Suudi-İran gerginliğinin ortasında Türkiye

Suudi Arabistan, Türkiye’yi İran’a karşı savaşında kullanabileceği bir müttefik olarak görüyor. İran’a karşı Batı ambargosunun kaldırılmasından sonra, Suudi kampının endişeleri henüz dinmiş değil. AKP hükümeti ise İran karşısında Suudi yörüngesinde olduğuna dair bir görüntü vermek istemezdi.

Yeni Ortadoğu kavramı, kendini her gün yeniliyor. Gün geçmiyor ki bir olay, bir harekât, yeni bir ittifak, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmesin. Suriye rejiminin bir manevrası, IŞİD’in yeni bir eylemi, Türkiye’de bir patlama, Rus uçaklarının bir bombalama operasyonu, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme niteliğine sahip hadiseler. Ortadoğu olarak adlandırdığımız bölgenin devletleri, örgütleri, halkları, yönetimleri ve diğer yapılanmaların arasındaki hassas dengelerin sonucunda ortaya çıkıyor, bu kırılgan durum. Kalıcı bir dengenin kurulması, bir başka deyişle barış, şimdilik uzak görünüyor. Son 50, belki de 100 yıl içerisinde böyle denge var mıydı, yok muydu, bu da bakış açısına göre değişir. Nitekim, kimine göre istikrarlı olan dönem, bir başkasına göre ‘varoluş savaşı’ dönemidir.

Pusulanın gösterdiği

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile başlayan dönem, kendi varlıklarını ve güç dengelerini Soğuk Savaş üzerine kuran devletler ve diğer yapılar, yeni güç kaynakları arayışına girdiler. Mesela Türkiye, NATO için önemini kaybetme korkusuyla, hatta fiilen maddi kaynakların azalması, askerî desteğin sınırılı hale gelmesi, Türkiye’yi, Körfez ülkelerinin maddi kaynaklarına yakınlaşmaya zorladı. Bu yakınlaşma, stratejik seviyede kalamazdı tabii ki; bir sonuç olarak Türkiye’de, Ortadoğu’ya daha yakın, oradaki sermayeden beslenen seçkinleri ve uzun vadede AKP dönemini getirdi. Bu yakınlaşma kendini en bariz şekilde Suriye Savaşı’yla gösterdi. Her ne kadar da Türkiye, NATO’yla ilişkilerini korusa da, Avrupa için önemini kaybetmese de, sonuçta, askerî-demografik-ekonomik gerçeklerin pusulası, Suudi Arabistan’ı gösteriyor. Son askerî ittifak da bunun şahidi.

Türkiye-Körfez ilişkilerinin son 20 yılını doğru anlamak, iki taraf için de bu ilişkinin önemini doğru kavramak, Ortadoğu’nun bugününü anlamak için büyük önem taşıyor. Türkiye’nin uzun bir dönem boyunca Yeni Osmanlıcılık adı altında ‘Yakın Doğu’ olarak adlandırdığımız bölgenin ülkelerine, yani Lübnan-Suriye-Ürdün-Filistin’e yönelik siyasetini de, bu ilişki üzerinden okuyabiliriz. Suudi onayı olmadan ya da daha mütevazı deyişle, Suudilerle ortaklık olmadan, Türkiye bu bölgede kendini bu kadar rahat hissedemezdi. Suudiler için bu İran’ı dengelemek için bir girişim, Türkiye için sermayeye yeni pazarlar, yükselişte olan AKP içinse, Avrupa Birliği’ne girememenin hayal kırıklığını unutturacak yeni siyasi başarılar için bir alternatifti.

Zorunlu istikamet

Türkiye-Körfez ilişkileri, AKP döneminde yükseldi ve kurumsal seviyede kendini yeniden üretti. İlk aşamalarda barışçıl yöntemlerle, yumuşak güçle kendini ifade etmeye çalışan bu ittifak, bir noktaya kadar işe yarayabilirdi. Neyse ki, Suriye’nin asılmak için herhangi bir dala ihtiyacı vardı. 2005’te Lübnan’daki en önemli siyasi aktörlerden Refik Hariri öldürülmüştü ve parmaklar Suriye’yi gösteriyordu. Suriye, 30 yıl sonra Lübnan’dan ordusunu çekmek zorunda kaldı. Uzun lafın kısası, Hariri cinayetinden bir yıl önce, 2004’te yeni AKP hükümeti, Suriye ile açık ticaret anlaşması imzalayarak, Suriye için dış dünya ile tek pencere haline gelmişti. Suriye’nin içinde bulunduğu bu durumdan Türkiye çok faydalandı, ama burası Ortadoğu; yumuşak güç, kültürel etkileşim bir yere kadar. Gerçekler kendisini savaşta gösterdi. Türkiye kendini İran-Rusya ekseninin karşısında duran Suudi kampının içinde buldu. Sonuçta, son 10 yılda Erdoğan’a ve Davutoğlu’na ‘stratejik derinlik’ler açanlar, Rusya ve İran değil, Suudi Arabistan’dı.

Salman’ın tavrı

Suudi Arabistan’ın yeni kralı Salman Bin Abdülaziz, Antalya’a geldiğinde, 500 oda kiralayıp, 16 tırla eşyalarını göndermişti; iki hafta boyunca 60 tane de zırhlı Mersedes’le gezmişti. Bunu basit bir gösteriş olarak görmek doğru değil. Suudiler için bu bilinçli bir tavırdır. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinden Türkiye’ye gelen Arap yatırımlarının ne kadar önemli ve hayati olduğunu, yeni kral Salman, bu şekilde hatırlatmış oldu.

Suudi Arabistan, Türkiye’yi İran’a karşı savaşında kullanabileceği bir müttefik olarak görüyor. İran’a karşı Batı ambargosunun kaldırılmasından sonra, Suudi kampının endişeleri henüz dinmiş değil. AKP hükümeti ise İran karşısında Suudi yörüngesinde olduğuna dair bir görüntü vermek istemezdi. Mesela bugünlerde İran’a ihracatının artması, Türkiye’yi çok mutlu edebilirdi. Böylece Rusya’da kaybettiği pazarı, İran’da bulmuş olurdu. Ancak, Türkiye’nin böyle bir hamle yapabilmesi için şu anda sahip olduğundan çok daha yüksek bir manevra gücüne sahip olması gerekiyordu. Oysa AKP hükümeti, kendi iktidarını korumak için, hem Batı, hem de Körfez ülkelerine bu kadar yakınlaştıktan sonra, böyle bir manevra gücüne sahip olması, elbette mümkün değil.  



Yazar Hakkında

Vahakn Keşişyan