açılıyor. Bence orası bizim zirve noktamız.
Süreyya Bursa: Komedide her espri tutabilir ama hiçbir espri tutmayabilir de. O sahneye oyuncular çok güvendiği için hep tutuyor. Biraz şüphe duysalar tutmaz. Komedide böyle bıçaksırtı bir durum var; şüpheyle yürümüyor, kararlı olmak lazım.
Oyunu BKM Mutfak Sahne’de izlediğimde, seyirciyle bire bir temaslar olduğunu gördüm. Ön sırada oturan kadınlar, sanki sizinle aynı düğündelermiş gibi muhabbete girdi. Böyle durumlarda ne yapıyorsunuz?
Hasan Canberk Karaçay: Orada istisnai bir durum yaşandı. Her oyunun seyirciyle ilgili bir sürprizi oluyor.
S.B.: O tür aksaklıkları ya da bizim planımız dahilinde olmayan durumları birer lütuf olarak görmeye çalışıyoruz. Onları iyi değerlendirdiğinizde, kurguyla asla yakalayamayacağınız bir canlılığa, enerjiye ulaşıyorsunuz. Aslında bunda bir paradoks var: Oyuna çok iyi hazırlanmış olabilirsiniz ama bir şeyler yolunda gitmezse daha güzel bir sonuç çıkabilir ortaya. Bu, tiyatroya özgü bir durum. Dolayısıyla, bu tür sürprizlerin üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Seyirciyle doğrudan etkileşimimiz yok ama en azından göz teması kuruyoruz. Arada bir onu da oyuncu konumuna yerleştiriyoruz. Oradan bir top gelirse hoşumuza gidiyor.
B.Ş.: Seyirci hep var, onun varlığını reddetmemek gerekiyor. Özellikle BKM Mutfak Sahne’de seyirciyle dip dibesiniz. Bu yüzden de onu yok saymak garip olur.
Bir süredir işbirliği içinde olmanızın, birlikte zaman geçirmenizin, çıkardığınız oyunlara ve oyunculuğunuza ne gibi etkileri oluyor?
B.Ş.: Artık daha rahat ve hızlı anlaşıyoruz.
M.Ş.: Aramızda ortak bir dil oluşmaya başladı. Üç yıldır birlikteyiz ve birbirimizden pek sıkılmıyoruz. Kendi içimizde bir hiyerarşi de var. Örneğin Baran’ı hem yönetmen hem yapımcı olarak biraz daha üstte konumlandırıyoruz. Dramaturjiyi Süreyya yaptığı için sonra o geliyor.
S.B.: Herkesin kendine has bir oyunculuk tarzı var. Ben Merve’nin ya da Mercan’ın nasıl bir şey yapacağını kestiriyorum ve provada onlara bir alan açıyorum. Onları günlük hayatta nasıl tanıyorsam sahnede de tanıyorum. Bu, oyunu biraz daha güçlendiriyor. Bir taraftan ilk oyunumuzu da sahnelemeye devam ediyoruz. Geçen günkü performansımızdan sonra, ritmi çok yükselttiğimizi gördük, olumlu anlamda. Bu, birbirimizi tanımakla ilgili. Her şey daha seri akıyor, aradaki duraksamalar azalıyor. Yakın dostlarla muhabbet etmek gibi... Zaten bu yüzden adımıza kumpanya dedik. Her projede farklı oyuncular toplamak yerine, bir ekip olduğumuzda, kendi dilimizi oluşturduğumuzda, aramızdaki enerji ve samimiyetle seyirciye açıldığımızda neler olacağını görmek için. Şu an yolun çok başındayız. Daha uzun süre birlikte devam etmeyi düşünüyoruz.
Gizem Mercan Ağçal: Her oyuna kendimizden bir şeyler koyuyoruz. Metinlerimiz doğaçlamaya açık. Ben birine bir top attığım zaman, karşılayabileceğinden eminim. Aramızda güven var. Bu yüzden doğaçlama konusunda çok rahatız.
‘Gençler Masası’nda çok tanıdık bir hikâye izliyoruz. Oyunun metni nasıl oluştu?
B.Ş.: İlk fikir Süreyya’dan geldi; “Bir merasim üçlemesi yapalım” dedi. Henri Bergson’un da dediği gibi, “Tüm merasimler, ortaya çıkmaya fırsat kollayan bir gülünçlük barındırırlar.” Biz de bunun üzerine düşünmeye başladık. Merasime dair üç ayrı oyun kurgulamaya karar verdik. İlki düğün oldu ve düğüne giden gençlerin oturtulduğu masada geçti. Genç bir topluluk olduğumuz için, gençler masasına zaten aşinaydık. Geçen yaz çalışmaya başlayınca, karakterler yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Sonra da aralarındaki ilişkileri kurguladık. Aralarında sevgili, eskiden sevgili ya da yıllardır yakın arkadaş olanlar var. Onların düğünle ilişkisi, kimin davetlisi oldukları gibi konuları netleştirerek ve doğaçlamalar yaparak metni çıkardık.
