El Mundo gazetesi Türkiye temsilcisi Lluis Miquel Hurtado, 27 Eylül Katalonya seçimlerinde bağımsızlık yanlıların çoğunluğa gelmesinin, İspanya siyaseti için ne anlama geldiğini Agos için yorumladı.
Katalonya’da bağımsızlık yanlıları 27 Eylül Pazar günü yapılan seçimleri kazansa da, İspanya’dan ayrılmanın mevcut ekonomik ve siyasi krizi aşmak için en iyi seçenek olduğuna halkı tam anlamıyla ikna edebilmiş değiller.
Madrid yönetiminden ayrılarak, Katalonya Cumhuriyeti’ni kurmak isteyen iki parti, mecliste en çok sandalyeyi alsa da, seçim kanununa göre çoğunluğu elde edemedi. Bu sonuç bağımsızlık yanlılarını çelişkili bir durumun içine soktu.
Bağımsızlık yanlısı koalisyon, Junts pel Si (Evet için Birlikte) ile solcu CUP (Halk Birliği Adaylığı), Diktatör Franco döneminden bu yana en yüksek katılımlı seçimlerde oyların yüzde 48,01’ini aldı. İki parti mecliste sırasıyla 62 ve 10 sandalye alarak mutlak çoğunluk sınırını 4 sandalyeyle geçti.
Birlik yanlısı sağcı Ciudadanos (Vatandaşlar) önceki seçime göre oylarını üçe katlayıp 25 sandalyeyle meclisteki ikinci büyük güç oldu. Ciudadanos’un bu kazanımı, Katalonya’da herkesin İspanya’dan ayrılmak istemediğini gösteriyor.
Ülke kanunlarına göre Katalonya, sonuçları hukuken bağlayıcı bir referandum yapamıyor. İspanya hükümetinin baskılarına rağmen Katalonya’da 2014’te bir bağımsızlık referandumu düzenlenmiş ve ‘Evet’ diyenler galip gelmişti. Ancak bu referandumun hukuki bağlayıcılığı bulunmamasından dolayı, Katalonya bölgesel hükümeti, 27 Eylül’de yapılan seçimleri 7,5 milyon nüfuslu bölge için bir bağımsızlık oylamasına çevirdi. Seçimlerin bir plebisite dönüşmüş olup ‘Evet’ cephesinin yüzde 48,01 oy oranında kalması bağımsızlık sürecinin meşruiyetine gölge düşürdü.
‘Evet için Birlikte Partisi’nin listesinde dördüncü sırada bulunan görevdeki tartışmalı Katalonya Eski Başkanı Artur Mas, sonuçların ardından “Şimdi yol haritasını uygulayabilecek, geniş tabanlı bir yönetim oluşturmamız gerek” dedi.
Hükümet kurabilmek için Evet için Birlikte Partisi’nin CUP’nin desteğine ihtiyacı var. Avrupa Birliği’ni ve kemer sıkma politikalarını reddeden halk tabanlı bir birlik olan CUP, seçimlerden sonra yaptığı açıklamayla merkezi hükümetle bağımsızlığı ‘özerk bir bölge olarak değil egemenliği olan bir parlamento’ olarak müzakere etmek için ‘demokratik meşruiyetleri’ olduğunu söyledi.
Öte yandan CUP, neo-liberal eski başkan Artur Mas’ın tekrar başkanlığa seçilmesine izin vermeyeceğini Yönetim Komitesi Üyesi Antonio Banos’un ağzından açıkladı: “Bağımsız bir cumhuriyet kurmak için bizimle başlangıç yapacak olanların sosyal kesinti fikrinden uzak, yolsuzluğa bulaşmamış ve kemer sıkma politikalarını geri çevirmek isteyen kişiler olmasını istiyoruz.”
Artur Mas, partisi CDC’yi de kapsayan yolsuzluk soruşturmalarında suçlamaları partinin onursal başkanı ve Katalonya Eski Başkanı Jordi Puyol’e yönlendirmiş durumda. Zorlu kemer sıkma politikaları da Mas’ın son döneminde uygulanmaya başlamıştı.
Halkın ayrılığı destekleyen bölümü için kırılma noktası, İspanya Anayasa Mahkemesi’nin 2010’da verdiği hüküm oldu. Kararda, Katalanların 2006’daki referandumla onay verdikleri özerklik kararının önemli bölümleri kabul edilmemişti. Mahkeme, Katalan dilini kullanma hakkının genişlemesine izin vermeyip Katalonya’nın İspanya bütçesinden daha fazla pay almasını engellemişti. Hâlbuki Katalonya’nın bütçeye ciddi bir katkısı var.
2010’dan beri İspanya’da iktidarda bulunan Halk Partisi, Katalonya Başkanı Mas ile özerklik müzakereleri yapmayı reddetti. Bu tavır, neredeyse tüm İspanyalıları etkileyen kemer sıkma politikalarıyla da birleşince, Katalanların yarısı çözümün bağımsızlıkta olduğunu düşünmeye başladı. Sonuç olarak, paradoksal biçimde, sosyal kesintilerin sorumlusu, yolsuzluk yapmakla suçlanan Eski Başka Artur Mas olsa da, merkezi hükümetten gelen her aksi davranış ayrılıkçılığı körüklüyor.