Tiyatro Baykuş’un bu sezon sahnelediği ‘Gece o kadar kirliydi ki ikisi de kayboldu’ adlı oyunun merkezinde yoksulluk ve şiddet var.
ZEYNEP EKİM ELBAŞI
“Gece o kadar kirliydi ki ikisi de kayboldu.” Bu cümle, 2010’da kurulan Tiyatro Baykuş’un bu sezon sahneye koyduğu oyunun adı. Brezilyalı yazar Plinio Marcos’un kaleme aldığı, yoksulluğu, sınıf atlama telaşı içinde birbirlerinin üstüne basarak ‘yırtmaya’ çalışan insanları konu alan oyun, “iki karakterin birbirini ötekileştirip, hiçbir şeyi paylaşmayıp, çoğaltmayıp, metropolün pisliğinde ve karanlığında yok oluşa sürüklenmelerinin samimi bir anlatımı” olarak nitelendiriliyor tanıtım metninde.
Oyunun dekoru, iki kanepe ve bir pazar sandığından ibaret. Sahnede, sistemin yoksullaştırarak yok etmeye çalıştığı iki insanın var olma çabasını izliyoruz. Büyük bir şehirde, pazarda çalışan ve aynı bodrum katını paylaşan iki hamalın hikâyesi… Biri, liseyi bitirmiş, içinde bulunduğu durumu memuriyet gibi bir iş bularak değiştirebileceğini düşünen bir taşralı. Diğeri ise okumamış, bir şeyler kazanmak için her türlü yolu mubah gören, bundan gocunmayan, yoksulluğu diğerinden biraz daha fazla kabullenmiş bir “şehir çakalı.”
Oyunu uyarlayan ve sahneleyen, Tiyatro Baykuş’un kurucusu Erkan Bektaş. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Oyunculuk bölümü mezunu olan ve zaman zaman televizyon dizilerinde de rol alan Bektaş’la, ‘Gece o kadar kirliydi ki...’, oyunun merkezinde yer alan yoksulluk ve şiddet, ve Türkiye’de tiyatro üzerine konuştuk.
• Birçok özel tiyatroda ça-lıştıktan sonra, kendi tiyat-ronuzu kurmaya nasıl karar verdiniz?
Hayatta bir derdin, söylemek istediğin bir söz varsa, ödenekli kurum tiyatrolarını tercih etmiyorsun, çünkü orada hiçbir söz hakkın yok. Dünya görüşüne tamamen aykırı bir oyunda yer almak, onaylamadığın dertleri sahneden seyirciye aktarmak zorunda kalabiliyorsun. İnanmadığın bir tiyatroyu yapıyorsun. Oysa inanmadan yapılacak bir iş değil tiyatro. Özel tiyatrolarda ise repertuarı patron belirliyor. Çoğu tiyatro suya sabuna dokunmayan işler yapıyor. Kimse sana “Gel beraber repertuar yapalım” demiyor. Oyuncu olarak kendinizi ifade edebileceğiniz bir mecra yoksa, o zaman kendi tiyatronuzu kuruyorsunuz. Tiyatro Baykuş da öyle kuruldu.
• ‘Gece o kadar kirliydi ki...’ Brezilyalı bir yazara ait a- ma çok ‘buralı’ bir oyun. Metni nasıl seçtiniz, nasıl bir uyarlama çalışması yaptınız?
Uzun süredir ırkçılıkla ilgili bir oyun arıyordum. Bulduklarım beni tatmin etmiyordu. Bir akşam, üniversitedeyken okuduğum bu oyun geldi aklıma. Yazarı Brezilyalı ama, oyunda anlatılan, aslında bu memleketin de hali: Bu yaşamı paylaşmak zorundayız ama paylaşamıyoruz, kimsenin kimseye zırnık vermeye niyeti yok. Hiç ödün de vermiyoruz. Her şey bir ötekileştirme aracı olabiliyor, sürekli birbirimizi itiyoruz. Oyundaki karakterler bu ‘itişme’yi o kadar iyi anlatıyor ve o kadar ‘bizden’ ki, oyunu buraya uyarlamayı tercih ettim.
Örneğin, okumaya değer ve-ren bir aileden gelen ‘Bilo’ karakterini Dersimli biri olarak dü- şündüm, çünkü orada da okuyarak ‘yırtabileceklerini’ düşünür genelde insanlar. Seyirciler yabancı bir oyun beklediklerinden, Dersim ağzıyla konuşan birini görünce şaşırıyorlar tabii.
