Soykırıma yaklaşımlar

EZGİ BERK 

Bundan yüz yıl önce, bu topraklarda Ermenilerin başına gelenler, katliamlar eşzamanlı olarak yazılıyordu. Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımına göre o dönemde yaşananlar soykırım olsa da günümüzde artık ‘soykırım’ kavramı yaşanan katliamların önüne geçti. Görülmesini, duyulmasını engeller hale geldi. Bu durum devletin resmi ideolojisine henüz çocuk yaşta maruz kalmamızla başlamış olsa da artık bu açıklamaların sorunları yüksek sesle dile gelir oldu. 

Türkiye’den ve Ermenistan’dan entelektüel faaliyetler, doktora çalışmaları için Amerika’ya gidenler diyalog kurmak, birbirlerini dinlemek ihtiyaçları üzerinden Ermeni-Türk Çalışmaları Atölyesi’ni (ETÇA) oluşturdu. Bu son derece alçakgönüllü ve küçük toplantılar daha sonra farklı illerde ve üniversitelerde devam etti. Hrant Dink’in Fatma Müge Göçek tarafından aktarılan “Bizler (Ermeniler) bu toprakları istiyoruz, ancak ele geçirmek için değil, altında yatmak için istiyoruz!” cümlesi, bu toplantılardan birinde söylenmişti. Daha sonra İstanbul’da yapılmak istenen konferanslar, devletin hedef gösteren söylemleri, soykırım tartışmaları hızla soykırımın siyasi düzeyde tartışıldığı bir ortam ile “akademisyenlerin çekine çekine arşınladıkları yol, birdenbire tehlikeli bir mayın tarlasına dönüşmüştü.”

Kapsamlı bir panorama

Bütün bu tartışmaları içinde barındıran ‘Soykırım Meselesi’; ‘Soykırımı Yazmak’, ‘Felaketin Arifesinde’, ‘Uluslararası Bağlamında Soykırım’, ‘Bölgesel Bağlamda Soykırım’ ve ‘Süreklilik’ başlıkları altındaki makalelerle kapsamlı bir panorama sunuyor.

Fatma Müge Göçek, ‘Soykırımı Okumak: 1915 Üzerine Türk Tarihyazımı’ adlı makalesinin daha başında, özellikle Cumhuriyet sonrası anlatının ‘kaderini belirleyen’ Mustafa Kemal’in Nutuk’unu da kendisine konu edinerek resmi Türk tarihyazımıyla hesaplaşıyor.

Uğur Ümit Üngör, ‘Türkiye Türklerindir: Doğu Anadolu’da Demografi Mühendisliği: 1914-1945’ adlı çalışmasının eksenine toplum mühendisliği kavramını almış. Bu kavram üzerinden Türkiye’de yapılmış toplum mühendisliğine ilişkin literatür çalışmalarını ortaya koyuyor ve bu çalışmaların kimi paradigma problemlerine işaret ediyor.

Erik Jan Zürcher, ‘Yenilenme ve Sessizlik: Savaş Sonrasında İttihatçılar ile Kemalistlerin Ermeni Soykırımına İlişkin Retorikleri’ adlı makalesine Jön Türk liderliğinin muhacir köklerine yaptığı vurguyla ve doğdukları/yaşadıkları toprakları kaybetmelerinin getirdiği travmayla yüzleşmek zorunda kalmalarıyla başlıyor. Bu kaybediş ardından gelişen tepkiyi ise dört başlık altında gruplandırıyor.

Bunlar; a) irredantizm (yayılmacı milliyetçilik), b) pan-Türkçü hayaller, c) öfke, d) Anadolu’nun gerçek Türk vatanı olarak benimsenmesi. Devamında ise İttihat ve Terakki’nin kapatılmasının ardından, onun mirasçısı gibi görünen iki politik partinin (Teceddüt Fırkası ve Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası) parti programları üzerinde duruyor. Çünkü bu iki partinin programı da neredeyse bir anayasa gibidir ve 1921 sonrası reform tasarılarının bazılarıyla büyük benzerlik gösterir. Bir taraftan da bu iki parti programı da Ermeni Soykırımı ve yaşananlar konusunda suskundur. Dolayısıyla Zürcher, buradan başlayarak ve bu tartışmayı Mustafa Kemal ve ekibine de taşıyarak bu ‘suskunluğu’ analize çalışıp bunu anlamlandırmaya gayret ediyor. Sonuçta, “Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki siyasi ve entelektüel elitler savaştan hemen sonraki yıllarda yapmış oldukları gibi, soykırım ile faillerinden kendilerini ayırma konusunda çok az gereksinim duymuşlardı” yargısına ulaşıyor.

Fuat Dündar, ‘Bir Halkı Çöle Dökmek: İttihatçıların Ermeni Meselesi İçin Kesin Çözümü’ adlı makalesinde Ermenilerin çöllere tehcir edilmesinden önce, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu çöllere Balkanlar’dan gelen Müslümanların yerleştirilmesi için çalışmaları olduğunu anlatıyor. Bölgenin tarıma ve yaşamaya uygun olmadığının tespit edilmesinden tam on ay sonra Talat Paşa Ermenileri Der Zor’a tehcir etme kararı veriyor.

‘Bu yolun sonu yoktu’

Tüm bunların sonucunda Der Zor’da yaşananları yüz yıl sonra Karin Karakaşlı dillendiriyor: “Yollar varmak içindir, çöller aşılmak için. Der Zor’un kaderi öyle olmadı. 1915’in Mayıs’ından itibaren kafilelerin geçtiği değil, kumuna karıştığı cehennem oldu. Çünkü bu yolun sonu yoktu, sonsuz yol ise sadece zulümlü ölümdü. İlk başlarda birkaç inanan oldu çölün sonundaki vahaya. Hatta mucize kabilinden o vahaya ulaşan da. Geri kalan yığınlar için etin, kemiğin gömüldüğü adsız toplu bir mezardı Der Zor. Güneşin alnında açlıktan kırılan, susuzluktan kavrulan binlerce talihsizin dünya gözüyle son gördüğü yer oldu. Ve çöl her şeyin üzerini örttü.” 

Soykırım Meselesi
Hazırlayanlar: Fatma Müge Göçek, Norman M. Naimark, Ronald Grigor Suny
Çeviri: Akın Emre Pilgir
Tarih Vakfı Yurt Yayınları
448 sayfa.