Rojava’da 16 Hıristiyan kuruluşun PYD – YPG yönetiminden duydukları rahatsızlığı dile getirdikleri bildiri tartışmalara neden oldu. PYD yönetimi iddiaları reddetti, Agos’un görüştüğü PYD sözcüleri de iddiaları gerçek dışı buldu, ancak bildirinin yankıları da sürüyor.
Uluslararası Af Örgütü, YPG yönetimindeki bölgede Temmuz ve Ağustos ayında yaptığı incelemelerle ilgili rapor açıkladı. 14 Ekim’de yayımlanan raporda, sivillerin yerlerinden edildiği belirtilerek, “Özerk yönetimin kontrolü altındaki bölgelerde, sık sık İslam Devleti (İD/IŞİD) veya diğer silahlı grupların üyelerine sempatiyle baktığı yahut bir bağı olduğu düşünülen sakinlere misilleme olarak binlerce sivil kasten yerlerinden edildi. Köyleri tümden yerle bir edildi” tespitinde bulunuldu.
YPG yönetimi ise rapordaki iddialara tepki gösterdi. Raporun açıklanmasının ardından YGP yönetimi yaptığı açıklamada, sivillerin taşınmasının istisnai bir durum olduğu belirtilerek Af Örgütüne yeni bir izleme heyeti oluşturulmasını ve iddialarla ilgili beraber inceleme yapılması çağrısında bulundu.
Af Örgütünden sonra bölgedeki Hıristiyan kurumları ortak bildiri yayınladı. Aralarında kiliselerin de bulunduğu kurumlar başta göçmen kanunu olmak üzere, Hıristiyanlara dönük uygulamalara tepki gösterdi.
Hıristiyan kurumlarının yayınladığı bildiriye de PYD yönetiminden tepki geldi. PYD Eş Başkanlık Danışmanı Shinko Dibo, Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada , Hıristiyan kurumların tepki gösterdiği göçmen kanunun gündeme geldiğini ancak yasalaşmadığını açıkladı ve zorla askere alma iddialarını yalanladı.
Agos’un bölgede ulaştığı Hıristiyan din adamları da söz konusu kanunun gündeme geldiğini ancak yasalaşmadığını, şu ana kadar bölgede el konulan mülkleri olmadığını söyledi.
Agos’a konuşan PYD sözcülerinden Ömer Alluş*, mülklere el konulduğu iddialarını yalanladı. Alluş, şunları söyledi, “Biz burada olmayan hiç kimsenin mülküne el koymuyoruz. Bu mülklere daha önce birileri el koymuştu. Biz, onlardan geri aldık. Sahipleri ne zaman geri dönmek isterse bunları onlara teslim ederiz. Çünkü bunlar, onların mülkü ve biz kimsenin mülküne zarar vermeyiz. Ermenice ve Türkçe okulları teşvik ediyoruz. Bizde mahkemeler var. Temsilciler Meclisi var. Şayet Süryani okulları üzerinde herhangi bir baskı uyguluyorsak, adalet önünde hesap vermeye hazırız. Çünkü mahkemeler var. Sulh meclisi var. Kardeşlik meclisleri var. Bunları herkes, şikayet için başvurabilir.”
HDP’den 7 Haziran ve 1 Kasım Genel Seçimlerinde milletvekili adayı olan, insan hakları savunucusu ve avukat Erkan Metin, üç kişilik bir heyetle Mayıs ayında bölgede inceleme yapmıştı. Hıristiyan kurumlarının bildirisinin bu halkların geleceğe dönük kaygılarına işaret ettiğini kaydeden Metin, Kanton yönetimlerinin uygulamalarını soykırım veya etnik temizlik olarak görmenin ise gerçekle bağdaşmadığını söyledi.
Metin, yaptıkları incelemelerden sonra PYD Eş Başkanı Salih Muslim’in Asuri ve Süryani temsilcilerle görüşmeler gerçekleştirdiğini, görüşmelerden sonra mülkiyete ilişkin yasa tasarısının gündeme geldiğini ancak itirazlar sonrasında geri çekildiğini söyledi.
