Büyük Felaket’ten sonra yeniden sevmek

Eric Nazarian, Chris Bohjalian’ın 2013 yılında yayımlanan ‘The Sandcastle Girls’ adlı romanını sinemaya uyarlıyor. Proje, Ermeni Soykırımı’nı 1915’ten bugüne taşıyarak, kuşaklar boyu aktarılan etkileri ve insanî yönleriyle ele alıyor.

Chris Bohjalian’ıni 1915’te Ermeni sürgünlere yardım etmek için Halep’e gelen Amerikalı Elizabeth’le, karısını ve çocuğunu soykırımda kaybeden Armen arasında filizlenen aşkı anlattığı ‘The Sandcastle Girls’ (Kumdan Kalenin Kızları) adlı romanı, Eric Nazarian’ın yorumuyla sinemaya aktarılıyor. Çekimlerine 2016’da başlanması planlanan film, hem güncel bir anlatı, hem de bir dönem filmi olacak. 

Nazariani daha önce de edebiyattan sinemaya uyarlamalar yapmış olsa da, bu kez zorlu bir durumla karşı karşıya olduğunu söylüyor. 17 yaşından beri 1915’e dair bir film yapmayı hayal ettiğini söyleyen yönetmen, bu meseleyi ele almak için doğru projeyi beklemiş. Kurgunun olayların sert gerçekliğine asla yetişemeyeceğini düşünmesi ve ahlakî çekinceleri nedeniyle, soykırıma dair bir film yapma fikrini bugüne kadar ertelemiş.

Büyük Felaket’e odaklanan bir filmin, yaşananların 100 yıla yayılan etkileriyle Ermeni kimliği ve diasporayı nasıl şekillendirdiği üzerinde de durması gerektiğine inanan Nazarian, sinemanın kendisi için her zaman, sözcüklerle yapılamayacak bir şekilde duygu yaratma ve hikâye anlatma yöntemi olduğunu söylüyor.

1915’ten günümüze uzanan bir yolculuk

“Chris Bohjalian’ın kitabını okumaya başladığımda, henüz 45. sayfada bütün katmanlar önümde açıldı ve film gözümde canlandı” diyen Nazarian, kitabın belirli bir döneme sıkışmadan, 100 yıldır devam eden bir öykü anlattığını söylüyor. Der Zor’a gönderilen sürgünlerin ulaştığı Halep’te başlayan öykü, burada yaşanan tüm zorlukları, hastalığı, sefaleti ve açlığı gözler önüne seriyor. Nazarian için hikâye dönüp dolaşıp bir noktada odaklanmış: İnsan eliyle yaratılan bu yıkımın, bu büyük trajedinin ardından yeniden sevmek nasıl mümkün olur? Bu soru, senaryonun omurgasını oluşturmuş.

“Peki, film bu sorunun cevabını verecek mi, ya da en azından izleyicinin kendi cevaplarını bulmasına yardım edecek mi?” diye sorduğumuzda insanlık ve vicdan kavramlarını öne çıkararak cevap veriyor. Bunun, sürekli olarak inkâr edilen geçmişe dair, vicdanla ilgili bir film olduğunu belirten yönetmen, romanda ve senaryoda yer alan, soykırım mağduru bir büyükannenin torunu olan karakterin, aslında bizi temsil ettiğini ve izleyicinin, 1915’e dair gerçekleri bu genç kadınla birlikte keşfedeceğini söylüyor. Nazarian, “Cevaplar aslında kurumlarda veya siyasilerde değil, her birimizin içinde saklı” diyor.

Yönetmenin anlattıklarından, filmin sadece büyük trajediye değil, özele indirgenmiş insanî anlatılara da odaklanacağını anlıyoruz. Nazarian, sinemanın, soykırımın yarattığı yıkım ve acının büyüklüğünü yansıtmada yetersiz kalabileceğini ancak acıyı insanî yönleriyle aktararak, böyle bir trajedinin ortasında bile ümidin varlığını gösterebileceğini söylüyor; “100 yıl önce tüm bunların nasıl olduğunu düşünmek, benim için bugün bile zor. Aslında benzer olaylar bugün, Armen’in karısı ve çocuğunun sürüklendiği coğrafyalarda hâlâ yaşanıyor. Dolayısıyla o dönemde yaşananlar bugünde yeni bir anlam ve bağlam kazanıyor” diyor.

Çekimler Boston ve İspanya’da

Proje üzerinde dört yıldır yoğun bir şekilde çalıştığını söyleyen Nazarian, bu filmi yapmanın beraberinde büyük sorumluluklar getirdiğinin altını çiziyor. Senaryosu tamamlanan filmde yer alacak oyuncuların isimleri henüz açıklanmıyor. Yönetmen, 2016’nın yaz ve sonbahar aylarında yapılması planlanan çekimler öncesinde, mimarî yapılardan kıyafetlere kadar tüm öğelerin bu film için özel olarak tasarlandığını vurguluyor. 

Filmin bir kısmı ABD’nin Boston şehrinde geçiyor. Çöl sahneleri için İspanya seçilmiş. Suriye’deki Der Zor’a gitmek bugünlerde mümkün olmadığından, bu biraz da zorunlu bir seçim olmuş. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında