Seçimler, AKP’ye daha güçlü bir yenilenme imkânı sunmaktadır. AKP’nin bu imkânı değerlendirme kapasitesinin olup olmadığı ise tartışmalı.
AKP, 2015 seçimlerinde açık ara birinci parti çıkmasına rağmen, ilk seçim mağlubiyetini aldı. Üstelik seçimlerin tek mağlubu oldu. Bu ilginç durumun tek nedeni, AKP’nin şimdiye kadar yüksek sandalye sayılarıyla elde edegeldiği tek başına hükümet kurma yetkisini bu kez elde edememiş olması değil. AKP, 2015 seçimlerini 2014’te başlayan uzun bir seçim maratonunun üçüncü, son ve en kritik ayağı olarak değerlendiriyordu. Önceki seçim başarılarını tekrar ederek, hâkim parti konumunu pekiştirmeyi, tek başına anayasa yapacak bir çoğunluğa erişmeyi, yeni Türkiye’yi kurmak ve başkanlık sistemine geçmek için yetkilendirilmeyi umuyordu, hatta buna koşullanmıştı. Seçim sonuçlarını AKP açısından ağır bir mağlubiyet haline getiren de, beklentilerinin yüksekliği ve iddialarının büyüklüğü oldu.
Başkanlık sistemi
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra kendisi açısından bir zaruret haline gelen başkanlık sistemi gündemini partisine ve Türkiye’ye empoze etmeye çalışmış olması, bu mağlubiyetin yakın nedenidir. Zira bu süreçte Erdoğan, AKP’nin ve Hükümetin başının hâlâ kendisi olduğunu göstermek amacıyla bazı fiili durumlar yaratmıştır. Fakat bunu yaparken, Başbakanı kamuoyu önünde mahcup etmiş, AKP’nin insicamını bozmuş, yönetimi keyfileştirmiş ve AKP’nin bir ‘istikrar’ kaynağı olduğu iddiasını geçersizleştirmiştir. Erdoğan’ın nesneleştirdiği AKP için kampanya yapması ise, tarafsız olması gerekirken sırf kendi iktidar hırsını tatmin için etmek partizan bir tavır takındığı anlamına gelmiştir. Tutumunu, “milletimin tarafındayım, parti adı vermiyorum ki” diyerek haklılaştırması da kendi ikna kabiliyetine fazla güvendiğinin göstergesi olmuştur. Nihayetinde Erdoğan umduğunun aksine seçimlerin tek kazananı değil, tek kaybedeni olmuştur. Bu sırada AKP’yi kendi kişisel örgütü haline getirmesini kolaylaştıran seçim kazandırma kabiliyetini yitirdiğini de göstermiştir.
AKP’nin mağlubiyetinin daha derinde yatan nedeni ise, uzunca bir süredir eylemlerine ve söylemlerine yön veren, evrensellerinden arındırılmış ‘milli’ demokrasi anlayışının sınırlarına dayanmış olmasıdır. Gerçekte AKP, sadece kendisine, kendi iktidar alanlarını genişletmesine, derinleştirmesine ve pekiştirmesine hizmet eden bir demokrasi anlayışını benimsemiştir. İktidarı tekeline almasını zorlaştıran, güçler ayrılığı, katılım, ifade özgürlüğü gibi evrensel demokrasi normlarını içeren demokrasi anlayışına da işleri yavaşlatan, engelleyen gereksiz bürokrasi muamelesi yapmıştır. AKP mutlak iktidar olma projesini ‘siyaset tüccarlığı’ ile gizlemeye ve gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu, tutarlı ve bütünlüklü bir demokrasi ve kalkınma politikası üretmeden, sorunları çözüyor-muş gibi yaparak ve içi boş gelecek vizyonları sunarak siyasal alanı kaplama stratejisini ifade etmiştir. Bu sırada, potansiyel ortakları olan rakiplerini, dolayısıyla onların temsil ettiği toplum kesimlerini de komplo ve kutuplaştırma söylemleriyle düşmanlaştırmış ve demokratik siyasetten diskalifiye etmiştir. 2015 seçimleri AKP’nin siyaset tüccarlığının göründüğü, etkisini yitirdiği, hatta bumerang etkisi ile gelip kendisini vurduğu seçimler olmuştur. AKP’nin “aman HDP’ye yaramasın” diyerek çözüm sürecini seçim sath-ı mahallinde askıya alma fırsatçılığı, eski Türkiye’nin diliyle yeni Türkiye’yi kuracağını iddia etmesi siyaset tüccarlığının göstergeleri haline gelmiş, ciddi güvenilirlik sorunlarına neden olmuş ve bir kısım seçmenin AKP’nin mutlak hâkimiyet projesini engellemeye yönelik bir stratejik akıl geliştirmesini kolaylaştırmıştır.
Yenilenme imkânı
Demokrasi için var olan zemini de erozyona uğratan mutlak hâkimiyet arayışını sekteye uğratması bakımından, 2015 seçimlerinin kazananı demokrasi umududur. Bu umut AKP’ye rağmen hâlâ diridir. Bununla beraber, bu umudun derinleşmesi AKP’nin seçim sonuçlarından çıkaracağı derslere de bir miktar bağlıdır. Esasında AKP bu ders çıkarma fırsatını iki yıl önce Gezi olayları sırasında da yakalamıştı, fakat o zaman konuşan ‘sokak’tı ve AKP’nin sokağın sesini duymaya ve anlamaya ne niyeti, ne de kabiliyeti vardı. Şimdi konuşan AKP’nin en iyi anladığını ve saygısının sonsuz olduğunu iddia ettiği ‘sandık.’ Bu açıdan 2015 seçimleri AKP’ye daha güçlü bir yenilenme imkânı sunmaktadır. AKP’nin bu imkânı değerlendirme kapasitesinin olup olmadığı ise tartışmalıdır. Davutoğlu’nun seçim gecesi yaptığı konuşmada ezberini bozmamış olması, seçmenin mesajının idrak edilemediğinin göstergelerinden biridir. Bazı AKP çevrelerinin, AKP’nin yüksek oy oranına rağmen tek başına hükümet kuramayacak olmasıyla dertlenmeleri, seçim sisteminin değişmesi gerektiğine dikkat çekmeleri ve durumu başkanlık sisteminin bir ihtiyaç olduğunu gösterme fırsatı olarak değerlendirmeleri bir başka göstergedir. Bu türden yetersiz yorumların temelinde, AKP’nin yenilenmesinin Erdoğan’ın pozisyonunu gözden geçirme şartına bağlı olması yatmaktadır. Erdoğan ise AKP’yi kendi kişisel örgütü haline getirmiş, onun yenilenme potansiyelini cılızlaştırmış ve kendi iradesine bağlamıştır.