Kadıköy Rum Ortodoks Cemaati Kiliseleri Mektepleri ve Mezarlığı Vakfı’nın başkanı Prof. Dr. Yorgo İstefanopulos’la, tanımlar, tanımlamalar ve bölüştürmeler nedeniyle zaman zaman saldırılara maruz kalan azınlıklar, Türkiye’de Rum olmak, ve taşıdığı isimler üzerine söyleştik.
“Benzerleri tarafından tanınmaktan başka ne arar insan bu dünyada... Tabii, onlar da bizim onları tanımamız için çalışırlar. Herkes kendini başkalarına göre tanımlar. Keyfî bir bölüştürme!”
Emmanuel Levinas
İsminizin anlamıyla başlayalım mı söze?
Bu isme ilişkin çok çeşitli rivayetler var. Aslında Yorgo, aziz olmadan önce bir Roma askeriydi. Bizim dinde, Roma askeri olup Hıristiyanlığa geçen ve kilise koruyucusu olarak kabul edilen birtakım azizler var. Makedonya’nın Ohrid şehrinde 11. asırdan kalma bir kilisede gördüm, fevkalade güzel dört sütün vardı, her birinin dört tarafında da birer aziz duruyordu – kiliseyi ayakta tutan, askerî üniformalı 16 aziz... Yorgos, Dimitrios, Theodoros, Minas... Milattan sonra 300’ler... Kapadokya doğumlu bir Roma askeri olan Yorgo’ya “Hıristiyanları keseceksin” emri verilmiş. O karşı gelmiş, karşı geldiği her seferde işkenceye alınmış ve her seferinde işkenceden canlı çıkmış. En sonunda kafasını uçurmuşlar.
Ama ölümsüz biri olarak simgeleniyor...
Evet, ejderhayı öldürürken atıyla resmediliyor. Ejderha, kötülüğü, Hıristiyanlığa karşı kötü olanları, düşmanları simgeliyor ve kötü olanları Aziz Yorgo öldürüyor. Mızrağıyla öldürüyor; mızrağı da inancını simgeliyor.
Aziz Yorgo’nun isim günü ne zaman?
Eski Takvim’e göre Aziz Yorgo –veya Türkçede yaygın olarak bilinen adıyla Aya Yorgi– günü 6 veya 7 Mayıs’a rastlıyordu, yeni takvimle 15 gün geri çekildi, 23 Nisan’da kutlanıyor. Ancak maalesef, 23 Nisan Paskalya haftasına denk düşerse kutlaması erteleniyor; Paskalya pazarının hemen ertesi günü kutlanıyor. Bu kötü oluyor, çünkü 23 Nisan tatil günü, isim günümü kutlayabilirim. Ertelendiği zaman çalışıyor oluyorum ve kiliseye gelemiyorum. Kutlamak için izin almam gerekiyor. Aya Yorgi gününde, eskiden çayırlarda panayırlar yapılıyordu, ‘Aya Yorgi Panayırı’ deniyordu ona. Şimdi biliyorsunuz, 7 Mayıs’ta, İslam’daki Hıdırellez kutlanıyor. Hıdır, Hızır kimdir? Hıdır-Ellez şenlikleri, bence Aya Yorgi panayırlarının Müslümanlığa aksetmiş şekli. Bunu birileri araştırmalı.
Aileniz isminizi seçerken panayırlardan, efsane hikâyelerinden etkilenmiş mi?
