MURAT CANKARA
Alman mareşal Moltke, II. Mahmut’un talebi üzerine Osmanlı ordusunu modernleştirmek üzere iki yıl kaldığı İstanbul’da bir Ermeni evine misafir olur ve bu ziyaretinden, Ermenilerin ‘Hıristiyan-Türkler’ olarak adlandırılabilecekleri sonucunu çıkarır; 1830’lara ait, sınırlı deneyimden yola çıkan, provokatif bir yargı. Zaten Moltke de daha fazlasını amaçlamıyordu muhtemelen. Ermenilerin ana dil olarak Türkçeyi kabullenmiş olmaları, gözünü on dokuzuncu yüzyıla açmış bir Alman için onları Türk yapmaya büyük ölçüde yetmiş olmalıydı. İşin ilginç yanı, Moltke’nin bu gözleminin, Ermenilerle Türklerin –tâ ki Batılı kefere ilkinin aklını çelene kadar– ne kadar da kardeş kardeş bir arada yaşadıklarını örneklerle anlatmaya çalışan akademisyenler tarafından sıklıkla alıntılanması. Belki Ermeniler aynı Ermeniler ama Moltke kimliklerinin arasına görünmez bir tire yerleştiriveriyor: Hıristiyan-Türk. Melez, tirelenmiş, iki arada bir derede kalmış (Allah bir Hıristiyan’ı Türkiye’nin derelerine düşürmesin.) bir kimlik artık bu. Şimdi denklemi tersine çevirelim: Müslüman-Ermeni.
Sağ kalanların yaşadıkları
‘Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler’, 2013’te (evet, bu kez) Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve aynı adı taşıyan konferansta sunulmuş bildirilerden oluşuyor. Amaç, tıpkı Hrant Dink’in dilediği gibi, “1915 soykırımının artık sadece ölenlerin sayısı üzerinden değil, sağ kalanların yaşadıkları üzerinden de konuşulması.” Tabii amacın 2005’te olduğu gibi Türk milletini arkadan değil, bu kez resmen cepheden hançerlemek olduğunu ünleyenler de çıkmıştır. (Ne mutlu onlara ki baktıkları her yerde hançer görürler.) Kitapta açılış konuşmaları, moderatörlerin kısa sunumları, Müslümanlaş(tırıl)mış Ermenilerin çocuk ve torunlarının buluştuğu atölyenin ve açılış sohbetinin deşifre edilmiş metinleri hariç 30 bildiri yer alıyor. Bunların hepsi soykırım bağlamında din değiştirme üzerine değil; aralarında Tanzimat dönemindeki kız kaçırma vakalarına ya da Abdülhamit dönemindeki toplu katliamlarla toplu ihtidalar arasındaki ilişkiye dair incelemeler de var. Benzer şekilde, kitap teorik ve ampirik çalışmaları bir araya getiriyor; soykırımın yapısal bir unsuru olarak zorla Müslümanlaş(tır)ma ya da Osmanlı/Türk tarihyazımında din değiştirme olgusunun kavramsallaştırılması da bildirilere konu olmuş, Hemşinli yahut Dersimli Ermeni yetimlerin nasıl hayatta kaldıkları da. Anı, tanıklıklık ve belgelerin harmanlandığı; mikroyla makro, yerelle ulusal, sözlüyle yazılı arasında gidip gelen tarih çalışmalarının dışında, çağdaş Kürt romanında Ermeni algısı ve toplumsal belleğin temsili üzerine inceleme bile var bu derlemede.
Temalardan bazıları: (direniş olarak) suskunluk, hafıza, arada kalmışlık, yüzleşme, toplumsal-cinsiyet soykırım ilişkisi. Örnek vaka: Hani bazı hikâyeler vardır, duyunca filmini çekmek istersiniz; başkaları da duysun ister, saate bakmadan sevdiklerinizi ararsınız; bazılarını da okuyunca, kardeşinizle bir meyhanede saatlerce içip inancınızı sorgularsınız. Viranşehir’in Telcafer köyünden Sara’nın hikâyesini okuyun; ailesindeki herkesi gözünün önünde tek tek boğazlayan adamdan, on üçü küçük yaşlarda ölen (kimlerine göre Sara tarafından öldürülen) on beş çocuk doğurmak zorunda kalan, bunun karşılığında sadece adını ve beş yaşındaki kardeşini kurtarabilen Sara. Bunu sona bırakın ki kitabın kalanını, hatta sonra da inşallah başka başka kitapları okuyabilesiniz.
Ortada bir soru(n) var
Sömürgecilik tarafından milliyetçilik kisvesi altında paramparça edilmiş toprakları dinsel kimlik üzerinden yeniden birleştirme ve dolayısıyla da aslında başka bir biçimde yeniden bölme siyasetinin (Dışarıda hiçbir şey bırakmayan mutlak bir birleştirme haricinde her birleştirme, eğer bu mümkünse elbet, bir bölme eylemidir.) pek revaçta olduğu günümüzde; ‘Sykes-Picot çöker’, ‘haritalar yeniden çizilir’ ve ‘Türkiye’nin bunu fırsata çevirmesi gerekir’ken; mazlum milletlerin tarihini ‘Muslim’ milletler tarihi olarak okumadan bu işin içinden nasıl çıkacağız? Şüphesiz, Müslümanlaş(tırıl)mış Ermenilerden kendine pay çıkarıp bunu dinsel kimliğin bütünleştiriciliği iddiasını pekiştirmek için kullanmaya kalkanlar olacak ama ortada bir soru(n) var: Müslümanlığı seçmiş Ermenilerden Osmanlı Müslümanları (Türk, Kürt ve gayrısı) adına olumlu bir pay çıkarabilmemiz için, Müslüman olmayı seçmeyenlerin (onlara Müslümanlaş[tırıla]mamış Ermeniler diyelim mi?) katledilmemiş olmaları gerekmez mi?
O değil de, insanın “Türkler gerçekten Müslümanlaş(tırıl)abilse harika olurdu” diyesi geliyor.
Editör: Altuğ Yılmaz
Hrant Dink Vakfı Yayınları
451 sayfa.