Birbirlerini kapalı sınırın ardındaki yabancılar olarak gören Gümrülü ve Karslı kadınlar ‘Beraber Az Mı Tuz Ekmek Yedik’ başlıklı yemek atölyesi kapsamında bir araya gelerek, yemek yaparken dostluk kuruyor. Bu kadınlar ortak bir tarih görüşünde uzlaşamasalar da, ortak bir yemek tarifi oluştururken, misafiri aç bırakmamak adına kendi tariflerinden taviz vermeye hazır.
Kafkasya Ticaret ve Kalkınma Ağı’nın (CBDN) Kars Şehir ve Kültür Araştırmaları Derneği (KAŞKA) ile ortaklaşa yürüttüğü, Gümrülü ve Karslı kadınların birlikte yemek yaptığı ‘Beraber Az Mı Tuz Ekmek Yedik’, Türkiye’yle Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirme projelerinden biri olarak 2014 yılında başlatıldı. Proje, 2014’te yapılan Kars-Gümrü Ticaret Forumu’nda turizm sektöründen katılımcıların sunduğu “Türkiye’de bir ‘Ermeni Yemekleri Günü’ ve Ermenistan’da da ‘Türkiye Yemekleri Günü’ yapılsın” önerisinden hareketle geliştirildi. Bu doğrultuda, Ermenistanlı ve Türkiyeli yemek uzmanlarıyla birlikte Gümrü ve Kars’ta 10 farklı köye giden CBDN temsilcileri, evleri ziyaret etti, kadınlardan tarifler aldı, yemeklerin hikâyelerini dinledi ve yemeklerini tattı. Bu saha araştırması sonucunda Kars ve Şirak Bölgesi’ndeki halklar arasında büyük benzerlikler olduğu ve iki halkın ortak bir yemek kültürünü paylaştıkları görülünce, Ermeni veya Türk yemekleri günü konsepti kendi kendini imha etti ve ortaya, adını Ermenicede ve Türkçede aynı şekilde ifade edilen ‘Beraber az mı tuz ekmek yedik’ deyiminden alan projenin bugünkü hali çıktı. Proje kapsamında bir araya gelen Gümrülü ve Karslı kadınlar, birbirlerinin mutfaklarına girip beraber yemek yaparken, bir yandan da kapalı sınırın ardında kalan ‘yabancı’yı tanıyor, onunla dost oluyor.
İlk olarak geçen ay Gümrü’de bir yemek atölyesi kapsamında bir araya gelen ve hazırladıkları yemekleri Gümrülü halkla paylaşan kadınlar, geçen hafta da Kars’ta buluştu ve bir iftar yemeği verdi. Yoğun katılımın olduğu iftarda ayran çorbası, güveç, Karslıların ‘çekmece dediği’, etli kavilca pilavı, erişte pilavı, sarma, evelik salatası, çoban salatası, hoşaf, omaç helvası, tahin helvası ve sütlü helva servis edildi. Yemeğin sonunda tabakların hepsi boştu. Gümrü menüsünde yer alanları da sayalım: Kesme aşı, evelik çorbası, üzümlü pilav, et kavurması, lahana sarması, hengel, erişte pilavı, herisa, kete. Türkiye ve Ermenistan’ın diğer bölgelerinden farklı olarak, aynı malzemeleri kullanarak çok benzer yemekler yapan kadınlar, yemeğin milliyete değil coğrafyaya bağlı olduğunu da bu şekilde kanıtlıyor.
‘Benim için burası da Ermenistan’
Ortalık ana baba günü, bütün Kars oruç açmaya burada gelmiş. Bu kaos ortamında bir ağaç dibinde sıkıştırdığım Gümrülü Ağun Haziryan’a soruyorum, günün nasıl geçtiğini: “Çok güzel. Bütün yemekleri birlikte hazırladık. Kars’la Gümrü’nün ortak yemekleri bunlar, elbette küçük farklar var ama onları da yemeğin servis edileceği halkın damak tadına göre değiştiriyoruz. Gümrü’de biraz daha Gümrülüye, burada biraz daha Karslıya göre... Mesela onlar çorbaya et attılar, biz atmayız. Kalanı aynı.”
