Lübnan’da bulunan Kilikya Katolikosluğu, Adana’nın Kozan ilçesindeki mülklerinin iadesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yaparak, bu konuda tarihî denebilecek bir adım attı. Bir Ermeni kurumunun açtığı ilk mülk davasında Katolikosluk’un temsilciliğini yapan Avukat Cem Sofuoğlu’yla hem davada gelinen noktayı, hem de genel olarak Ermenilerin açtığı özel mülk davaları hakkında konuştuk.
Kilikya davası, bir Ermeni kurumunun açtığı ilk mülk davası olduğu için özel bir anlamı var. Bu noktadan başlayabilir miyiz?
Öncelikle bu davayı, bir dinî kurum açtı; yani bireysel bir mülk talebi davası değil. Avrupa ve Türkiye’deki kararlara uygun şekilde tüzel kişiliği de olan bir kurum. Bu anlamda bir ilk… Diaspora, ilk defa hukuki bir adım atıyor. Bu önemli çünkü daha düne kadar Diaspora meseleye siyasi yaklaşıyordu. Şimdi ilk defa hukuki alana geçerek, uluslararası hukuktan da değil, Türkiye’deki hukuktan talepte bulunuluyor. Aslında bu bir el uzatma. “Hukukunu tanıyorum” diyor ve Türkiye’deki bir mahkemeye “Mülkümü geri ver” talebinde bulunuyor.
Türkiye’de bireylerin açtığı mülk davaları da var.
Evet, ama henüz kazanılmış tek bir dava bile olmadığını da belirtmek gerekir.
Dava neden şimdi açıldı?
Şartlar şimdi olgunlaştı. Daha önce bu mülkleri istemeye kalktığınızda hakkınızda dava açılıyordu. Bu sebepten hapse giren insanlar var. Ama artık soykırım hakkında konuşulabilecek bir ortam var. Bu davanın soykırım konusuyla ilgisi yok ama bir Ermeni dinî kurumunun bu davayı açması, geçmişte büyük sansasyon yaratırdı. Açamazdık böyle bir dava; ben açmazdım, öyle söyleyeyim, cesaret edemezdim.
Davanın avukatlığını üstlenseniz de dosyayı hazırlayan daha geniş bir ekibin parçasısınız. Davayı açma sürecinde nasıl bir hazırlık yapıldı?
Dava açma kararını Kilikya Katolikosu I. Aram aldı; oluşturulan ekip, nasıl bir hukuki yol izlenmesi gerektiğine karar verdi. Hazırlık aşamasında delilleri topladık, kalıntıları fotoğrafladık, iki bilirkişi raporu hazırlandı, bu raporlar için ayrı belgeler gerekti. Tapuda, tesadüfen kadastro kayıtlarına ulaştım. Bugün kime ait olduğunu görmek için, tapu kaydını aldım ama idaredekiler evveliyatına inmemize izin vermedi. Bu konuda engelleyici bir genelge bulunuyor.
Hâkim, dosyayı açtığında tam olarak ne görüyor?
Öncelikle fotoğrafları görüyor. Yüz yıl önce burada Ermenilere ait bir dinî merkez olduğunu gösteren fotoğraflar var. Bugün de o merkezin kalıntıları var. Zaten Kozan’da herkes bu kalıntılara manastır diyor. Kadastro kayıtlarında da ‘Manastır Caddesi’ olarak geçiyor. Ayrıca bu kalıntılar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca koruma altına alınmış bir SİT alanı. Bunlar hep delil. Ama “İspat edin size ait olduğunu” derlerse, ona da devlet izin vermiyor, tutanaklara giremiyoruz. Dosyada bu zorluğu aşmak için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığımız talep de var.
Siz bu durumda yerel mahkemeyi atlayıp doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne başvurdunuz. Bunun nedenini açabilir misiniz?
Birinci sebebi, daha önce yayımlanmış olan engelleyici genelgeler, kökleşmiş yargı kararları. Kazanılmış tek bir dava yok. Yaygın görüş diyor ki, kazanamazsınız kardeşim, bu iş bitmiştir, yüz yıl önceydi, geçmiş olsun. Etkin bir hak arama yolu mevcut değil. Biz bu üç faktörü sıraladık.
“Yüz yıl önce burada Ermenilere ait bir dinî merkez olduğunu gösteren fotoğraflar var. Bugün de o merkezin kalıntıları var. Kozan’da herkes bu kalıntılara manastır diyor. Kadastro kayıtlarında da ‘Manastır Caddesi’ olarak geçiyor.”
Sağlam delillerle mülkün kendisine ait olduğunu ispat eden kişilerin karşılaştıkları zorluklar neler?