Metin, bölgedeki izlenimlerini Agos’a anlattı.
Bölgede yaptığınız incelemelerde hangi tespitlere ulaştınız?
Evvela bölgede Süryanilerin nasıl yapılandıklarını izah etmem lazım. Kanton yönetiminde Süryani Birlik Partisi bir bileşen olarak yer alıyor. Askeri anlamda ise gene bu partiyle bağlantılı Süryani Askeri Meclisi (MFS) ve bunun bünyesinde Habur Savunma Güçleri adı verilen Süryanilerin Habur köylerindeki insanlardan oluşan bir savunma gücü var. Bunlar YPG-J ile birlikte IŞİD’e karşı savaşan güçler. Bir de yerel asayiş birimleri var. Gene MFS ile bağlantılı Sutoro adlı birim de çeşitli yerlerde asayiş işlerini yürütüyor. Bunların dışında Gozarto Savunma Güçleri (GPF) adı verilen askeri bir savunma birliği ile Sootoro adı verilen asayiş birimleri de var. Bu birimler ise Suriye rejimi yanlısı birimler. Bölgede bazı yerlerde Suriye rejimi sembolik de olsa varlığını sürdürüyor. Örneğin Kamışlı merkezinde Suriye rejimi ve Sootoro var. Ama kentin çevresinin güvenliğini YPG sağlıyor. Bütün bu gruplar örneğin geçtiğimiz aylarda Haseke’deki IŞİD saldırısına karşı ortak hareket etti.
Bölgede bu gruplar arasında zaman zaman ihtilaflar oluyor. Ancak bir olay gerçekten son derece rahatsızlık vericiydi. Nisan ayında Habur Savunma Güçleri’nden çok sevilen iki üst düzey komutanımıza yönelik bir suikast düzenlendi. Til Tamer yakınlarında Dawod Gendo katledildi ve yardımcısı İlyas Naser de ağır yaralı olarak kurtulabildi. Başta IŞİD bunu yaptı zannedilirken İlyas Naser’ın iyileşip iletişim kurabilmesi ile birlikte suikastı düzenleyenlerin YPG mensubu 5 kişi olduğu öğrenildi. Biz heyet olarak bölgeye gidene kadar bu şahıslar hakkında YPG hiçbir somut adım atmadı. Bizim gitmemizle birlikte bir hareketlenme oldu ve bu 5 şahıs hakkında Kanton halk mahkemesinde dava açıldı. Kısa süren yargılamada İlyas Naser’ın bizzat isimlerini verdiği YPG’liler hakkında 2 yıl gibi komik cezalar verilerek olay kapatılmak istendi. Aslında bölgedeki taraflar arasındaki gerilimin doruğa çıktığı olay buydu. Bu karara yapılan itirazlar sonucunda yeniden yargılama yapıldı ve faillere en yükseği 25 yıl olmak üzere daha yüksek cezalar verildi. Bu olayla önyargılar, kaygılar tekrar yükselmeye başlandı.
Oradaki halkımız ikiye hatta üçe bölünmüş durumda. Süryani Birlik Partisi’ni Süryanilerin temsilcisi olarak görmeyen epey sayıda insan var. Onların pasif ve çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini düşünüyorlar. Kendilerinin bir kısmı da Suriye Rejimi yanlısı olması nedeniyle Kanton yönetimine de dahil olmaya çalışmıyorlar. Bir kesim ise rejime de muhalif ancak Kanton’a da taraftar değil. Sorunların bir nedeni de bu temsiliyet ve farklı politik duruştan kaynaklanıyor.
Kanton’da mülkiyete, eğitime, zorla askere almaya ve vergilendirmeye ilişkin yapılan eleştirilere dair tespitleriniz oldu mu?
