YİGİLANTE KOCAGÖZ
Herkesin umutlarının sarsıldığı günlerde yaşıyoruz şu sıralar. Geçtiğimiz ayları, takip ettiğimiz, etmesek de maruz kaldığımız haberleri, seçimlerin ve en beklenmedik anlarda sınandığımız ‘faili meçhul’ saldırıların gündelik hayatımıza etkilerini düşününce umut denen şeyin fakiri olmamızda hiçbir şaşırtıcı durum yok. Umutta fakiriz fakir olmasına ama ya açlık? Duyuyor muyuz daha güzel günlerin açlığını? İşte o açlığı duyamayacak kadar katılaştıksa ayın karanlık yüzüne geçtik demektir. Gene de insanın doğası tutarsızdır, nefret de özlem de bazen iniş çıkış gösterir. Peki koca bir şehrin umudunu yitirişi nasıl olur, neye benzer? Levent Cantek ile Berat Pekmezci’nin 6 Kasım 2015’te ilk baskısı satışa sunulan son eseri ‘Uzak Şehir’ işte bunu kurcalayan bir iş. Umutların üzerine ölü toprağı serpildiği bir Ankara’da, ayın karanlık tarafındaki karakterlerle, kitabın arka kapağında da dendiği üzere ‘katran ve para kokulu, ölü ve tedirgin edici’ bir uzak şehirdeyiz bu defa…
Mafya-siyaset kuyusunun dipleri
‘Uzak Şehir’e askerden yeni dönmüş Volkan’ın Cavit Abi’si için yaptığı küçük hırsızlıklar ile başlayıp yavaş ama emin adımlarla genç adamın mafya-siyaset kuyusunun diplerine inişini tecrübe ediyoruz. Sol fraksiyonların kendi geleneklerini oluşturdukları bir gecekondu mahallesinde Alevi kültürüyle ve emek savaşı öğretileriyle büyümüş bir adam Volkan, ancak babasının zamanında kulağına küpe et dediği şeylerin aklındaki yeri internette dolanan ‘Yaşar Usta’ alıntılarından daha gerçek değil. Volkan, bir yanda komşu kızı Selcan’a duyduğu aşkla karışık yakınlık, annesi ve kardeşine duyduğu sevgiyle babasının ona nasihat ettiği fakir ama bundan utanmayan dünya ile yaşarken, öte yandan “hayat boktansa iyi yemek yiyeceksin. Boku düşünmeyeceksin, çekeceksin sifonu. Yaşamak için çalışmayacaksın, çalacaksın” (s. 10-11) diyerek bildiğini okuyor. Hırsızlık, Cavit Abi’ye götürüyor Volkan’ı, Cavit Abi de Ankara’nın kadın ticaretinin ve diğer pis işlerin gizli kast sistemine…
Çizgi roman türünde görece kısa bir kitap olmasına (118 sayfa) rağmen meselesini paralel kollardan, üç karakter ile anlatmayı denemiş bir kitap Uzak Şehir. Volkan’ın yolculuğu temel hikâyemiz olurken Cavit Abi’nin ve hikâyenin arzulanan, tehlikeli kadını Lili’nin gölgede kalan geçmişleri temel hikâyeyi besleyen yan damarlar olarak karşımıza çıkıyor. ‘Uzak Şehir’, kısıtlı sayfalarına farklı sınıflardan pek çok yan karakteri de yedirmeyi hedeflemiş ve başarmış bir kitap. Çizgi hikâyeciliğin handikapı olan bir sayfaya çok fazla görsel ve yazınsal öğe sıkıştırma riski ve okuru yorma tehlikesi, ‘Uzak Şehir’de karşımıza çıkmıyor. Detay seven gözler için dönemsel ve mekansal ipuçları yönünden bulunacak çok şey mevcut, Pekmezci’nin duru çizgileri bu ayrıntıları sakin bir yumuşaklıkla sayfalara yedirmeyi bilmiş. Bu ustalık ta şüphesiz ‘Uzak Şehir’in Cantek-Pekmezci ikilisinin ikinci uzun projesi olmasının payı var. Cantek, ‘Uzak Şehir’ ile kapatmakta olduğu Ankara Üçlemesi’ne ilk olarak (Pekmezci’nin de içinde bulunduğu) 19 çizerle hazırladığı Dumankara antolojisi ile başlamış, Dumankara’yı bir sene sonra Pekmezci ile hazırladığı ve Demokrat Parti iktidarından kısa sure öncesini işlediği Emanet Şehir takip etmişti. ‘Uzak Şehir’, Türkiye’de örneğine az rastlanan ‘dönem çizgi romanı’ türündeki önemli eserlerden olan ‘Emanet Şehir’ formülünü aynen devam ettiren bir kitap.
