İsimlendirildiğimiz andan itibaren ismimizle yaşar, onunla birlikte bazı değerleri ve davranış kodlarını yükleniriz. Ve bu yüklenmelerle, aslında, sembolik bir akdin tarafı oluruz. Prof. Dr. Arus Yumul’la, ait olduğumuz topluluk ile ismimiz arasında imzalanan bu akit, isimler ve isimlendirmeler üzerine söyleştik.
İsminizin anlamı nedir?
Asıl adım Arusyak; Arus, kısaltılmışı. Arusyak’ın iki anlamı var. Biri Venüs, yani ‘ışık getiren’ anlamındaki sabahyıldızı. Öbürü Şeytan, yani Tanrı’ya isyan eden ilk melek, meleklerin başı. Tanrı’ya itaat etmeyince, Tanrı onu gökyüzünden yeryüzüne indirerek cezalandırıyor. İsterseniz Venüs’ü, isterseniz aslında bir melek olan fakat sonraki kullanımla ‘şeytan’ ile aynı anlama gelen Arusyak’ı tercih edebilirsiniz. Ben, ruhumun isyankârlığıyla örtüşen ikinci anlamı seçtim.
Aileniz hangisine yakınmış? Size bu ismin verilişinin ardında nasıl bir hikâye var?
Arusyak, babamın babaannesinin adı. Ata kültürüne, geçmişe bağlı topluluklarda isimler genelde aile ağacından seçilir. Şimdi bu durum değişiyor; daha modern ve moda isimler kullanılıyor. Aile ağacında nisimlerin yanı sıra, dönemin önemli şahsiyetlerinin, popüler yıldızların isimlerinin seçildiği de görülüyor. İdeolojik, tarihi veya dinî motifler de isimlendirmede etkili oluyor. Ermeniler arasında Eski Ahit ve Yeni Ahit’ten birçok isim kullanılır. Soyadları ise genellikle ya kişinin mesleğiyle, ya da geldiği yerle ilgilidir. Diaspora toplulukları dağılmaya başladıklarında, nereden geldiklerinin bilgisini ve o yere ait anıları canlı tutmak için, ‘memleketlerini’ gösteren soyadları almışlardır. Ermenilerde en yaygın olanı, ‘oğlu’ anlamına geldiği varsayılan ‘yan’ ekiyle biten soyadlarıdır. Daha eski dönemlerde ‘uni’ ile biten soyadları görülür; kişinin bu soyadını taşıması, eski aristokrat ailelerden geldiğini gösterir. Galiba 19. yüzyıldaki ideolojik akımlarla beraber, bazı Ermeniler, o ailelerden gelmeseler bile ‘uni’ ile biten soyadlarını tercih etmişler.
Sizin soyadınız nasıl seçilmiş?
Benim soyadım aslında Der Nersesyan. Bir soyadında ‘der’ olması, o ailede papaz olduğunu gösterir. Dedem, sanırım ticaretle daha rahat uğraşabilmek için, soyadımızı ‘Yumul’ olarak değiştirmiş. Nasıl seçtiğini hiç anlatmadı ama değiştirdiğini biliriz. Ailem adımın kısa versiyonunu kullanmayı seçmiş. Bana hep Arus dendi. ‘Arusyak’ı kullansaydım anlaşılması çok daha zor olacaktı, çünkü şu anda dahi bana en sık söylenen isim ‘Aruz’. Yıllardır arkadaşım olan insanlar arasında bana hâlâ Aruz diyenler var. Üniversitedeyken o kadar çok duydum ki bu adı, sınavlardan önce imza atılan kâğıda ‘Aruz’ yazmışlığım bile var.
Birilerinin yabancı bulduğu bir ismi taşımak nasıl bir his, durum?
Size atfedilen yabancılık sadece isminizle olmuyor ki... Kimliğinizle oluyor, aksanınızla oluyor, dininizle oluyor. Türkçe bir isim taşısanız da, “Ermeni’yim”, “Yahudi’yim” “Süryani’yim” dediğinizde o yabancılık size anında atfediliyor.
Kişi kendini Ermeni, ‘Yahudi, Süryani olarak tanımlamayı seçebilir ama isim bizim seçmediğimiz bir şey...