‘Göçmen Mülkü Yasası’ bir tasarı olarak 15 Eylül’de Kanton yasama komisyonunda ele alındı. Mülkünü göç nedeniyle terk edenlerin mülklerinin kamulaştırılması söz konusuydu bu yasada. 1915 soykırımında 2 milyon insanını kaybetmiş halklara yönelik düzenlemeler yapılırken iki kere düşünmek lazım. Kanton yasa tasarısında “Göçmen Mülkünün İdaresi ve Yeniden Dağıtımı Kurumu” düzenlemesi var. Kısaca bu yasa tasarısı bir hataydı. Neyse ki itirazlar ve tepkiler sonucunda geri çekildi.
Eğitim konusunda ise eğitim müfredatında bazı değişiklikler olduğunu öğrendim ama temelde bu konuda önemli bir sorun olduğunu sanmıyorum. Rejim yanlısı kesimler belki bundan rahatsızlık duymuş olabilir ama Süryaniler için Kürtçenin zorunlu dil olduğuna dair bir tespitim yok.
Zorunlu askerlik meselesinde ise son bir buçuk yıldan beri sıkıntılar var. Bölgede hemen her sivilden bu serzenişi duyduk. 18-30 yaş arasındaki gençlerin ya YPG’ye ya da Süryani MFS’ye katılması konusunda baskılar olduğu söylendi. Gençlerin bu yüzden sokağa çıkamaz olduğu dillendirildi. Bir anlamda genç nüfusun göç etmesine de bu sebep olmuş. Örneğin Derik’te bu baskıyı çok hissettik. MFS’ye sıcak bakmayan, Süryani Birlik Partisi’ni kendi temsilcisi olarak görmeyen kesimler gençlerini MFS’ye vermek istemiyordu. Kanton’da yasal anlamda her aileden birinin 6 ay zorunlu askerlik eğitimi alması zorunluluğu var. Ama belli ki bu konuda fiili durumlar söz konusu. Tüm araştırmada şu anlayışı da gözlemledik: Örneğin, bir Asayiş Komutanı halka bu tür baskılar kuruyor diyelim. Halk hep şunu düşünüyor. Kimi kime şikayet edeceksin. Kanton yönetimi, mahkemeleri açıkçası oturmuş değil. Bu durumda da sorunlar büyüyor ve şahısların hataları tüm Kanton’a da mal edilebiliyor.
Vergi konusunda ise Kamışlı’da vergi şikayetleri vardı. Bölgedeki Hıristiyan esnaftan hem rejimin vergi aldığı hem de YPG’nin keyfi vergi aldığı iddia ediliyordu. Ama örneğin Derik’te bu konuda şikayet eden yoktu. Dinlediğimiz tüm şikayetlerde ortak noktanın keyfi uygulamalar ve tacizler olduğu açıkça görülüyordu ve genel anlamda bu uygulamaların da Hıristiyan göçünü arttırdığı iddia ediliyordu.
Yayımlanan bildiriye gelen tepkiler nasıl değerlendiriyorsunuz?
Üzüntü vericidir. Halkların dayanışmasını lafta değil yürekten isteyen birisiyim. Ortadoğu’daki kanın durmasının tek yolu da budur. 1915 ile yüzleşilmeden atılan her adım eksik kalıyor. Kürt ya da başka bir halk olsun, hiç kimsenin bu coğrafyadaki başka bir halka tepeden bakmaya hakkı yoktur. Herkes göz hizasında konuşmalıdır. Kürt halkından nasıl şehitler veriliyorsa Süryani halkından da şehitler verilmektedir. Bırakın bir toplumu bir bireyin dahi eleştirisi demokratik toplumlar için saygınlıkla dikkate alınmalıdır. Diğer taraftan Hıristiyan halkların da soykırımdan bu yana gelen önyargılarla hareket etmesini de doğru bulmuyorum. Ayrıca işi anti-Kürtçülük olarak görüp bir halka düşman kesilenlere ayrıca kızıyorum. Bunların hiç kimseye bir faydası yoktur. Yeni ve eşit ortak bir yaşam için tüm duyarlı insanlar çaba göstermelidir. Bunun formülü ister Kanton olsun ister başka bir model olsun önemli değil. Önemli olan özgürce ve eşitçe yaşayabilmektir.
*Arapça çeviri için Mitra Hammoo (Demirel)'e teşekkür ederiz.