• Oyundaki iki yoksul karakterin itişmeleri, hatta birbirlerinin üstüne basarak sınıf atlamaya çalışmaları, yoksulluğun yozlaştırıcı yönünü açığa çıkarıyor. Yoksulluk nasıl bu hale getiriyor insanları?
Oyun bireyi değil sistemi suçluyor. Kimsenin sana yardım etmediği, herkesin sırtına basmaya çalıştığı bir yerde, kimseye güvenin kalmaz. Sistem, haline şükreden, hiçbir şeye karşı çıkmayan, birbirleriyle didişen yoksullar istiyor. İstediğinizde askere gitsin, istediğinizde evinde otursun, istediğinizde işçiniz olsun; ‘yoksul ama mutlu’ olsun – sistem için ideal olan bu. Oysa yoksul, kendini yoksun hissettiği için öfkeli oluyor. Ve sistem öfkeni nereye yansıtacağını da gösteriyor sana. O yüzden bu kadar büyük paralar yatırılıyor futbola, insanlar öfkesini oradan çıkarsın, sussun diye. Futbol fanatikleri yaratılıyor; “Orda kavga edin, bizimle kavga etmeyin” diyorlar.
Oyundaki karakterler, iyi eğitim alamamış, işsiz, sistemin yüzeysel, ataerkil bir kültür aşıladığı insanlar; ikisi de lümpen, ve birbirleriyle uğraşıyorlar...
• Oyunda, yoksullukla içi içe geçmiş bir şiddet de var...
Oyunun sertliğinin bu meseleyi iyi ifade ettiğini düşünü-yorum. Yoksulların birbirlerini öldürmesi için her zaman bir neden bulunur. Birileri savaşa gidecekse bu yoksullar olur, bu her yerde böyledir. Yoksullar ve yoksunlar sistemin bu tür durumlarda kullandığı kişiler. Yoksullar savaşa gider, yoksullar kavga eder, yoksullar daha hırçındır. Üniversite öğrencileri arasındaki politik çatışmalarda da, o birbirini döven çocukların hemen hepsi yoksul ailelerin çocuklarıdır. Zengin çocukları karışmazlar bu meseleye.
• Oyunda neredeyse hiç dekor yok. Bu, oyunculukları çok öne çıkarması açısından riskli değil mi?
İnsanlar dekor değil oyun izlemeye geliyorlar. Bu meseleye inandığımız için, samimi oynadığımızı düşünüyorum. Bu ka- dar karanlık bir oyunun içinde insanları güldürebiliyoruz, bu önemli bence.
• Seyircinin tepkisi nasıl?
“Her gün yanından geçtiğim adamları sizin sayenizde fark etmeye başladım” diyenler oldu. Bu insanların yanında her gün, üstelik çoğu zaman da korkarak geçiyoruz gerçekten.
• Tiyatro Baykuş bundan sonra ne tür işler üretecek?
Bu ülkenin sorunları, bize değen ne varsa… İnadına, ırkçılık, ötekileştirme gibi sorunlarla uğraşmak istiyorum, çünkü korkunç durumdayız bu anlamda. Her gün bir şey oluyor ve üstü çok kolay kapatılıyor. İnsanların bunları televizyonda görme olanağı yok; medyanın ne durumda olduğunu biliyoruz... Hiç olmazsa sahneden söyleyebilelim olan biteni. Becerebilirsek, bu çizgide, politik oyunlarla yürüyeceğiz ve kendi oyunlarımızı yazacağız. Sezona, şu anda üzerinde çalıştığımız, böyle bir oyunla girmeyi planlıyoruz.
‘TİYATRO KENDİ İÇİNE DÖNÜYOR’
“Türkiye’de tiyatroyu çok sınırlı bir çevre takip ediyor, ve bunlar zaten belirli bir duyarlılığı olan insanlar. Bu yüzden, tiyatronun biraz kendi içine döndüğünü, politik ve kültürel dönüştürücülük açısından çok da faydası olmadığını düşünüyorum. Özel tiyatroların sayısında bir artış, alternatifler açısından bir zenginleşme var ama tiyatronun ulaştığı insan sayısı azalıyor. Üstelik yeterli salon da yok; festival oluyor, yurtdışından en fazla beş oyun getirilebiliyor…”