Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, çatışma sürecini, Sur’da yaşananları, çözüm sürecinin ahvalini konuştuğumuz söyleşi boyunca, en çok umut kelimesini kullanarak, “Biz siyasiler bedel ödeyelim, yeter ki demokrasi gelişsin” diyor. Gündemin sertleştiği ve siyasi üslubun gittikçe köreldiği bugünlerde, Abdullah Demirbaş’ın diyalog çağrısına kulak verdik.
Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın başına gelenler, Kürt hareketinden gelen ve barışın, demokrasinin dilini konuşan bir siyasinin bu ülkede neler yaşayabileceğinin bir özeti gibi. 2004’te Sur Belediye Başkanı seçildikten sonra Sur’un tarihî yapılarını restore etme seferberliği başlatan Demirbaş, bu topraklarda ilk defa çok dilli belediyecilik anlayışını uyguladı. Bu nedenle görevden alındı, hakkında dava açıldı. 2009’da tekrar Sur Belediye Başkanı seçildi. Aynı yıl “Bir gerilla annesiyle bir asker annesinin gözlerinin rengi farklı olsa da, gözyaşları aynıdır” dediği için hapis cezası aldı. Ardından KCK operasyonu geldi. Beş ay hapis yattı, genetik bir kan hastalığı olduğu için hakkında yapılan geniş çaplı kamuoyu baskısıyla serbest bırakıldı. Ve Demirbaş, Ağustos 2015’te yine PKK/KCK üyesi olmaktan gözaltına alındı. İki buçuk ay sonunda hapisten çıksa da yurt dışı yasağı devam ediyor. Bu arada, belediye başkanlığından önce yıllarca yaptığı öğretmenlik mesleğinden de geçtiğimiz günlerde men edildi.
Demirbaş, çatışma sürecini, Sur’da yaşananları, çözüm sürecinin ahvalini konuştuğumuz söyleşi boyunca, en çok umut kelimesini kullanarak, “Biz siyasiler bedel ödeyelim, yeter ki demokrasi gelişsin” diyor. Gündemin sertleştiği ve siyasi üslubun gittikçe köreldiği bugünlerde, Abdullah Demirbaş’ın diyalog çağrısına kulak verdik.
Şu anda sağlık durumunuz nasıl?
5 Ekim’de cezaevinden çıktım, Diyarbakır Dicle Tıp Fakültesi’nde 20 gün yatarak tedavi gördüm. Şimdi İstanbul, Cerrahpaşa Hastanesi’nde, yanı sıra bir fizyoterapist ve alternatif tıpçı tarafından periyodik tedaviler görüyorum. Cezaevinden çıktığımdan beri mesafe kat ettik ama sağlığımın rayına oturduğu söylenemez. Şu anda bazı doktorlar yurtdışında bazı tedaviler öneriyor veya kök hücre tedavisinden bahsediyor. Bünyeme uygun gelirse kök hücre tedavisini uygulamayı düşünüyorum. Yurtdışına gitmem gerekebilir ama henüz yurtdışı yasağım olduğu için gidemiyorum.
Sizinle ilgili suçlama neydi?
4 Ağustos 2015’te, Ermenistan’da İstanbul’a döndüm. Sayın Serj Sarkisyan’la görüşme yapmış, resmi davetli olarak olimpiyatları izlemiştim. İstanbul’a geldiğimde kent merkezinde gözaltına alındım ve Diyarbakır’a götürüldüm. Suçlanma gerekçem PKK/KCK üyesi olmak ve örgüte finansal destek sağlamak. Belediye başkanlığı döneminde ruhsat verdiğimiz ama belediye başkanı olmadığım bir dönemde imara açılmış Kırklar Dağı’nın örgüte finansal destek sağladığı suçlamasıyla alındım ve yaklaşık 2,5 ay cezaevinde kaldım. Benim için yapılan kampanyayla serbest bırakıldım. Henüz dava dosyası açılmadı. Haftada 3 gün adli kontrol, yurtdışı yasağı ve Diyarbakır dışına çıkış yasağı vardı. İstanbul’da öğretmem olmam ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne nakledildiğim için İstanbul’a geldim. İddianamenin açılmasını bekliyoruz.
