Geçtiğimiz hafta boyunca Cizre, olağanüstü hali aşan uygulamalara tanık oldu. Sivil toplum kuruluşlarının raporuna göre, Cizre’de 22 yurttaş hayatını kaybetti, yaralıların tıbbi tedaviye ulaşması engellendi. Gazetemize ulaşan iki tanıklığı sizlerle paylaşıyoruz.
Cizre yasak şehir
Mehdi Arslan
Sokağa çıkma yasağı, 120 binlik ilçeyi dokuz gün boyunca âdeta rehin aldı. Şehir bir katliamla karşı karşıya kaldı. Nitekim dokuz günün ardından şehre baktığımızda, tam bir savaş manzarası izlenimi vardı. İnsan haklarına aykırı, yaşam hakkının hiçe sayıldığı, orantısız gücün kullanıldığı kesindi. Aşağıda birebir olayların içinde yer alan olaylara tanıklık eden halkın yaşadıklarını aktaracağım.
4 Eylül günü sokağa çıkma yasağının başlamasıyla birlikte, aniden tüm Cizre ve özellikle mahallemiz, tamamen bir kuşatma altına alındı. Artık kimsenin başını bile kaldıramadığı bir saldırıyla karşılaştık. Biz 22 aile ferdi ile birlikte, küçük çocukların, hastaların (kalp, şeker ve diyaliz) ve hatta hamile kadınların olduğu evde mahsur kaldık. İletişimin kesik olması nedeniyle, 112 Acil’e ve hastaneye ulaşmamız mümkün değildi. Üç gün aradan sonra komşulara ulaşıp ambulans istememize rağmen, hiçbir şekilde yardımcı olamadılar. Burada sözde güvenlik sağlıyoruz diyen özel tim ve keskin nişancılar, ambulanslara ateş edip geri gönderiyorlardı. Dokuz gün evde mahsur kaldık. Su kesildi. Elektrikleri ilk akşam kestiler. Nüfusumuzun kalabalık olmasından dolayı mevcut bulunan gıda ve ekmek bize yetmedi. Kaç gün sadece peynirle yetindik. 9-10 Eylül akşamı, en şiddetli bombardımanın yaşandığı akşamdı. Ben ve babam ikinci katta, hasta ve çocuklarımız alt katta mahsur kaldı. Evimiz iki taraftan ağır silahlarla tarandı. Babam hafif kalp krizi geçirdi, kendi başıma müdahale ettim. Aşağı katta ise yengem, nefes darlığı krizi geçirdi.
Devlete karşı herhangi bir duygu bırakmadılar. Yıkma, dayatma, öldürmelerle bizi yok etmeye çalıştılar. Devlet bu tutumuyla, bizleri mevcut bulunan devlet yönetiminden kopardı. Kesinlikle bu Türk-Kürt savaşı değildir, Erdoğan ve AKP’nin iktidar savaşıdır. Özellikle Kürtlere dayattığı, oy savaşıdır; 7 Haziran’ın sonucunu kabul edememeleridir. Başbakan, İçişleri Bakanı ve Kaymakam, siviller ölmedi ya da ölen sivilleri PKK öldürdü diyorlar. Bir canlının dahi kımıldamasına izin verilmemiş, açık ve görünür bir şekilde devlet güçleri tarafından hedef gözeterek taranmıştır. Bu ölen sivillerden üç tanesi, bizim yakın akrabamızdır: Selman Ağar, Seyit Eşref Erdin, Mehmet Erdoğan. Bunu herkes çok iyi biliyor, bu kişiler keskin nişancılar tarafından öldürüldü. Bunun en bariz delili, evime isabet eden bütün mermilerin MKE, yani devletin malı olmasıdır. Bize yaşattıkları bu haksızlık ve hukuksuzluk karşısında sesimizi yükselteceğiz ve bütün hukuki yollara başvurarak AHİM’e kadar gideceğiz.
Ambulansın gelmesine izin verilmedi
Katledilen Eşref Erdin’nin yeğeni Yasemin Erdin
4 Eylül akşamı, evimizdeydik. Çatışmaların yoğun olması ve doğrudan evlerin taranmasından dolayı, kendimizi riske atarak, mahallede daha güvenli olan bir akrabamızın evine geçtik. Biz nüfus olarak 12 kişi bir evde kalıyorduk. Aç, susuz, elektriksiz kaldık. Bir komşumuzun evinde iki gün kaldıktan sonra, üçüncü gün dar sokaklardan amcamızın evine geçtik. Gördüğümüz aileler, perişan vaziyetteydi. Amcamızın evinde iki aile kaldık, yasağın kalktığı güne kadar buradaydık. Hepimiz bir salonda kalıyorduk. Korkudan, dakika başı oda değiştiriyorduk. Beş akşam amcamların evinde mahsur kaldık, amcam üst katta vuruldu; ancak amcam saat on-on birde vuruldu, saat bire kadar kimse yanına bile yaklaşamadı. Benim eşim, kaynım ve onun eşi, zar zor sürüklenerek merdivenlerden aşağıya getirdiler. Daha amcam yaralı iken ambulansı aradık, ama bize direkt ateş açan polislerden dolayı gelemeyeceklerini söylediler. 155 Polis İmdat’ı aradık, plakamızı verdik, ağır yaralımız var dedik, getirin dediler. Yaralımızı taksiye bindirdik, ancak araç sokak başına gelmeden tarandı ve geri dönüp yaralımızı aynı yere bıraktık. Hastaneye ulaştıramadığımız için amcam kan kaybından ölmüştür. Cenazemiz salonda, bir gün bir akşam kaldı. Ambulans geldi, polisler kapıya gelmesine izin vermediler. Cenazemizi götürmek istedik, ona da müdahale edildi. En fazla üç kişi getirin dediler. Yolda üç kişi taşıyamadığı için iki kez cenazemiz yere düştü. Bu bizce bir vahşet ve insanlık ayıbıdır. Burada siviller ölmedi diyenler, gelip kendi gözleriyle görsünler ve bizim yaşadıklarımızı dinlesinler.