Yorgo, annemin babasının adı. Çanakkale Savaşı’ndan çok hasta dönmüş. Annem onu hiç tanımamış. Annemin iki ağabeyi varmış, onlar da mübadeleden önce ölmüşler. Büyükannem, anneme hamile kalmış ama kocası o arada ölmüş. Annem Evgeniya doğduğunda babası yokmuş. Kendi doğumuyla ilgili bir tek belge vardı elinde. Kapıdağ Yarımadası’nın doğusundaki balıkçı köyü Mihaniye’den, ihtiyar heyeti, 1918’de İstanbul Uluslararası İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na yazılıyor. Bu yazıda büyükannemin adı var “Bayan Kiriaki ve küçük kızının İstanbul’a götürülmesinin kabul edilmesini” rica eden bir yazı... İstanbul’da abisi vardı, onun yanına gelmiş, küçük kızıyla. Bu belgeden anlıyoruz ki, annemin doğum tarihi 1917 olmalı. 18’de gelmişler, 19’da da zaten köyler yakıldı, yok oldu. Annemin babasının anısına Yorgo adını vermişler bana. Vaftiz anam, kendi babasının adını, Konstantin’i vermek istemiş, o da güzel isim, sonra uzlaşarak Yorgo’da karar kılmışlar. Ama ben adımın Aleksandros olmasını isterdim.
Neden?
Büyük İskender’e çok büyük hayranlığım var, onun için. ‘Aleksandros’ nasıl İskender olmuş? İran’a gittiğinde, İranlılar ‘Aleksandros’u söyleyemiyorlar. ‘Als’ öntakısı var onlarda; ‘kender’i de duyuyorlar, oldu sana önce Al-skender, sonraları da İskender!
Sizin isminizle de böyle hatalar, karışıklıklar oluyor mu?
Çok olmuyor. Yorgo kolay geliyor. Bir de, bilindik bir isim. Yorgo Bacanos vardı, udi; Yorgo Vapuridis vardı, tavernalar kralı... Şimdi Yorgo Buzuki çıkmış, Wyndham Otel’de çalıyormuş. Yunanistan’da önceleri dışişleri bakanı, sonra başbakan olan Yorgo Papandreu da Türkiye’de tanındı. Onlardan çağrışım yapabiliyor. Ama yine de bazıları yanlış söyleyebiliyor; Yorga diyorlar, Yorgun yazan oluyor. “Yorgo” diyorum, “Yorgun mu?” diyor. Böyle zamanlarda T.C vatandaşı kimliğimi gösteriyorum. Görüyor ve sonra soruyor, “Nerelisiniz?” Bu kadar aptallık olmaz. “Ne zaman geldiniz?” E siz ne zaman geldiniz! Hatta sınıfta bir kere biri sordu, “Siz Yunanistan’dan mı geldiniz?”; ben de ona sordum, “Siz Orta Asya’dan mı geldiniz?”
Bu sorulara muhatap olmamak için Türkçe bir isim kullandığınız oldu mu?
Türkiye’de olmadı ama Almanya’da oldu. Öğrenciyim, elektrik mühendisi olacağım, Almanya’ya Telefunken fabrikasına staja gittim. Orada bir de Türk hanım vardı, bana gerçekten ablalık etti, çok ilgilendi benimle. Bir gün dedi ki, “Bizim burada bir Türk grubumuz var, pikniklere gidiyoruz, sen de gel ama bunlar cahil. Senin adın Yorgo dersek nasıl karşılarlar bilmiyorum.” E, ne yapacağız, adım Yorgo. “Sen benim yeğenime benziyorsun, onun adı Engin, ben seni Engin diye çağıracağım” dedi. “Peki” dedim, böylece Engin diye bir isim kullanmış oldum. Türkiye’de buna ihtiyacım olmadı ama piyasada olanlar böyle isimler kullandı. Mesela kuzenim Nikos, soğuk demirci, fevkalade iyi bir ustadır, o kendini piyasada Orhan diye tanıttı.
İnsanlar neden isimlerini değiştirme ihtiyacı duydular?
‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyaları sırasında herkes ismini inkâr ediyordu. Mesela bizim Fedon Bey var, “Sakın bana Fedon diye seslenmeyin” derdi. Feridun! Ona Feridun Bey diyorduk. Onun eşi Triandafilia, Yunanca ‘gül’ demek, o da oldu ‘Gül Hanım’. Kız kardeşinin adı Thedolosula, o da oldu mu Şule... İstemiyorlardı, korkuyorlardı gerçekten. Korkuyorlardı… E, 23’te Mübadele’yle toplumumuzu yok ettiler, 42’de Varlık Vergisi’yle servetimizi yok ettiler, 55’te bütün her şeyimizi tahrip ettiler, yıktılar, yaktılar, 64’te de sürgün ettiler.
Bütün bu korkutucu olaylar geçmişte mi kaldı?
Ben bunları eskiden beri söylerim; şu anda daha rahat söylüyoruz. Bu olayların geçmişte kalmasını istiyoruz fakat saldırılar hâlâ oluyor. Daha geçenlerde, Haziran’da oldu. Adam kiliseye girse zarar verecekti, kitliydi, giremedi. Demir yan kapıyı, tiner döküp yaktı. Birkaç sene önce de ön kapıdaki camları kırdılar ve yere kırmızı boyayla, yani kanla, “defol” gibi şeyler yazdılar. İstiklal Marşı’nı söylediler, gittiler. Hiç kimse bulunmadı, hiç kimse tutuklanmadı. İçerde 1955’te tahrip olmuş bir avize var, onu ancak 60 yıl sonra, bu sene tamir ettirebildik.
Nedir o avizenin hikâyesi?
Büyük, kristal bir avize. Çar Nikola’nın hediyesiydi. Bir benzerini Abdülhamid’e, Yıldız Sarayı’na hediye etmiş. 55’te tahrip edildikten sonra, avizeye sahte camdan kollar takıldı. Sonra tesadüfen Yıldız Sarayı’ndaki avizenin bakımını yapan şirketi bulduk, bu avizeyi de tamir ettiler. 500 kilodan fazla, muhteşem bir avize...
O avizenin varlığı isim seçimlerini, kimliği ortaya koyma biçimlerini etkiliyor mu?
İnsanlar iki kültürlü. Gidenlerde bu görünüyor. 2006’da ‘İstanbul’da Buluşma’ başlıklı bir toplantı yaptık. Bütün dünyadan İstanbullular geldi. Akademisyenler sürgünleri anlattılar, neden oldu, yazık oldu, şu oldu, bu oldu... Benden de bir konuşma yapmamı istediler. Atina İstanbullular Cemiyeti, Kavala bilmem ne cemiyeti... Orada dedim, sizin bize ne hayrınız var? Evet, yılbaşlarını, paskalyaları kutluyorsunuz, ananelerimizi devam ettiriyorsunuz ama bize hayrınız yok; olmadığı gibi, verilmek istenen bir mesajı da çok yanlış anladınız: “Vatandaş Türkçe konuş” dedikleri zaman, İstanbul’dayken Türkçe konuşmanızı söylediler. Siz İstanbul’da Rumca konuşuyorsunuz, Atina’da Türkçe konuşuyorsunuz. Yanlış anladınız bu işi! Tabii, bunun yapılmasının iki sebebi olabilir. Biri, aralarında Türkçe konuşuyorlar, başkalarının anlamasını istemedikleri şeyleri bu dille söylüyorlar. İkinci ve daha önemli olan sebebi ise şu: İnsanlar “İki kültürün de sahibiyim” demek istiyor. “Yunanca da biliyorum, Türkçe de. Rum âdetlerini de biliyorum, Türk adetlerini de”... İki kültürü beyan etmek istiyor gibiler.
Bir yerde azınlık olmakla da ilgili...
Tabii. Orada da azınlıklar çünkü. “Türk tohumu” diyorlar onlara. Onlar da “Madem öyle, biz de Türkçe konuşuruz” diyor herhalde. Tanımak-tanınmak önemli. Bizler de vatanımızda, Türkiye’mizde eşit vatandaş olarak tanınmak istiyoruz.