Devletin vatandaşına ‘savaş’ açtığı bir dönemin simge sözlerinden “Polis destan yazdı”, İstanbul, İzmir, Ankara, Antakya, Eskişehir, Adana, Mersin ve Antalya’da bu şiddete maruz kalanların tanıklıklarından oluşan bir kayda dönüştü. Kitabı derleyen ekipten Deniz Koloğlu ve Saner Şen anlatıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan, Gezi Parkı eylemcilerine müdahale eden polislere sahip
çıkıp “Polisimiz demokrasi testinden başarıyla geçmiştir.
Âdeta bir kahramanlık destanı yazmıştır” demişti. Hâlbuki
eylemlere katılanların çoğu, eylemlere katılmalarına gerekçe
olarak polis şiddetinin artmasını göstermişti. Devletin
vatandaşına ‘savaş’ açtığı bir dönemin simge sözlerinden
“Polis destan yazdı”, İstanbul, İzmir, Ankara, Antakya,
Eskişehir, Adana, Mersin ve Antalya’da bu şiddete maruz
kalanların tanıklıklarından oluşan bir kayda dönüştü.
İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Polis Destan Yazdı:
Gezi’den Şiddet Tanıklıkları’, Deniz Koloğlu, Didem
Gençtürk, Gözde Kazaz, İlksen Mavituna ve Saner Şen’in
görüştüğü toplam 108 kişiden, yer verdiği 56 tanıklktan
oluşuyor. Hikâyelerin tümüyse, bir dijital arşiv belgesi olarak
‘şiddettanikliklari.com’ adresinde yer alacak. Pınar Öğünç’ün
önsözünü yazdığı kitapta, Tonguç Cankurt’un “Gezi’de
polis şiddeti ve cezasızlık”, İlker Küçükparlak’ın
“Travmaya tanıklık etmek, travmayla baş etmek” ve Tanıl
Bora’nın “Bizden değiller. Polis şiddeti: Paramiliter yapı,
ideolojik ve sınıfsal hınç” başlıklı yazıları da yer
alıyor. Kitabı derleyen ekipten Deniz Koloğlu ve Saner Şen’le
bir araya geldik.
‘Polis Destan Yazdı’da yapılan iş tam olarak nedir? Kitabı alanlar neyle karşılaşacak?
Saner Şen (SŞ): Kısa sürede çok fazla şiddet yaşandı. Bu durum insanlarda ne bıraktı, bununla nasıl baş ettiler, hayatları bundan nasıl etkileniyor? Keza, polis şiddetine ilişkin de çokça görüntü sunuldu ama bu şiddete maruz kalan insanların hikâyelerini yeteri kadar dinleyemedik. Olayları bir süre görmezden gelmeyi tercih eden ana akım medya dahi görüntü veriyor ama şiddet hikâyesi paylaşmıyordu.
Deniz Koloğlu (DK): Nasıl yaptık kısmına gelirsek: Sorular hazırladık. Ortalama 10 soru. Bunun içinde bu kişilerin kim olduklarına, kendilerini nasıl tarif ettiklerine, nasıl bir polis şiddeti yaşadıklarına kadar olaylara ilişkin sorular var. Daha sonra, “ Hayatınız bu olaydan sonra nasıldı?” gibi bir soru da yönelttik insanlara. Tabiri caizse “Siz eski siz misiniz?” gibi bir soru… Kısaca, bu kitap bir görüşmeler bütünü. Tamamen şiddet görmüş insanlara ait.
Görüşme yaptığınız kişileri nasıl seçtiniz?
DK: Önce İstanbul’a odaklandık, listemizde her kesimden birisi olsun istedik. Eylül 2013’te başlamıştık görüşmelere; kısa süre içinde sadece İstanbul’da, farklı mahallelere uzanıp liste olarak birbirini tamamlayan 50 kadar şiddet mağduruna ulaşmıştık. Örgütlü, örgütsüz, genç, yaşlı, kadın, erkek, lgbti bireyler…
ŞS: Gezi’nin alametifarikası, hiç beklenmedik bir biçimde farklı farklı kesimlerden gelen insanların birlik olmasıydı ya, öncelikle bu geniş yelpazenin her tarafına dokunmaya gayret gösterdik. Örgütlü bir insanla konuşmak daha kolay, çünkü bu kişiler yaşadıklarını anlatmaktan zaten çekinmiyorlar. Ama bizi şaşırtan bir şeyse, hayatında ilk kez sokağa çıkmış ve polis şiddetiyle karşılaşmış insanların da konuşmaktan çekinmemiş olmasıydı.
