Mültecilerle Dayanışma Derneği İdari Koordinatörü Pırıl Erçoban’la, AB-Türkiye anlaşmasından sonra mülteci sorunun ne olacağını konuştuk. Erçoban, mülteciler için misafirhane olarak inşa edilen merkezlerin anlaşmayla beraber adeta bir hapishane olarak kullanılacağını söyledi.
AB ile Türkiye arasında yapılan mültecilerle ilgili anlaşma Pazar günü açıklandı, hemen ardından da İzmir, Çanakkale ve Hatay gibi belli başlı yerlerde göçmen operasyonları hız kazandı. Sadece Çanakkale’de bin beş yüz kişinin kaçak göçmen merkezine götürüldü. Sahada da çalışan biri olarak anlaşmadan sonraki durumu nasıl yorumlamak gerekir?
AB’nin bizden istediği temel şey mültecilerin Avrupa'ya geçişlerini engellemek yönünde… Bunun yapılması içinde iki yol var: İlki daha sıkı sınır kontrolleri, bir diğeri de Türkiye'deki şartların düzelmesiyle beraber göçmenlerin Avrupa'ya geçme ihtiyacı duymamaları…
Sıkı sınır politikaları konusunda bizim şu ana kadar yaptığımız gözlemimiz ve iddiamız, bu yöntem her zaman insan hakları ihlallerine yol açıyor ve geçişleri durdurmuyor. Sadece daha tehlikeli, daha ölümcül ve durumu kaçakçılar tarafından sömürülmeye açık ve masraflı bir hale getiriyor. Ama en önemlisi, daha ölümcül ve daha tehlikeli kanallara yönelmesi… Dolayısıyla bu daha fazla yakalanmalara, insan hakları ihlallerine ve Yunanistan ile Bulgaristan'ın da uyguladığı ‘geri itme’ yöntemlerine Türkiye tarafından da başvurulması ve kötü muamele gibi sonuçlar doğuracak.
‘Geri gönderim merkezi’, ‘kaçak göçmen merkezi’ gibi merkezler ortaya çıktı. Bunların AB’yle varılan anlaşmayla ilgisi nedir?
Göçmenlere yönelik idari gözetimin artmasıyla, sürenin de uzaması söz konusu. Bu gözetim merkezleri aynen bir hapishane kadar kötü şartlara sahip olmasıyla beraber, göçmenler, avukata erişimleri olmadan ve burada ne kadar kalacaklarıyla ilgili herhangi bir bilgilendirme yapılmadan tutuluyorlar. 6 + 6 olmak üzere 12 aya kadar burada tutulma ihtimalleri var. Bu merkezlerin aslı şudur: 2005 yılında Türkiye'nin vaat ettiği ve Avrupa'nın mali desteği ile yapılan 6 adet kabul merkezi bulunuyor. Bu merkezler yıllardır tam zamanlı olarak hizmete geçirilmeyi bekliyor. Tabii bu kabul merkezleri herhangi bir ‘alıkonma merkezi’ olarak çalışmıyor. Yani normal şartlar altında sınır dışı etme işlemleri için kullanılmaması gerekiyor. Bu merkezler özellikle Türkiye'ye yeni gelen, uluslararası koruma başvurusunu yapmış ve öncelikle hassas gruplara verilerek, insanlara barınma imkânı sunan yerler olarak çalışmaları gerekiyor. Bize gelen bilgiye göre bu 6 tane merkezden 2'sini Türkiye, ‘geri gönderim merkezi’ olarak kullanmak üzere talepte bulunmuş. 2013'te imzalanmış olan geri kabul antlaşmasının 2016 Haziran ayında uygulamaya girmesi söz konusu. Eski adı misafirhane olan bu merkezlere artık geri kabul merkezi deniyor. Bu merkezler Edirne, İzmir, Erzurum, Aydın ve Ayvacık'ta… Kabul merkezlerinin geri gönderme merkezleri olarak kullanılması da gündemde. Son gelişmelerle birlikte, Avrupa desteğiyle ve Türkiye'nin kendi imkânlarıyla yeni geri gönderme merkezlerinin yapılması söz konusu.
Anladığım kadarıyla göçmenler için açılan ‘misafirhaneler’ AB ile başlayan mülteci anlaşması süreci sonrası tabiri caizse ‘hapishane’ olarak faaliyet gösterecek. Sayılarının da artması gündemde… Bir yandan da anlaşmaya göre Türkiye’nin göçmenlerin geldiği ülkelerle ayrı geri kabul anlaşmaları imzalaması da gündemde. Mültecilerin durumunun iyileşme ihtimali var mı?
