Hrant Dink'in gazetesi önünde yapılan anmaya, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi ve kızı Nazenin Elçi de katıldı. Elçi, anmada Tahir Elçi'nin ağzından bir mektup okudu.
Türkan Elçi, Tahir Elçi’nin ağzından bir mektup okudu.
Elçi’nin konuşmasının tamamı şöyle:
"Kuşlar uçarken arkalarında hüzünler bırakır. 19 Ocak ve 28 Kasım biri kış, biri kışa üç ay kala kalpten imanla dolulara hüzünler bıraktı. Yitişimiz kuş hüznüydü.
Gidişimle sımsıcak telaşlarımı, bitmeyecek zannettiğim hayat gailelerini yerdeki bazalt taşlara fısıldadım. Taş beni duydu, tetik duymadı. Barışın izzetini bıraktım minarenin ayaklarının altına masum çocuklar toplasın dedim. Tek derdim, masum çocuklar ve kimsesizlikti. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu. Yok edilişimiz mazlumları yalnızlaştırmaya mahkum etmekten başka bir şey değildi. Biz yok edildikçe mazlum zalimin zulmüyle baş başa kaldı.
Mazlumun acısını anlayabilmek için her şeyden evvel insan olmalı. Vicdan girdaplarında debelenmek için insanın vicdanı olmalı. Parmağı tetikte olan, vicdandan nasip almaz. Tetikçinin günahı, yaşamından ağırlaştıkça kalmaz yerde ahımız, gün yüzüne çıkar hüsranımız.
Sizler beni Diyarbakır’da sonsuzluğa uğurladıktan sora benim dostum Hrant Dink beni karşıladı. Erken geldin kardeşim, her zamanki gibi acele ettin diye sitem etti. Dostun yüreği acıyınca sitem edermiş dedim.
Ben biraz daha kalıp Cudi’de nar ağaçlarına savaşın sinmiş isini alıp temizledikçe hayatın gerçek kokusunu alacak, yaprağın damarlarında gülümseyen suretimizi görecektik. Nar yaprakları bizimle barışacak, gözyaşlarımızı durulacaktı. Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Sur’da yürekleri hüzünle yüklü, ayakları çıplak çocuklar bir yataktan, bir yorgandan ibaret bir hayatı el arabalarıyla taşımayacaktı. Oysa hayatın henüz baharındaki çocuklar kimsesizliğe terk edildi, olur savaştır denilerek, tutulmuş akıllarca fetvalar yazıldı. Yazılan fetvaların kandırmacalığından uçurtmalar yapıp çocukların minicik avuçlarına tutuşturarak uçurtmalar yapacaktık. Yetimliğin, öksüzlüğün tadına bakmalarına mani olacaktık. Bundan ibaretti meramımız.
Hrant, kardeşim, geride bıraktıkların, yaşayanlar, yaşamayanlar, yeni doğanlar, torunların dedim. Çocuklarından selam var dedim Seni sürekli yad eden arkadaşların dedim. Biliyorum dedi, her gün onları izliyorum.
Bak bundan sonra sen de göreceksin geride kalanları. O an beni görmenin sevinci silindi. Yıllar öncenin, ebedi olmayan hayatına ait karanlık bir perde çöktü yüzünün çizgilerine. Mesela tetiği ben gördüm. Benim tetiğin ikiz kardeşiydi. Tetikçiler birbirlerine benzerler. Katledilenlerin birbirine benzedikleri gibi.
İkimizin de yüreği sızladı. Ölülerin yüreği kurur sanmayın. Yürek çürümez, bir tek yüreksizler toprak olup giderler.
Biz, bulanık gölleri olan bir ülkenin sürekli temiz kalmayı inançla isteyen nilüferleriydik. Nilüferler ki, merhameti simgelerler. Bu merhamet ve temizlik göldeki ruhu kirlenmişleri hep rahatsız etti. Karanlık ellerin, karanlık yüzlerin dönüp durduğu kirli göller. Gözlerdeki yaşı, çiğ tanesi zannedenler, gökyüzüne kucak açmış oyunbozan nilüferleri bir bir koparıp attılar. Savaş, yüzyılların tekerrür eden oyunuyken bizler birer oyunbozandık. Ayaklar altında ezilen garibanların yüzü suyu hürmetine, hayatı barışla kafiyelendirmeye çalıştık.
Kuşlar uçarken arkalarında sadece hüzün bırakmaz. Yüreği ince sızıyla kanayan kadınlar, çocuklar da kalır geridelerde. İşte o zaman kıyametler kopar, gözyaşları acıları tarifte acze düşer.
Unutmadan Hrant’ın semalarını ileteyim sizlere. Şu an beni dinleyen herkese, bulunduğumuz yer kadar sonsuz selam var. Barış adına, umut adına, kardeşlik duygusunun gerekliliği ve yüceliği adına bütün ruhu şadların selamı var. Bizi unutmayacağınızı biliyoruz, gözümüz arkada kalmayacak."