Serbest bırakılmam için hazırlanan kampanya sürecinde gerek Agos’un, gerek diasporadaki Ermenilerin çok büyük bir desteğini aldığımı söyledi kızım bana. Özellikle ABD, Rhode Island’daki kongre üyesi sayın David Cicilline’nin çabalarını gördüm. Sizin aracılığınızla teşekkür etmek istiyorum.
Sizin durumunuzda da gördüğümüz gibi münferit durumlarda hasta tutsaklara af getiriliyor fakat sistematik bir çözüm için ne gerek sizce?
Bu konuda hükümete çağrım, insani ve vicdani bir yaklaşım olarak hasta tutsakları serbest bırakması. Özellikle bu gergin ortamda böylesi bir jest vicdani bir katkı sunacaktır. Benim durumumla ilgili bir kamuoyu baskısı gelişti ve hükümet bu konuda bir duyarlılık da gösterdi. Şu anda yaklaşık 300-400 tutuklu hasta var ama yaklaşık 50 arkadaşımızın durumu çok acil. devletin STK’larla kuracağı istişareyle adım atabileceğine inanıyorum.
Uzun süre öğretmenlik yaptınız. Cizre ve Silopi’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın yazısıyla ilçeleri terk eden öğretmenleri gördüğünüzde ne hissettiniz?
Ben de Diyarbakır ve Mardin’de 90’lı yıllarda, savaşın en zor koşullarında öğretmenlik yaptım ama hiçbir öğretmen terk etmedi. Bir kere onların terk etmesini istemek ahlaki değil ama bu çağrıya uyarak terk etmek de insani değil. İnsan canı önemlidir elbette, ama vicdani olarak öğrencisini o dar günde terk eden bir öğretmen öğrencisinin gözüne nasıl bakacak? Ben bırakıp gitmeseydim, acaba onu korumak için bir şey yapabilirdim diye düşünmüyor mu? Bir öğretmen gerektiğinde kendisine emanet edileni korumalıdır.
Siz Kırklar Meclisi olarak siyasilerle görüşme talebinde bulundunuz. Neden?
Kırklar meclisi, bir mitolojik hikayeden yola çıkarak kırk tane insandan oluşmuş bir meclis. Nicelik değil, nitelik üzerinden demokratik temsiliyeti esas aldık. Bu mecliste Ermeni, Süryani, Keldani, Türkmen Alevi, Kürt Alevi, Domani (Roman), Müslüman, farklı siyasi görüşlerden insanlar var. Kararları birlikte alacağız, en doğru karar böyle alınır dedik. kırklar meclisi ilk defa Diyarbakır’da yedi dilde soykırımlar yaşanmasın diye yedi dilde Vicdan anıtı yaptı. Kırklar meclisi şimdi bu yaşanan çatışmalı sürecin bitmesi için bir girişimde bulundu. Cezaevinden çıktıktan sonra Diyarbakır da Diyarbakır Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı, HDP, DBP ve AKP il başkanlıklarıyla görüşme yaptık. Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM başkanı, İçişleri Bakanı, Kültür Bakanı, UNESCO’nun daimi temsilcisi ve dört siyasi partiden de randevu talep ettik. Dört talebimiz var: Birincisi sokağa çıkma yasakları kaldırılsın. İki, hendekler kapatılsın, asker ve polis çekilsin, yani herkes bir adım geri çekilsin. Üç, parlamento çözüm için hemen göreve başlamalı. Başta yasalar olmak üzere Anayasa’nın yapılması için çözüm önerileri geliştirilmeli. Dördüncüsü de Dolmabahçe’de yürütülen müzakerenin yeniden başlamasını sağlamak. Sayın Cumhurbaşkanın “bu işin çözümü için gerekirse gövdemi yatırırım” demişti; sayın Öcalan da “ben bu işi her şeye rağmen çözeceğim” demişti. Üçüncü taraf olarak devreye girmemiz gerektiğini düşündük.