İsim denen şey, aslında, sizinle ait olduğunuz topluluk arasında sembolik bir akit. Size kimlik yüklüyor. Belki görev ve sorumluluklar da yüklüyor. Ve evet, isim sizi bir birey kılıyor ama aynı zamanda bir topluluğun da üyesi haline getiriyor, bir grupla özdeşleştiriyor. Aidiyet ile isim arasında belli bir ilişki var, isminizin tahrif edilmesi sembolik olarak kimliğinizin de tahrif edilmesine işaret ediyor. İsminizin taşıdığı farklılık ötekiliğe tahvil edildiğinde isminiz de sorun oluyor.
Bu anlamda sorun yaşadınız mı?
Kodlama meselesinden sıkıldım. Adana, Rize, Urfa, Samsun ve sonunda hep belirtiyorum, “Sonu Zonguldak değil...” Bir de, bugün hem kadınların hem erkeklerin, hayat daha kolay aksın diye, kendilerine seçtikleri Türkçe isimler var. Ben de, karşımdakiyle kurduğum ilişki süreklilik arz etmeyecekse, Arus yerine Arzu demeyi tercih ediyorum.
Ermeni olduğunuz için adınızı kodluyor olmak, haçlı bir kolye taşımak gibi... Bu durum hayatınıza nasıl yansıyor?
Birçok insan zaten benim Ermeni olduğumu biliyor. Adımı söylemesem de, galiba aksanımdan, Ermeni olduğum anlaşılıyor. Eskiden genellikle hiç aksan vermeden konuştuğumu söylerlerdi ama Hrant Dink öldürüldüğünde aksanlı konuşmaya ve “Kıbrıslı mısın?” gibi sorulara daha fazla muhatap olmaya başladım. Bilinçli bir seçim değil, bilinçaltımın yaptığı bir şeydi bu. Daha fazla insan aksanımla ilgili soru sormaya başlayınca durup düşündüm, aksanlı konuşmaya o zaman başladığımı fark ettim.
Birilerinin sizin Ermeni olduğunuzu bilmesi dışında, bir de sizi bu kimlik çerçevesinde tahlil etmesi var. Kimliği ile kendisi arasına mesafe koymuş insanların dahi, hangi gruba ait oldukları bilinince söyledikleri her şey o kimlikle ilişkilendirilerek yorumlanıyor. Sizi bir kimliğe indirgeyip, o kimliğe çizdikleri sınırların içinde kalmanızı istiyorlar. Oranın dışına taşmanıza şüpheyle yaklaşıyorlar. Bir de, azınlıkların içselleştirilmiş refleksleri var. Çalışmaya başladığım yıllarda Bilgi Üniversitesi olmasaydı, bugün öğretim üyesi olabilir miydim, emin değilim. Fakat bunu kabullenerek yola çıkıyorsunuz, bununla her zaman karşılaşabileceğinizi biliyorsunuz. Kimliğimden dolayı uğradığım haksızlık karşısında üzülen, beni teselli etmeye çalışan insanları teselli etmişliğim olmuştur; onlar isyan ederken, olup bitenler benim için alışılagelmiş bir olağanlıktan ibaretti.
Bu anormalliği normalleştirmiş olmak nasıl bir toplumsal durum?
“Azınlık olmak nedir?” sorusuna en iyi cevabı yıllar önce bir Yahudi vermişti: “Azınlık olmanın farklı bir tadı vardır, çünkü insan haksızlıklara karşı hoşgörülü olmayı öğreniyor.” Bundan daha iyi bir tanım duymadım. Yalnız bu, bizim nesiller için geçerli; genç nesiller bu azınlık davranışı üzerinden hareket emiyorlar. Onlar kimliklerini, isimlerini, zayıflığın, marjinalliğin kaynağı olarak görmüyorlar. Hrant Dink’i düşünün, 70’lerde sol harekete katıldığında Fırat adını kullanıyordu. Bunu iki nedenle açıklardı: Bir, “Yakalandığımda aman benim yüzümden cemaatimin başına bir şey gelmesin”; iki, “Zaten sol kesim de beni Hrant adıyla çok zor kabul edecekti.” Ama 90’larda kendi adı ve kimliğiyle kamusal alana çıktı ve bu kimlikle mücadeleye başladı. Yani, azınlık cemaatlerinde önemli bir değişim yaşanıyor.