İstanbul’dan diğer şehirlere nasıl zıpladınız?
DK: Çalışmamızı yarıladıktan sonra oturduk düşündük, diğer şehirlerden arkadaşlar kitabı ellerine alıp baktıklarında eksiklik hissedecekler. “İmkânlarımız sınırlı, zaten gönüllü yapıyoruz, dolayısıyla sadece İstanbul’u ele alan bir çalışma yapabildik” diyebilirdik, ama ekip olarak bununla tatmin olmadık. Şiddetin yoğunluklu yaşandığı bazı şehirlere gittik. Tabii ki akademik bir çalışma değil bu, ama kitabın bütünlüklü olması için çok gayret gösterdik.
SŞ: İlk etapta etrafımızdaki insanlara ne yaptığımızı, kimlerle görüşmek istediğimizi anlattık. Arkadaşlarımız bu konuda gerçekten seferber oldular, hâlâ da bize şiddet hikâyeleri ulaştırmaya çalışanlar var. Duydukları, bildikleri ne varsa bize ilettiler, sağ olsunlar. Bu hikâyelerden ufak ufak başlıklar çıkardık. Örneğin, “gözaltında dayak”, “gaz kapsülüyle yaralanma”, “alıkonulma”, “taciz” gibi… Bu başlıkların her birine ulaşmaya çalıştık. 8 şehirden toplam 108 söyleşi çıktı ortaya.
DK: Bazı meslek gruplarına özellikle değindik, örneğin doktorlar, gazeteciler… Bir yerde kurulmuş olan revire gaz bombası atmak ne demek? İşini yapan haberciyi plastik mermiyle vurmak ne demek? Bu soruların altını çizmek gerekiyordu. Gezi Direnişi elde var, olaylar orada başladı, tamam, ama ana akım medyada duyulmayan bir sürü şeyden biri de, hep o söylenen “70 küsur ilde gösteriler oldu, bir şurada olmadı” gibi birtakım haberlerin aksine, bu çalışmayı yaparken öğrendik ki, bazı şehirlerde 1 ay, hatta 2 ay süren çadır direnişleri olmuş.
Sayfalar arasında gezinirken hikâyelerden kelimeler seçtim: Dersim, Roboski, Soma, Reyhanlı, seks işçileri, Alevi, travesti, Marmara Depremi, Sulukule, Emek Sineması, liseli, beyaz yakalı… Bunlar Gezi’de şiddet görenlerin kullandığı kelimeler. Şiddetin kapsadığı alanı göstermesi açısından önemli, siz ne düşünüyorsunuz?
SŞ: Sorularımızdan bir tanesi şuydu: “Sizi sokağa çıkaran nedir?” Kimisi Roboski’de yaşananlar yüzünden devlete kızgınken, kimisi kentsel dönüşümden muzdaripti, kimisi kürtaj yasağından, kimisi içki satışı kısıtlamasından… Atlanmaması gereken şeyse, pek çok insanın Gezi Direnişi’nin başından itibaren yaşanan polis şiddetine tepki olarak sokağa çıkmış olması. Gezi’de hatırlarsanız en çok konuşulanlardan biri de, “Demek ki 90’larda neler yaşandı, ama bizim haberimiz olmadı. Demek ki medya, o hikâyeleri de böyle sakladı” şeklindeki ifadelerdi. Bu aslında şu demek: Bu kadar senedir yaşanan acıyı, dramı, insanlar bir şekilde, medya yüzünden yeteri kadar önemli bulmadığı için görmezden gelmiş. İnsanlar Gezi’de onu bire bir yaşayınca, bir şekilde inanmaktan imtina ettiği hikâyelerin gerçekliğini gördü. Sadece eylemlerin yakınından geçerken polis şiddetine maruz kalmış onlarca insan var, yaklaşık 8 bin yaralıdan bahsediyoruz. Devletin neler yapabileceğini, nelere cesaret edebileceğini herkes gördü. Bu da inanılmaz bir farkındalık yarattı.