Bu kadar kutuplaşmış bir ortamda üçüncü taraftan mütevellit bir heyet oluşturmak ne kadar mümkün? Özellikle taraflara itidal çağrısını elden bırakmayan Tahir Elçi’nin de öldürülmesinden sonra?
Tahir Elçi’yi, Hrant Dink’i öldürdüler. Önemli insanlardı. Onların şahsında topluma korku da verdiler ama buna rağmen doğruda ısrarcı olmak lazım. Türkiye’de aydınların, yazarların, akademisyenlerin ve STK’ların hala rol alabileceğine inanıyorum. Bu gözlemci heyeti herkesin kabul ettiği insanlar olur ve bu iş çözülür. Biz cumhurbaşkanına neden gidiyoruz? Başka nereye gideceğiz ki? Çözümü önce burada arayacağız. Düşüncelerine katılırım veya katılmam ama şu anda seçilmiş bir iradedir cumhurbaşkanı ve başbakan.
“Her tarafa çağrımızdır: Önce kanayan yaraya tampon olmak lazım. Sen haklıydın, sen haksızdın tartışmasının ne yeri, ne de zamanı.”
Üçüncü taraf neden bu kadar önemli?
Çözüm sürecinin bitmesinin en büyük nedenlerinden biri tarafların güvensizliğidir. Çözüm süreci döneminde de söyledik, görüşmeler açık ve şeffaf olmalı ve Türkiye’de oluşacak olan üçüncü gözün gözetiminde olmalıdır. Hatta parlamento bu konuda bir yasa çıkardı ve bir komisyon oluşturdu ama komisyon devreye girmedi veya çalışamadı. Belki komisyon olmasa bile akil insanlardan oluşan bir komisyon bu süreci şeffaf bir şekilde sonuca ulaştırabilirdi. Bu olmadığı için süreci kimin bozduğuna dair kamuoyunda bir netlik yok. iki taraf ta “karşı taraf bozdu” diyor. Üçüncü taraf olsaydı bugün kamuoyu sıkıntıyı kimin çıkardığını bilecekti. Güvensizlik meselesine dönersek: bana göre her iki taraf da bir yandan çözümü yürütürken bir yandan da çözümsüzlük sürecinde neler olacağına dair tedbirler almışlar. Güvenin tesis edileceği yer parlamentodur, demokratik siyasettir. Taraflar barışın dilini kaybetti evet, üsluplar hala sert ama umutsuz değilim. Hala birileri devreye girip “bu işi bitirin” dediği zaman bir diyalog yeniden başlatılabilir. 6 ay önce Türkiye başka şeyler konuşuyordu. Ne oldu da bu kadar sertleştik? Her tarafa çağrımızdır: Önce kanayan yaraya tampon olmak lazım. Sen haklıydın, sen haksızdın tartışmasının ne yeri ne de zamanı. Her iki taraf da bir adım geri atmalı. sonra oturup diyalog kurulduktan sonra eksik, hata bulunur. Yarın geç olmadan, bugün başlayalım.
10 yıl boyunca Sur Belediye Başkanı olmuş biri olarak, ‘öz yönetim’ tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öz yönetim olayı 2005-2006’dan beri var. Türkiye’nin bütünlüğü içinde, ülkenin demokratikleşmesi içinde bir çözüm modelidir. Bu öneri doğru bulunmayabilir, tartışılır. Ama hükümetin şu anda bir çözüm önerisi de yok. Mesele önce diyalogtur, kazan kazan prensibidir. Özyönetimin nereleri aksak oturup tartışalım. Yeter ki şu konuyu esas alalım: ortak vatanda bir arada yaşamak zorundayız. ama artık eskisi gibi yaşayamayız.
Neye göre eskisi gibi?
Hiçbir grup inkar edilmeyi kabul etmez artık. Öte yandan 75 milyonluk bir toplumun artık Ankara’daki bir merkezden yönetilmesi mümkün değil. Artık dünya adem-i merkezi bir yönetime geçiyor. Üniter yapısı bozulmayan ama adem-i merkezi olan pek çok ülke var. Bence bu tartışmalar Türkiye’yi bölmez, bütünleştirir.