Kadınların hepsi sınırı ilk kez geçmiş. Ağun’a, Türkler hakkında ne düşündüğünü soruyorum; başta önyargıları olduğunu ama tanıdıktan sonra onları çok sevdiğini, şimdi hepsinin dostu olduğunu anlatıyor, “Biz bu projede siyaseti kapının dışına koyduk” diyor. Hep uzaktan baktığı Kars’ı görmenin nasıl bir his olduğunu sorduğumdaysa, Kars’ın vatanı olduğunu anlatıyor bana: “Babamın anne tarafı Karslı, baba tarafı Erzurumlu. Burası bana yabancı bir ülke, yabancı bir şehir gibi gelmiyor. Babamın vatanını gördüğüm için çok mutluyum. Biz Gümrü’den Kars’a doğru her baktığımızda bu şehir bağırır bize, ‘Dön bak Batı Ermenistan’a’ diye. Bizim kalbimizde burası hâlâ Batı Ermenistan. Bir fotoğrafçı, Ermenistan’la Türkiye arasındaki sınırı işaret ederek poz vermemi istedi mesela. Şaşırdım bir an, çünkü benim kafamda bir sınır yok. Benim için burası da Ermenistan.”
Ağun’un Kars tarafından gruptaki en yakın dostu Serap Çetin Çağatay da, sözlerine ne kadar iyi arkadaş olduklarını anlatarak başlıyor: “Biliyorsunuz, kadınlar mutfağı başkasıyla paylaştığı zaman gerilir. Ama burada öyle bir şey olmadı. Hem yemek yapıyoruz, hem birbirimize hediyelerimizi sunuyoruz, sarılıyoruz, öpüşüyoruz. Çok hoş bir ortam. Mesela Ağun, önümüzdeki ay, bu projeden bağımsız olarak, bana misafir gelecek.”
Serap Hanım, Gümrülü kadınların yemeklerinin kendi yaptığı yemeklere çok benzediğini, yabancı ülkelerde aç kaldığını ama Gümrü’deki yemekleri hiç yadırgamadığını anlatıyor. Yemeklerde sorun yok, peki Ermenilerde? Serap Hanım da, tıpkı Ağun gibi, gitmeden önce önyargıları olduğunu söylüyor. “Bazı kitaplarda gördüğüm resimlerden çok etkilenmiştim. İçimde bir korku vardı o insanlara karşı; bir araya geldiğimde hemen şiddet görecekmişim gibi geliyordu. Ağun’u ve diğer arkadaşları tanıdıktan sonra, onları gerçekten çok sevdim, güven duydum. Kafamdaki o profil biraz silindi” diyor ve ekliyor: “Belki onlar da bize karşı aynı hisleri duymuşlardır.”
Serap Hanım’ın sözünü ettiği kitapların neler olduğunu sonradan, başkasından öğreniyorum. Meğer çocukluğunda okullarını ziyaret eden bazı kişiler, onlara müfredat dışı bir tarih kitabından fotoğraflar gösterip, “Bakın, Ermenilerin Türklere yaptığı zulme” demiş.
‘İyi ki tanımışım bu yurttaşlarımızı’
Gruptan Perihan Aslan, Gümrülülerin onlara karşı çok soğuk olacağını düşünmüş. “Neden böyle düşündünüz?” diye sorduğumda veremediği cevap çok şey anlatıyor: “Ee… nasıl desem… hani, ne bileyim… neden dolayı olduğu konusunda ben de tıkandım yani, orada cevap veremeyeceğim.” Perihan Hanım, Ermenilerin, düşündüğünün tam tersi olduğunu söylüyor: “Çok hoşgörülü, sıcakkanlı insanlar. Aileden biriymişiz gibi, bizimle mutfaklarını paylaştılar, önceliği bize tanıdılar. Bu çok şaşırttı beni. İyi ki gelmişim, iyi ki tanımışım bu yurttaşlarımızı.” Perihan Hanım, Gümrülüleri ‘yurttaş’ olarak nitelendirirken, “Burası benim vatanım” diyen Ağun’la buluşmuş oluyor.
