DENİZ YILMAZ
Dövüş Kulübü’nün yayımlandığı 1996’dan bu yana hayatımız epey değişti. Bir kere yıllar öncesinden dillere dolanan milenyum çılgınlığına tanık olduk. Dünya git gide daha güvensiz bir yer haline geldi. Eskisine oranla fazla çalışıp daha da mutsuz yaşarken Tyler Durden’ı yâd eder olduk. Elimizde gezdirdiğimiz akıllı telefonlar sayesinde zombileştik. Kesmedi, yeryüzü kötü Hollywood filmlerindeki gibi ucuz kahramanların gelip bizi kargaşadan kurtarmasını beklediğimiz zırvalıklarla doldu taştı… Kısacası kalıpların, otoritelerin ve kötülemekten keyif aldığımız ama göbekten bağlanmayı da ihmal etmediğimiz sistem için gönüllü çalışanlarız. Hepimize büyük geçmiş olsun!
Kamp yaptığı arazide, tanımadığı insanlarla kavgaya tutuşmayıp pazartesi sendromu yaşarken iş arkadaşlarının Chuck Palahniuk’un, elleri ve yüzündeki yaraları görmemesinden dolayı Dövüş Kulübü fikri doğmasaydı sanırım bir araba lafı da ediyor olmayacaktık.
Palahniuk, hem iki romanını yayımlatamayarak sistemden hem de dağ başında üç beş kişiden yumruk yedi ve ‘Dövüş Kulübü’ dünyaya yollandı. 1996’dan bugüne dek hangi romanı yayımlansa “Palahniuk, ‘Dövüş Kulübü’ne dipnot yazmış” diyen ve ‘duruşunu’ bozmayan bir kitle var. Böylesi aceleci yorumlar yapmak ancak Palahniuk’un fikri takibini görmeyi reddetmekle mümkün. Onun arızalı, tekinsiz ve hayatla derdi bulunan kahramanlarının ayırdına varamamak da aynı bakış açısının ürünü. ‘Satın al, tüket ve yok ol’ düsturu iliklerimize işlemişken, Palahniuk biraz daha dikkatli okunmayı hak ediyor galiba.
Kalıbı kaldırın
Palahniuk’un eleştirmekten vazgeçmediği sistem, kendini bir pazarlama nesnesi şeklinde sunarken atomize olmuşluğumuzu yüzümüze vuran bir yazar var karşımızda. ‘Tek başına kalan kutsanır’ ilkesi tıkır tıkır işliyor ve Palahniuk bize buradan vuruyor. Acımasız bir dürüstlük de gülücükler saçan ikiyüzlülük de aynı ringde. Mükemmellik maskesinin artık suratta durmadığı ama herkesin oraya oynadığı göz önüne alındığında, Tyler Durden’ın güncelliğini koruduğunu da anlıyoruz.
Kabak tadı vermediyse birkaç küçük ayrıntıyı anımsatmalı: Tyler Durden’ın, sille tokadı hayati fonksiyonları yoklama aracına çevirmesinin altında yatan şey ‘spor olsun’ anlayışı değil herhalde. İlk amaç, otoriteyi kum torbası yapmak. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor zaten. Durden, bomboş geçen günlerin acısını çıkarırcasına ve istatistik olmanın ötesine geçmek isteyerek kulübün gıyabi kurucusuna dönüşüveriyor.
Palahniuk hasarlı, itilip kakılmış ve hangi kuyuda debelendiğini bilmeyen insanları anlattığından Tyler’ı hayatımıza sokması son derece doğal. Dayak yiyip fenalaşan “bireylerin” yaratıcısı Palahniuk, oraya okuru da dâhil ediyor.
Okuru dürterken “Aracınızı park ettiğiniz yerden kaldırın” diyen bir memur gibi “Yatırdığınız kanepeden kalıbı kaldırın” uyarısı yapıyor. ‘Dövüş Kulübü’nün esprisi bu işte; isyan, hem de başımıza gelen felaketleri sıralayan bir isyan: Kanepeye, alışveriş merkezlerine, kredi kartlarına, bankalara ve işyerindeki masaya bıraktığınız hayatı geri alın diyor. İletişim çağında iletişimsizliği eleştiren Palahniuk’un, mekanik ilişki ağından dem vurduğunu da hatırlatmalı. Bu yüzden kulüp üyelerinin birbirine savurduğu yumruklar, sıkıntı verici gerçeklere denk geliyor, motto da hemen beliriyor: Dövüş kendini bilmektir!
Bir tanışma toplantısı
Şimdi gelelim meselenin özüne: Tam on yıl sonra Dövüş Kulübü form değiştirerek hortladı. Palahniuk, bütün uyarılara rağmen ve kariyerini riske atma pahasına ilginç bir hamle yaptı, Dövüş Kulübü 2’yi yazdı. Aslında yazdı denmez çünkü eldeki malzeme çizgi.
Tyler Durden’ın nefesini ensesinde hisseden kahramanlar, çizgileşerek başka bir boyuta geçmiş. Üstelik bu boyut, gerçekliğe hem dâhil hem de değil. Palahniuk bu konuda zaten sabıkalı; Dövüş Kulübü 2’de Cameron Stewart da ona yardım ve çizerlik ederken Palahniuk dili yine bozup parçalıyor.
Dövüş Kulübü 2, ölmenin o kadar kolay olmaması gerektiğini ya da haplarla uçmanın anlamsızlığını gösteriyor. Sosyal statü kaybedenler, aşağılananlar ve küçük düşürülenler haplara sarılıyor. Bu anlarda, siz deyin halüsinasyon ben diyeyim bir iç ses devreye girip “Uyan!” diyor; elbette sosyal mesajla birlikte: “Yetişkinlik, birinin sana ‘daha duyarlı olmalısın’ dediği anda başlar.”
Çizgi romanda, kenardan yürüyen baba mevzusunu da unutmayalım; otorite-baba veya baba-sistem eşleşmesi, ilk bakışta bizi yine irkiltiyor. Sonra ne olacağı bilinmez çünkü henüz birinci fasiküldeyiz; yani bu bir tanışma toplantısı.
Palahniuk, Dövüş Kulübü 2’yle insanları üzeceğini ve kimi beklentileri boşa çıkaracağını söylemiş. Bu laf, onun ters köşe mantığının zirve noktası olabilir. Yani Palahniuk’tan bir altın vuruş beklenebilir; aynı yaşamdaki gibi: İşler istediğiniz gibi gitmiyorsa düşe kalka olsa da nefes aldığınızı anlıyorsunuz.
Palahniuk’un, Dövüş Kulübü 2’yi çizgi roman şeklinde tasarlamasına köpürenler oldu. Çünkü bu kesim, yazarın kendi mantığıyla çeliştiğini düşünüyor. Ama durun bir dakika, Tyler bu durumda ne derdi: Bağırıp çağırmak ya da sızlanmak yerine sonuna kadar gidin. Tabii yapacak daha önemli bir işiniz yoksa!
Dövüş Kulübü 2
Chuck Palahniuk, Cameron Stewart
Çeviri: Gökçe Alper
Ayrıntı Yayınları
26 sayfa.