Aynı ‘Emanet Şehir’de olduğu gibi ‘Uzak Şehir’de de yoğun bir politik buhranı ve bu buhranın yarattığı karanlığı hissetmekteyiz. Çizimler ilk bakışta bunun rengini vermese de hikâye aslında bu buhran sonucu Ankara’nın dönüştüğü bir karanlık şehri bize tasvir etmekte. Sinematik bir gözle bakıldığında film noir’in (karanlık film) pek çok öğesi hikâyede kendini gösteriyor. Bunun en bariz kanıtı da tabii ki hikâyenin ikinci yarısında kritik bir konuma gelen ve Volkan’ı pek çok tehlikeye sürükleyen ‘öldüren kadın’ (femme fatale) Lili. Film noir dokusu bize sürükleyici bir kurguda tutuyor tutmasına ama Uzak Şehir sadece kurguda kalmadığımızın sinyallerini araya serpiştirdiği gerçeklikle de hep hatırlatıyor. Kâğıt toplayıcılardan kentsel dönüşüme ve sonlara doğru Gezi Direnişi’ne kadar pek çok güncel siyasi ve hayatımızdan öğe de küçük ama etkili şekilde sayfalarda bize anlatılan hikâyenin gerçeklikle ilişkisini hatırlatır cinsten.
“Her şeye rağmen gelecek”
Ne var ki ‘Uzak Şehir’i serinin öncesi bölümlerinden daha karanlık ve depresif yapan bir temel fark var ki o da umutsuzluğun yoğunluğu. Önceki eserlere nazaran çok daha yoğun olan noir atmosferden mütevellit, ‘Uzak Şehir’de bir ütopyanın rüyasına bile yer vermiyor Cantek. Öyle ki Gezi’nin hikâyedeki varlığı bile çoğu gözün araması muhtemel “her şeye rağmen gelecek” mesajına değil tamamen kara hikayecilik kurgusuna hizmet etmekte. ‘Dumankara’ ve ‘Emanet Şehir’de de varlığını yer yer hissettiren bu karanlığın bu sefer hepimizin tanıklık ettiği bir döneme denk gelmesi okurun bünyesinde daha büyük bir etki yaratıyor ister istemez. Bu seferki hikayemiz öncekilerden sert değil, ama verdiği acı çok derine batan cinsten.
“Hayat bir yangındı” cümlesiyle başlayan ‘Ankara Üçlemesi’, ‘Uzak Şehir’den gelen dumanlar ile bitiş mesajını verdi ama yangının kendisi Ankara var oldukça devam edecek. Mevzu bu yangının yeni alevlerini Cantek’in ya da bir başkasının gelecekte sayfalara taşıyıp taşımayacağı. Üçlemenin önceki bölümlerini okuyanlar ‘Uzak Şehir’i es geçmemeleri gerektiğini zaten biliyorlar. Birbirinden bağımsız kitaplar oldukları için çiçeği burnunda çizgi roman sevdalıları ‘Ankara Üçlemesi’nden istedikleri kitapla anlatıya ortak olabilirler, ancak kitapların sırayla okunması üçlemenin Ankara’ya çöken karanlığa ve buhrana hangi gözle baktığını anlamak için en isabetlisi olacaktır.