Kars’ta verilen iftar yemeğine katılanlar arasında, German Marshall Fund, ABD ve İsviçre Büyükelçilikleri ve Calouste Gulbenkian Vakfı’yla beraber projenin destekçilerinden olan ‘barış sağlayıcı’ örgüt International Alert’ten Gulru Nabieva da var. Nabieva’yla sütlü helvamızı yerken, bana bu projede özellikle milliyetçi kadınlara yer verildiğini söylüyor. “Bu kadınları aynı mutfağa sokmayı nasıl başardınız?” şeklindeki sorumu şöyle yanıtlıyor: “İki kültürde de, misafiri kabul etmemek diye bir şey yok. Bu kültürel normdan faydalanıp, ‘Size şunları misafir getireceğiz’ gibi bir şey dedik. Onlar da ister istemez kabul ettiler.”
“Mutfağa girdiklerinde nasıl oluyor da kavga etmiyorlar?” diye sorduğumdaysa, Nabieva durumu yine kültürel normlarla ilişkilendiriyor: “Kolay olmadı tabii, uzun uzun konuşup tartıştılar. Ama iki halkın da ortak kültüründe, birlikte bir şeyler yaparken tartışmanın veya sofrada kavganın yeri yok.”
‘Şakalar bir şey söylüyor’
Nabieva bu yorumları, yerinde gözlem yapan insanların ona verdiği rapordan yola çıkarak yapıyor. Karslı ve Gümrülü kadınların –varsa eğer– kahrını KAŞKA’nın başkanı ve bu projenin koordinatörü olan İhsan Karayazı ve projeyi yürüten Armine Avetisyan çekiyor. Gümrülü olan fakat beş yıldır Türkiye’de yaşayan Armine iki dili de bildiği için kadınlar arasında bir nevi dengeleyici rolünde. Armine, kadınların birbirlerini gerçekten sevdiklerinden ve dostluk kurduklarından emin olsa da, bu dostluğun görünmeyen bir tarafı da olduğu düşüncesinde: “Dost olduk deseler de, bir rahatsızlık var. Hepsinde olmasa da çoğu Ermeni’de ‘Siz bize şöyle yaptınız, bizim topraklarımızda yaşıyorsunuz’ düşüncesi var.” Armine bu düşüncenin Ağun’da çok yoğun olduğunu ve onu göstermekten kaçınmadığını anlatıyor: “Mesela Belgin ‘Gümrü’de sizin lokantadaki şef mutsuzdu, çok kötü karşıladı bizi, ama bak bizimkiler nasıl karşılıyor sizi’ deyince, Ağun ‘Herhalde öyle olacak, her şeyimizi aldınız, bir de sizi iyi mi karşılayacaktık’ diye cevap verdi. Bunlar şakalaşarak söyleniyor ama bu şakalar bile önemli bir söz söylüyor.”
Karslıların sıkıntısıysa, Ermenilerin tarihe takıntılı olmaları: “ ‘Savaş zamanıydı, olan oldu, Ermeniler neden hâlâ bu konunun üstünde bu kadar duruyor?’ diye düşünüyorlar. Çok bilmiyorlar aslında olanları, bildikleri kadarını da öne sürüyorlar. ASALA lafı açıldı mesela bir keresinde. Değişimler oluyor, bunu görüyoruz. Düşünceler değişmese de, kurulan arkadaşlık bu düşüncelerin önüne geçiyor.”
Siyasette uzlaşamayan kadınlar mutfakta uzlaşmak için ellerinden geleni yapıyor. Mutfağa girmeden, iki taraf açıyor tariflerini orta yere, anlatıyor kendi usulüyle o yemeğin nasıl hazırlandığını, sonra da ortak bir tarifte buluşuyor. Onlara zaman zaman çevirmenlik de yapan Armine’yi de en çok şaşırtan, ortak bir dil konuşmayan bu iki halkın, en azından mutfakta çok iyi anlaşabilmesi.