Önümüzde bizi bekleyen en temel sıkıntılardan bir tanesi de mülteci ve göçmenleri durdurmak için sert yöntemlere başvurarak insan hakları ihlallerine yol açabilecek davranışlara başvurulması. İdari gözetim merkezleri ve kapasitelerinin arttırılması da gerekiyor. İnsanların daha fazla sayıda ve yoğunlukta burada kalması ile beraber Türkiye’nin güney ve doğu sınırlarındaki ülkelerle imzalayacağı geri kabul antlaşmalarıyla, bu insanların iade edilmeleri söz konusu. Mevcut durumda Avrupa suçu Türkiye'ye atıyor. Türkiye de bu suçu göçü veren ülkelere yöneltiyor. Her ne kadar mülteci yani sığınmacıların geri gönderilmemesi gerekirken, Türkiye bunları da geri göndermeyi düşünüyor.
Bu arada Avrupa, Türkiye'yi ‘üçüncü güvenli bölge’ olarak ilan etmeye çalışıyor. Mülteci ve sığınmacıları Türkiye'ye göndermek ve hayatlarının tehlike de olmadığını deklare etmek için yapıyor bunu. Bu kapsamda sadece göçmenler değil, sığınmacı ve mültecilerin de Türkiye'ye gönderilmesi söz konusu. Herhangi bir antlaşma ve protokol imzalanmaksızın geri gönderme ihtimalleri olacak.
Anlaşma koşullarının yerine getirilmesi için belirlenen süre bu sorunları çözmek için yeterli olacak mı?
Haziran 2016'da yürürlüğe girmesi planlanan bu düzenlemeyle, Türkiye’nin geri kabul konusunda kendisinden beklenenleri yerine getirip getirilmediğine bakıldıktan sonra bir değerlendirme yapılacak. Eğer olumlu bulunursa Schengen Bölgesi’ne giriş için vize serbestliği sağlanacak. Daha önceleri Türkiye, bu iki mevzunun aynı anda başlamasını talep ediyor ve geri kabulün vize serbestliğinden önce başlamasını kabul etmiyordu. Ancak şu an bu duruştan vazgeçmiş durumda. Yani sonuç olarak hala Türkiye'nin vize konusunda kazanacağı bu imtiyazlar, geri kabul konusuna değerlendirmeden olumlu not almasına bağlı.
Peki, 3 milyar Euro’luk kaynağın akıbeti ne olacak?
Misafirhane alanı olarak yapmış binalar geri iade ile gönderilen göçmenler için kullanılmaya başlanacak. Tam olarak başka ne gerekiyor bilmiyorum, ama yapılacak bu yardımın önemli bir kısmının bu tip amaçlarla kullanılacağı konusunda endişelerimiz de mevcut. Yüksek teknoloji imkânlarından yararlanılarak sınır kontrolü yapılması veya daha fazla görevli alınması yerine paranın göçmenler için harcanması daha önemli. Bu gönderilen meblağın şeffaf bir şekilde harcanmasını temenni ediyoruz.
Bu kaynakla ilgili herhangi bir denetim mekanizması mevcut mu?
Anladığımız kadarıyla zaten toptan verilen bir para yok, Türkiye'nin bu parayı nasıl kullandığı değerlendirilerek, kaynağın peyderpey yollanması söz konusu.
Anlaşma geçtiğimiz Pazar günü açıklanmış olmasına rağmen mültecilerle ilgili görüşmelerin başlangıç noktasının Erdoğan’ın Brüksel ziyareti ve Merkel'in Türkiye’ye gelişiydi diyebiliriz. O zamandan beri böyle bir antlaşma ortaya çıkacağı az çok biliniyordu. Türkiye’nin mültecilere yaklaşımının o tarihlerden itibaren değiştiğini söyleyebilir miyiz?
Son zamanlarda, bizim anladığımız kadarıyla artık yasal pasaportlu geçişler pek mümkün değil. Eskiden gerçekleşen yasadışı geçişlerde de sayı çok düşmüş durumda. Türkiye'nin artık duvar örmesi ve tel çekmesiyle beraber geri itme politikaları kapsamında uygulamaları var. Tamamen geçiş durmuş da değil tabii ki. Kısa bir süre önce hemen hemen bütün mülteci girişleri doğrudan Türkiye-Suriye hattından veya Suriye-Lübnan-Türkiye üzerinden yapılıyor. Türkiye'nin oluşturmak istediği güvenli bölgeleye herhangi bir siyasi destek olmamasına rağmen şimdi sanki resmi açıklamalarda okuduğumuz üzere, eskiye oranla destek artmış durumda. Artık Türkiye ne Avrupa'ya göçmen yollayacak ne de kendi bünyesine alacak. Bir tek uçuşa yasak bölge yaparak herhangi bir şey elde edilmeyecek tabii ki, mültecilerin akıbetleri konusunda hala muallak olan noktalar var. Güvenliğin nasıl sağlanacağı belli değil, hava yoluyla değil de kara yoluyla gelecek saldırılara karşı kimin koruyacağı bilinmiyor. Durumun vahametiyle ilgili yayınlanan raporlara da Avrupa’dan çok büyük bir tepki gelmediğini de hatırlatmak isterim. Çünkü zaten Avrupa çokta fazla önemsememektedir orada olanları. Avrupa çok açık bir şekilde mülteci istemediğini dile getirip Türkiye’nin ne gerekiyorsa yapması gerektiğini söylüyor.