Kıyıya ölü insanlar vuruyor. İnsandan sayılmayan insanlar. Ve onların çocukları. Küçük ayaklar, şiş göbekler, bembeyaz yüzler… İnsan tacirlerinin ellerinde oyuncak ettiği hayatlar bunlar. Varlığı da yokluğu da bir. Çünkü bir kez karşındakini kendine denk değerde saymazsan, artık ona her tür muameleyi reva görebilirsin. Göçmenlerin dramı tam da burada başlar zaten. O ki artık kimlik kağıdın, evin barkın, o güne kadar sürdüregeldiğin gündelik hayatın kalmamış, hükümsüz sayılırsın.
Avusturya sınırında bir otoban… Güneşli bir gün. Yol kenarında terk edilmiş bir kamyonette, birbiri üstüne istiflenmiş ölü insanlar. Biri berikinin kucağında vermiş son nefesini, beriki diğerinin ayaklarının dibinde. Yer o kadar dar ki, o son nefes mecaz anlamıyla verilen değil alınamayan nefes. Hava yok, yer yok. Ve aslında insan da yok. Besbelli bu kamyonetin kasasına tıkılmışken de insandan sayılmamışlar. Ama onları bu kasaya tıkıştıranlar insan hesapta. Enselerinde IŞİD’in kanlı pençesiyle kendilerini, sevdiklerini canhıraş bir şekilde başka diyarlara, yeni hayatlara atmaya çalışanların son gıdım parasını ve tek hazine umudunu sömüren tacirler… Onları bile bile ölüme yollayan, Akdeniz’in derinliklerinde, tırların kasalarında boğan katiller. Ve onlara öldürme alanı tanıyan devletler. Göçmen politikaları konusunda sapır sapır dökülen devletler.
O kendi içerisinde sınırları kaldırmış olmakla övünen Avrupa Birliği, mevzu bahis kapıya dayanan göçmenler olduğunda, sığınma hakkı tanıma konusunda kelimenin tam anlamıyla çuvalladı. Sorumluluk, adeta yakartop oyununda kaçışılan o toptu. Yeter ki bizi vurmasındı. Böylelikle daha düne kadar Yunanistan’a karşı varoluş mücadelesi veren Makedonya, sınırına gelen Suriyeli ailelere gaz sıkıyordu. Bir göçmeni karşında gördüğünde, yorgunluktan tükenmiş, çoluğunu çocuğunu toparlamaya, ayağının üzerinde durmaya çalışan elinde kalan tek şeyi hayatını bir de insanlık onurunu korumaya çalışan göçmenleri gördüğünde o gazı nasıl sıkarsın acaba. Muhtemelen senin asla o konumda olamayacağın hissiyatıyla. Muhtemelen bu ülkede de öldürülen çocukları uğruna yas tutulacak ya da lanetlenecek diye iki kategoriye nasıl ayırabiliyorsan, acıdan kuntlaşmış yüzleriyle bazı annelerin ömürlük ahını nasıl alıyorsan öyle.
Sonra bir resim görüyorum. Bir Yunanlı tatilci. Kovboy şapkası ve son model güneş gözlükleri takmış teknesinin güvertesinde. Geziye çıktığı küçük Pserimos adasından Kos’a dönmek üzere. Ve işte orda açık denizin ortasında bir adam duruyor; Suriyeli Muhammed. Üzerinde bir can yeleği, tam 13 saattir ölüm kalım savaşı veren Muhammed. Ve o kadın iki koluyla en sevdiği canına sarılmış gibi kucaklamış bu yabancıyı. Hayatını kurtardığı insanı. Ölü istatistiklerinde bir rakam olmaktan alıkoyduğu insanı.
Sonra bir haber okuyorum. İzlanda hükümetinin yalnızca 50 Suriyeli göçmeni kabul edebileceğini açıklamasının ardından ülkenin önde gelen yazarlarından Bryndis Bjorgvinsdottir’in, Suriyelileri evlerine almak için Facebook'ta başlattığı kampanyaya destek verenlerin sayısı 10 bini aşmış. Hele bir gözünüzün önünde canlandırın; 300 bin nüfuslu İzlanda'da 24 saat içerisinde 10 bin kişi, evlerini Suriyelilere açabileceklerini duyurmuş. Ve elbette bu tavrın siyaseti etkileme gücü de var. Hükümet kapılarını açacağı göçmen sayısını, halkın taahhüdüne göre yeniden ayarlama ihtiyacı duyuyor.
Dayanışma ve direnişin gücü tam da burada gizli zaten. Onca kayıp ve hicap içerisinden yeniden umut yeşertebilmenin biricik yolu da burada. İzlanda kuzeyde kendi içine kapanık, uzun kış gecelerinden geçen bir ülkedir ilk bakışta. İkinci bakışta oradaki insan sıcağı böyle çarpar işte yüzümüze. Hani şu meşhur misafirperver imajımız eşliğinde göçmenleri Bodrum emniyetinde demir barikatlarla çevrelediğimiz ve demirlerin üzerinden yiyecek bir şeyler attığımız gündüz saatlerini çarpar işte yüzümüze. Kapitalist sistem küreselleşmeyi tersten yaşatır; pahalı tatil yöreleri birer can pazarıdır artık. Ve kimse görmedim diyemez. Ordadır işte memleketsiz kalanlar. Sahildeki gazete bayiinde ise farklı dildeki gazeteler hep o aynı fotoğrafı kullanmıştır; bir çocuk anne ve babasının taze kazılmış mezarlarının arasında sanki yatakta koyunlarına girmiş edasıyla toprağın üzerine serilmiş yatmaktadır…