S.B.: Senaryo, dediğiniz gibi, tandık. Zaten merasim temasını da bu yüzden seçtik. Tüm sosyal sınıflardan insanların ortak noktası... Herkese ulaşmak istiyoruz. Tabii ki oyunda bazı teatral ve felsefi referanslarımız var, fakat bunları oyunda çok açık etmemeye özen gösteriyoruz. Ben şahsen, bir aforizma bulan ve onu sürekli, hem sözel hem de görsel olarak tekrarlayan, düşünceli tiyatro oyunlarından biraz sıkıldım. Biz bunu atmaya çalışıyoruz. Bergson’un sözünden etkilendik, onu tanıtıma koyduk ve bitti. Altyapıda farklı bir çalışmamız olsa da, o bize kalıyor.
Metin ortak bir çabayla mı yazılıyor?
S.B.: Provalar başladığında, sahnede yazılıyor. Metni söz yerine eylem üzerinden oluşturmaya çalışıyoruz. En başta sadece temel noktaları belirliyoruz.
M.Ş.: Oynadığımız karakterleri kendimiz yarattığımız için daha organik tipler çıkıyor ortaya.
B.Ş.: Repliklerin akışı da doğal. Sahnedeki canlılık, çalışma biçimimizden kaynaklanıyor. Böylece herkese bir şekilde dokunabiliyor, insanları güldürebiliyoruz.
Yönetmen nasıl bir rol üsteliyor?
B.Ş.: Oyun üzerine hep birlikte tartışsak da, ben olayları biraz akışına bırakıyorum; ne yapacaklarına oyuncular karar versin istiyorum. Sahnede onların yaptığı şeylere müdahale ediyorum. Kendimi klasik anlamda yönetmenlik yapan birinden ziyade, oyuncuların ilk temas ettikleri seyirci olarak konumlandırıyorum. Bu da aramızdaki ilişkiden kaynaklanıyor. Eğer benim söylediklerim üzerine onlar da bir şeyler katarak, rollerini kendilerine has bir hale getirirlerse, benden daha mutlusu olmuyor. Artık arkaya geçerek keyifle izleyebiliyorum arkadaşlarımı. Oyunu en az 20 kez izledim, hiçbirinde sıkılmadım. Başta beni sıkmayacak bir şey yapmaya çabalıyorum ki diğer insanlar da zevkle izlesinler.
Bir mürüvvet bin nasihatten iyidir
Arkadaşlarının düğünü devam ederken, karakterler de çeşitli hesaplaşmalar yaşıyor. Herkesin kendi içinde yüzleştiği ve çözmeye çalıştığı bir şeyler var. Oyuncular teker teker, canlandırdıkları karakterlerin derdini anlatıyor:
S.B.: Arda rahat bir çocuk. Ailesi sayesinde, maddi problemler yaşamıyor. Fakat babası onun işe yaramaz olduğunu düşünüyor. Adam bir yandan haklı, çünkü Arda büyümeyi reddediyor. 26 yaşına gelmiş, hâlâ futbolcu olmaya çalışıyor. Sahnede de ergen tavırlar sergiliyor. Lisedeki kız arkadaşından başka sevgilisi olmamış. Düğünde ayrıldığı sevgilisiyle karşılaştığında görüyor ki, kadın hayatına devam etmiş, çalışıyor, ev almış. Arda ezilse de üste çıkmaya çalışıyor. Ben onu sevimli ve muzır bir karakter olarak görüyorum.
G.M.A.: Cansu dedikoducu bir tip. Zamanında çok sevdiği erkek arkadaşından, babasının müdahalesiyle ayrılmış. Kendiyle hesaplaşması da bunun üzerine. Sonradan babasına başkaldırabilmiş, bir barda çalışmaya başlamış. Düğünde eski sevgilisi Arda’yla karşılaşıyor. Onunla geçmişe dair meselelerini konuşurken, artık kendi kararlarını verebilen, özgür bir kadın olduğunu
göstermeye çalışsa da, hâlâ Arda’yla birlikte olmak istiyor.M.Ş.: Hilal atanmayı bekleyen bir öğretmen adayı, saf bir kız. Aslında evlenmek istiyor; ailesi de onun için “Evlense de kurtulsak” diye düşünüyor. Kendinden büyük insanların etrafında dolaşırken hep küçük kalmış. Hem büyümeye çalışıyor, hem de büyümeyi reddediyor. Atansa bile, öğrenci-öğretmen ilişkisi kuramayacak, hep öğrenci gibi takılacak bence.
H.C.K.: Ben aslında zengini oynamak istiyordum, sonra olmadı. Ne de olsa insan kendinden çok uzaklaşamıyor. Mithat maddi sıkıntılarla yaşamaya çalışan biri. Onun taşradan gelmiş, “Başaracağım” diyen, benim yaşlarımda bir adam olduğunu hayal ediyorum. Düzenli bir hayat kurmaya çalışan, maddi açıdan rahatlarsa her şeyin güzel olacağına inanan, biraz aptal bir karakter. Bu hikâyeyi devam ettirsek, 20 yıl sonra da aynı çaba içinde olurmuş gibi geliyor bana.