Levent Cantek:‘İki Ankara hikâyesi daha geliyor’
Bir Alevi mahallesini anlatmışsınız… Özel bir tercih miydi yoksa Ankara’da bir yeri mi işaret etmek istediniz?
Tam olarak nereyi anlattığımı göstermemeye çalıştım. Bence bir mahalleyi de anlatmıyorum, orayı bir arkaplan olarak kullanıyorum. İlk aklımda olanlar şuydu. Türkiye’de sol çevreler, yoksulların muhalif partilere oy verdiğini düşünür, ilgisi yoktur, daima iktidar partisine oy verir yoksullar. Böyle olunca etnik ya da dini aidiyetlerle bir mahalleyi seçmem, muhalif tınıları ona göre istiflemem gerekiyordu. Ankaralıyım, doğal olarak Kürtleri değil Alevileri daha iyi tanıyorum. Bir de şu oldu, roman için çalışırken çok insanla konuştum, önemli bir miktarı Aleviydi, ötelendikleri için okur yazardır Aleviler ya da edebiyat nedir bilirler, güzel hikâyeler anlattılar bana. O konuşmalardan sonra karar verdim demek daha doğru. Yoksa Alevi değilim ve onları resmetmek konusunda iddialı da değilim. Anlatılmadıklarını görüyorum o ayrı.
Karamsar bir hikâye ‘Uzak Şehir’…
Evet, öyle olmak zorunda. Bu bir şehir üçlemesi, o bütünün bir anlamı olması gerekiyor, kapitalizm kazanır, muktedirler kazanır diye bitiyor, zaten de hayat böyle gelişiyor. Şunun farkındayım, genel olarak okur, özel olarak çizgi roman okuru kaybeden hikâyelerine alışkın değildir veya tercih etmez diyelim.
Siyaseten siz karamsar mısınız?
Bugüne dair bir soruysa bu eğer tek tek olayları konuşup kahredebilirim. Ankara’da bomba patladı, Paris’te kafede oturan masum insanlar kurşunlandı. İnsanların tepkilerine bakıyor ve içim kararıyor. Ama konuşkan biriyim, çok takılıp kalmam, çalışarak yoluma devam ederim, karamsar olmadığımı düşünüyorum.
‘Uzak Şehir’ için çalıştığınızı, Ankara underground’undan insanlarla görüştüğünüzü yazmışsınız. Bu nasıl bir deneyimdi, sizi nasıl etkiledi?
Elbette bir yük oluyor insanın üzerinde. Kafamda bir hikâye vardı, insanlarla konuştukça başka bir hikâyeye kapıldım, nasıl anlatacağımı bilemiyordum, çok sertti ve anlatırsam deşifre etmiş olacaktım. Bu duygu nedeniyle kafamdaki hikâyeye döndüm, ara verdim, evirip çevirdim. Doğrusunu yaptım ama sıkıntı vericiydi. Asıl sıkıntı yaşanan hayatların farklılığı. Beni nasıl etkiledi? Ejderhayı yazarken ejderha olmak güzeldir ama ejderhanın bir tahayyül olduğunu biliyorum.
‘Ankara Üçlemesi’ bitti, grafik romanlara devam edecek misiniz?
Evet. İki Ankara hikâyesi daha geliyor. Şu an iki ayrı çalışma sürüyor, ikisi de yine Ankara’da geçen tarihi hikâyeler. Biri 1951, o yıl geçen bir politik hikâye, Komünistler, İslamcılar, hafif tertip bir Rus romanını andırıyor. Sefa Sofuoğlu ile çalışıyoruz. Diğeri 1930’lu yıllarda geçen yine politik bir arkaplanı olan bir kabadayı hikâyesi, Taner Duran’la çalışıyoruz. Hikâyesiz yaşanmaz.
Uzak Şehir
Levent Cantek,Berat Pekmezci
İletişim Yayınları
124 sayfa.