HDP’nin ve zamanında BDP’nin belediyelerinin bulunduğu Güneydoğu illerinde bir süredir fiili bir öz yönetim olduğunu söyleyebiliriz zaten değil mi?
Bakın Adalet Bakanlığı arabuluculuk sistemi getiriyor. Demek ki toplum kendi iç mekanizmasında sorunlarını çözerek devletin yükünü arttırmayabilir. En doğru karar birlikte alınan karardır. 2007’de aldığımız çok dillilik kararı da benzer bir karardır, demokratik özerklik mantığıyla alınmış bir karardır. Biz hakların yasalardan önce geldiğine inanıyoruz. Çok dillilik kararını aldık, ülke bölündü m? Tam tersi. Devlet benim varlığımı kabul ediyorsa bu beni mutlu eder. Ama beni insan yerine koymuyor, düşüncemi almıyor, bana rağmen yasa çıkarıyor ve bun uyguluyorsa bunu kabul etmeme hakkına da sahibim.
“Siyaset kurumu görevini yapmadığı için bugün çatışma ve şiddet var. Bu konuda Türkiye’deki tüm siyasetçiler özeleştiri yapmalı.”
Çok dilli belediyecilik ironik bir örnek; çünkü siz bu uygulama yüzünden epey bedel dediniz.
En son cezaevindeyken bir haber okudum. Adalet Bakanlığı, Ermenice, Süryanice Kurmanci, Zazaki, Sorani dillerini bilen kadrolu bilirkişi görevlendirmeye başlamış. Düşündüm, 2007’de böyle yaptığım için görevden alındım, yargılandım ama şimdi devlet yapıyor. Ama olsun hiç önemli değil. Biz siyasetçiler bedel ödeyelim, yeter ki demokrasi gelişsin. Zaten siyaset kurumu görevini yapmadığı için bugün çatışma ve şiddet var. bu konuda Türkiye’deki tüm siyasetçiler özeleştiri yapmalı.
"Sur Diyarbakır'ın kalbidir"
Çatışmaların Sur’da yoğunlaşmasının nedeni ne sizce?
Sur Diyarbakır’ın ve Ortadoğu’nun kalbidir. Sur’da yaptığımız sosyal çalışmalarda Diyarbakır demokrasi ve barışın merkezi ve Ortadoğu’nun önemli bir merkezi olsun istedik. Şu anda bundan uzaklaşıyoruz Sur’un hedef alınmasının nedeni de budur. Bence orada barış kaybettirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle Suriçi’nin Açıkhava müze kent haline dönüşmesiyle ilgili yaptığımız çalışmaların bir an önce başlaması gerekiyor. UNESCO adaylığı için ciddi emekler verildi. Şimdi onun için daimi temsilcilikle de görüşeceğiz.
Sur’a yakın zamanda hiç gittiniz mi?
Hayır, telefonla haber alıyorum. Gidememek daha kötü ediyor. Ben o sokakları karış karış biliyorum; çocukluğum, gençliğim Sur’da geçti. O sokaklardaki insanların ne durumda olduğunu düşünmek bile beni çok derinden yaralıyor. İnanın orayı çocuğum gibi görüyorum. İnsanların zaman zaman yakarışları var, yürek parçalıyor. Geçen gün evinde tank mermisi yüzünden Melek Alpaydın’ın kocası morgun önünden telefonla aradı. Ağlıyordu, “başkan” dedi “gördün mü böyle oldu”. Çok kötü oldum. Çaresiz olmak daha kötü. Ama ben yine de umudumu kesmiyorum. Kırklar Meclisi olarak gücümüz yeter mi bilmiyoruz, ama biz karınca gibi niyet etmişiz yolda yürümeye. Su dökmeye gideceğiz ateşe. ateşi harlayanların karşısındayız.
Bu ortama göre çok umutlu değil mi söyledikleriniz?
Zorundayız. En kötü koşullarda dahi bir umudu yaşatırız. Yaşamın diyalektiği böyledir. Biz karanlığı geliştirmek isteyenlere inat umudu büyüteceğiz. Zordur, ama güzeldir.