OYA ORTAÇ
Felsefenin tarihini portre sanatına benzeten Deleuze ve Guattari, şöyle der: “Bugün Platoncu, Kartezyen veya Kantçı olarak kalmak mümkün oluyorsa, bunun nedeni, onların kavramlarının kendi sorunlarımız içinde yeniden canlandırılabileceğini düşünmek ve yaratılması gereken o kavramları, onlardan esinlenmek hakkına sahip oluşumuzdur.” (G. Deleuze, F. Guattari, Felsefe Nedir?, çev: Turhan Ilgaz, YKY) Bu hakka sadece profesyonel olarak felsefeyle uğraşanlar değil, hepimiz sahibiz elbette. Felsefece düşünmek herkes için her dönem gerekli, öyleyse geçmişteki felsefi düşünceleri öğrenip bugün üzerine kendimizden düşünceler eklemek de önem taşıyor.
Gündelik hayatın içinden
Nigel Warburton’un yazdığı, Güçlü Ateşoğlu’nun Türkçeye çevirdiği, Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘Felsefenin Kısa Tarihi’, batı felsefesinin kırk bölümde küçük ve kronolojik bir özeti olarak filozofların kavramlarını herkes için erişime açıyor. Bu tarihsel ve bütünlüklü okuma deneyiminde düşünce sistemlerinin gelişimine tanıklık ettiğimiz gibi felsefenin gündelik karşılaşmalarımızdan azade olmadığını anlıyoruz. Hele ki felsefenin evlerimizden, gözlerimizden uzak sandığımız dili sebebiyle bu kitapta adı geçen elli iki filozofun aslında kendi hayatlarımızdan tanıdığımız, kendi küçük veya büyük sorunlarımızdan bildiğimiz insanlar olarak karşımıza çıkması daha da fazla merak yaratıyor.
Warburton, gündelik hayata dair verdiği örneklerle felsefe ve insanlık arasındaki aşılmaz addedilen sınırı bozmaya çalışıyor. Bizim sıradan gördüğümüz sorunlar bir filozofun hayatını vakfettiği büyük bir arayış olarak karşımıza çıkıyor. Filozofların ürettiği kavramlar olayları yeni baştan biçimlendirmemize de yarıyor; bu kavramlardan esinleniyoruz ve bu kavramları kendi sorunlarımızın içinde düşünüp sıkışıp kaldığımız yerde yalnız olmadığımızı, bizden önce benzer bir durumda kalan ya da benzer bir durumu düşünen birinin yöntemsel düşüncesini biliyoruz. Filozofların düşüncelerini takip ederken aslında kendi düşünce sistemimize tarihi anekdotlarla birlikte başkasının hafızasını da katıyoruz.
Felsefenin zor olduğu, herkesin anlayamayacağı algısını kırıyor ‘Felsefenin Kısa Tarihi’. Hepimiz ve herkes için felsefece düşünmenin, söylemenin mümkün olduğunu gösteriyor. Herkesin üzerine konuşup anlayabileceği bir felsefenin var olduğunu ve bu var oluşun hiç de sıkıcı ve zorlayıcı olmadığını, aksine, düşünmenin hepimize ait bir yeti olduğunu tekrar tekrar hatırlatmak için belki de bu kitap.
Platon’la başlayıp Peter Singer’la sona eren kitapta ölüm korkusunun zaman kaybı olduğunu söyleyen Epikuros’a; olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerimizi kendimizin seçtiğini söyleyen Stoacılara; iyi olmanın her zaman için iyi bir fikir olmadığını öğütleyen Machiavelli’ye; bir rüyada olmadığından emin olmaya çalışan Descartes’a; Tanrı’nın yaşadığımız dünyada olduğunu iddia eden Spinoza’ya; mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı düşünen Leibniz’e; ahlakın yalnızca yaptıklarımızla değil, yaptıklarımızı neden yaptığımızla da ilişkili olduğunu sorgulayan Kant’a; acılarla dolu, hiçbir zaman tatmin olamayacağımız bir dünyada daha fazlasını istemekten vazgeçmeyeceğimiz kısır bir döngüyü tarif eden Schopenhauer’a; ‘çoğunluğun tiranlığına’, toplumsal baskılara karşı çıkan Mill’e; dünyanın bütün işçilerini birleşmeye çağıran Marx’a; Tanrı’yı öldüren Nietzsche’ye; kadının kadın olarak doğmadığını, kadın haline getirildiğini yazan Beauvoir’a ve etkileyici bir biçimde ‘kötülüğün sıradanlığı’nı tanımlayan Arendt’e rastlıyoruz.
Kısacık hikâyelerle filozofların düşüncelerini bir esrarın perdesini aralar gibi kırk küçük bölümde önümüze seren bu kitap, bize yabancı olanın filozoflar ve düşünceleri değil, onları nasıl gördüğümüz ve onlarla aramıza koyduğumuz mesafe olduğunu yalın bir dille söylüyor.
Felsefenin Kısa Tarihi
Nigel Warburton
Çeviri: Güçlü Ateşoğlu
Alfa Yayınları
360 sayfa.