Azınlık cemaatlerinden kişilerin isim seçmesinde, başka halklara, örneğin Kürtlere yapılan sanki yapılmamış. “Çocuğuna bu yabancı ismi koyamazsın” veya ‘Alex’in X’ine karşı bir muhalefet olmamış. Bunun nedeni ne olabilir?
Bu durum belki Lozan Antlaşması’nın verdiği azınlık statüsüne bağlıydı. Böyle müdahaleler yapıldığını duymadık, varsa da ben bilmiyorum. Ancak burada Lozan’a da fazla önem atfetmemek gerek. Lozan, kurucu antlaşmadır, diğer uluslararası antlaşmalar için olduğu gibi Anayasa’ya göre hiçbir iç hukuk maddesi ona aykırı olamaz, aykırı olsa bile Lozan geçerlidir. Fakat hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Lozan defalarca ve hatta “Lozan’ı deldirtmem” söylemleriyle delindi. Belki bu konuda buradaki azınlık statüsü etkili olmuştur. Zaten sayılar azdı ve zaten geniş bir kesimin gözünde siz yabancıydınız; eh, yabancılar da yabancı isim taşırlar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, asimilasyon politikaları –‘Vatandaş Türkçe konuş’ örneğinde olduğu gibi– gayrimüslimlere de uygulandı ama ana politika bu değildi. Ana politika, Türk olmayan Müslümanları asimile etmek, Müslüman olmayanları da disimile etmek. ‘Bizden’ olsunlar diye bir kaygı yoktu; onlar dinleri dolayısıyla ‘bizden’ değildi, ‘gâvur’du.
“Gâvur, gâvur kalsın”...
‘Gâvur’ nitelendirmesi çok önemli, çünkü toplumsal bilinçte bir hiyerarşiye işaret ediyor. Sadece inanların, dindarların gözünde değil. ‘Gâvur’dan türetilmiş terimlerin hepsi olumsuz anlam taşır. Kelimeyi kullananın zihnindeki yeriniz belli.
Toplumsal hayat açısından, bir şeyi ‘isimlendirme’nin nasıl bir önemi var?
Bir anekdotla cevap vereyim. İlkokuldaydım, servisin şoförü, “Bu dünyadaki en önemli şey nedir?” diye sordu. Herkes cevap vermeye başladı: “Hava”, “su”, “Allah”... Çocuğuz. Adam hepsine “Hayır” dedi, “Peki, sen söyle, nedir?” dedik. “İsimdir. İsim olmasaydı, adlandırma olmasaydı kargaşa olurdu bu dünyada” dedi. Ona göre sadece kişilere verilen isimlerle değil, nesnelere vs. verdiğimiz isimlerle iletişime geçebiliyoruz. Bu adam bir servis şoförüydü. Yıllar sonra fenomenoloji okuduğumda, benzer düşüncelerin dillendirildiğini gördüm: “Dünya bir kaostur, biz onu anlamlandırabilmek için kategorize eder, isimler veririz.” Adamın bilgeliğini o zaman takdir ettim. Adlandırmak önemli bir şey. Yaradılışa bakın, orada Tanrı dünyayı yaratır, Tanrı “Işık olsun” der, ışık olur. Sonra Tanrı, adlandırma iktidarını Adem’e verir. Adem hayvanlara, bitkilere hangi adı verirse o adları kabul eder. Önemli bir iktidardır adlandırma. Topluluklara bakın, bazen kendilerine verdikleri ad başka, onlara atfedilen ad başkadır. Burada çoğu zaman işin içine bir iktidar ilişkisi girer. Dünyayı parçalara bölüp adlandırma iştiyakına bakın. Haritalara bakın; hepsi durağandır, zaman durmuştur. Haritalara baktığınızda oralardan kimler gelmiş kimler geçmiş anlayamazsınız. Buna dair hiçbir bilgi yoktur. Bütün geçmişi siler, oraya o gün kim egemense onun adını koyar. Bu yüzden, adlandırma dediğimiz şey, sadece bireylerle değil, sembolik evrenimizle ilgili bir şey, ve bildiğiniz gibi, bu topraklarda sembollerin ayrı bir yeri vardır.