İlk olarak zaman aşımı… Kadastro Kanunu’nun 10 yıllık bir kuralı var. O bölgeden kadastro geçmiş, birisi çıkmış demiş ki burası bana ait, adını yazdırmış, buna hak sahibi olduğunu iddia eden kişi, 10 yıl içinde itiraz edebilir; ama bu davalarda on yıllık süre de çoktan geçmiş. Hak düşürücü süre… Kadastro Kanunu’nun bu amir hükmü çok büyük engel… Bizim davada da kadastro, 1982’de geçmiş. Kadastro geçerken görüyor, burada bir manastır var, birine ait bu besbelli. Belediyenin ya da Hazine’nin olmadığı da kesin. Yani bu kadastro tutanağı kasten yanlış tutulmuş. Şu andaki malik belediye, ama büyük ihtimal Hazine’ye geçmiş. Kadastro kayıtlarını göremediğimiz için bilemiyoruz. Tahminim Hazine aldı, çünkü yaygın uygulama bu… Doğru da yapmış Hazine çünkü sahipsiz arazi yağmalanır.
Kadastro kayıtlarına ulaşamıyor oluşunuzun aslında bir nedeni var. Agos’un da daha önce manşetine taşıdığı bir genelge bunu engelliyor. Bu genelgenin içeriğini hatırlatabilir misiniz?
1983 ve 2001 tarihli Kadastro Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı iki genelge var. Bu genelgeler, kelimesi kelimesine aynı. Genelgede, mütegallip kişi dediği Ermenilerin mallarıyla ilgili hiçbir işlem yapmayın diyor. Bilgi vermeyin diyor. Tespit yapmayın diyor. Yüz yıl geçmiş üzerinden. Tapular da Osmanlı tapuları… Yüz yıl içinde Ermenilerin geride bırakmış olduğu tüm o araziler üzerine, tabii yeni binalar yapıldı. Çeşitli defalar satış işlemleri yapıldı. Bugünkü gibi kadastro olmadığı için eski tapular da mesela, kuzeyde değirmen var diyor, güneyde dere, batıda tepe var diyor, böyle. Şimdi bunların hiçbiri yok, neye göre tespit edeceksin. İspat sorunu var. Hadi ispat ettiniz, Kadastro Kanunu on yıl geçti diyor. Dolayısıyla, şansı çok düşük bu tür davaların.
Kilikya davasında başka bir durum var. Manastır hâlâ yerinde duruyor, bir ispat sorunu yok.
Evet, bu duruma ne diyecekler, hadi diğerlerinde tespit sorunu var, manastırı kayıtlara nasıl yanlış geçirdin? O tutanağı nasıl tuttun? Mızrak çuvala sığacak gibi değil.
Türkiye’deki hukuk böyle zorluklar çıkarıyor, peki Kilikya Katolikosu, bunu bilerek neden bu yolu seçti? Başka yollar yok muydu?
Siyasi irade kararname çıkarır ve mülkü Katolikosluk’a verebilirdi ama Katolikos yargı yolunu seçti.
İki yol aynı anda da takip edilebilir, Katolikosluk’un siyasilerle bu konuda bir teması oldu mu?
Katolikos, tamamen yasal yolları tercih etmeyi uygun gördü. Buradan sonuç alınamazsa, AİHM’e başvurulacak.
Anayasa Mahkemesi’nden nasıl bir karar çıkabilir?
Ya haklısınız der ya da haksızsınız. Bizi haksız bulursa, gerekçe olarak zaman aşımını gösterebilir, 30 günlük başvurusu süresini geçirmişsiniz der. Yüz yıl geçti malum, iç hukuk yollarını tüketin öyle gelin diyebilir. Bana göre bu üç seçenekten biri olabilir. Haklısınız derse, yine bizi yerel mahkemeye yönlendirecek ve yeni bir yasal yol açılacak. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin tapuya talimat verecek hali yok, bizim gidip yerel mahkemeden bu kararı almamız gerekiyor. Ama sonuçta mahkemeyi bağlayan bir karar çıkacak.
Mahkeme, sizi iç hukuk yollarını tüketmediğiniz gerekçesiyle geri çevirebilir.
Müvekkilin tercihi bu yönde oldu. Bunun hukuki sonuçlarını kendilerine elbette izah ettim. Bu konuda çok tartıştık ama nihayetinde müvekkil böyle tercih etti. Çünkü iç hukuk yollarında, özellikle de bir gayrimenkul davası, nereden bakarsanız beş ile on yıl arasında sürer. Böyle tarihî bir dava da epey uzun sürebilir. Biz de baktık ve gördük ki, etkili hukuk yolları kapalı, böyle bir davayı kazanmanın mümkünatı yok. Kazanılmış örnek bir dava yok. Demek ki etkili bir başvuru yolu yok.
Kilikya davasının emsal oluşturup başka mülk davalarının önünü açma olasılığı var mı?
Benim kanaatim, bu dava, özel mülkler için açılabilecek davalara emsal oluşturmaz. Olsa olsa kiliselere olabilir. Çünkü bizim söylediğimiz şey, mülkiyet hakkımızın ve inanç özgürlüğümüzün ihlal edildiği şeklinde. Bu talep, Anayasa’nın ‘Din ve Vicdan Hürriyeti’ başlıklı 24. maddesine dayanıyor. Benim kanaatim, özel mülkiyet konusunda siyasi bir çözüm gerekiyor. Siyasi irade diyecek ki, elinde belgeleri olan gelsin, ben açıyorum tapu kayıtlarını, başka türlü olmaz. Tazminat ileride özel mülk davalarında bir yol olabilir, ama devletin en azından kiliseleri iade etmesi gerekiyor.