Sema Kaygusuz, bir yontucu.
İki karış geriye çekilelim, yontucuyu izleyelim.
O, mermeri mi eksiltiyor? Yoksa taşı çiğ haliyle mi bırakıyor?
O, anlamın maddi karşılıklarının yetersizliğini çok iyi biliyor.
Yüzey adım adım törpülenirken tüm genişliğiyle açılacak bir bakış için gereken yalın hale ulaşılabilir.
Ya da hiç dokunulmamış kütlenin bazen en incelikli anlamlara eş düşebileceğinin farkında olmak gerekir.
Yontucu, katmanlarla ilgilenir.
Yontucunun hareketi, üst üste binmiş katmanlar arasında gidip gelen bir harekettir.
Sema Kaygusuz’un son romanı “Barbarın Kahkahası”nda hareket bu sefer yüzeyden başlıyor. Brutalist bir mimarın elinden çıkmış bir roman sanki; yazının bileşenlerinin hakkını temsil etmek isteyen netlikte bir roman. Netliği pekiştirmek için belki de, hikaye, bir sidik hadisiyle açılıyor. Sidik metaforu kabalığı, hamlığı, kendi kendine oluşmuşluğu belirgin kılıyor. İşbu romandaki karakterler ve mekan da, öyle fısıltıyla değil, büyük bir patlamayla karşımıza çıkıyorlar. Kumla dolu bir çuval gibi önümüze bırakılıyorlar.
Bir moteldeyiz. Bir motel dolusu insanla birlikteyiz. Motel çalışanları, evli çiftler, eşcinsel iki erkek, genç aşıklar, yalnız kadınlar, çocuklar... Motel her nasıl yüzergezer bir alan olarak pek çok başka mekanı, mesela Türkiye’yi, mesela insanlık tarihi içerisinde genişleyip daralan sınırlarıyla herhangi bir kara parçasını temsil etme gücüne sahipse, romanın karakterleri de, baskın kimlik kodlarına rağmen, hikaye ilerledikçe, bu huniden geçirilmiş çözelti içerisinde bazı temel değerlerin karşılığı oluyorlar. İşte yontucunun hareketi de burada başlıyor. Önce kendi gerçeklikleri bağlamında serbest bırakılan mekan ve karakter, sonrasında arkaik temsillere kavuşturuluyor. Bu devinimin itici gücü, elmayı ilk kimin ısırdığı sorusunun bir yankısı sanki: Şüphenin beslediği bir suçlama dürtüsü. Her sabah odalara, çarşaflara, yataklara işeyen bu suçlu kim?
Sema Kaygusuz edebiyatının özü, yoğunluk. Onun kalemini gelgitler kontrol ediyor. Gelgit, Kaygusuz’u bir şimdinin kıyısına taşıyor, bir efsanelerin denizine. Toprağın altında fokurdayan magma gibi, şimdinin öyküsünün altında bin yıllık sözler kıpırdanıyor. “Barbarın Kahkahası” da, bana kalırsa, merkezine anlaşılma sorununu yerleştiriyor. Kitabın ismi, kitabın gizli işareti. Barbar, ne demekti? Kelimenin kökleri Yunan olmayan ve Yunancayı doğru konuşamayan toplumlardan söz etmek için kullanılan “barbaros”a kadar uzanıyor. İki örnek:
Homeros, İlyada: İlyada’nın ikinci bölümünde bir kavim, Karyalılar. Onları nasıl anıyorlar? “Barbarophonoi”, yani “kaba saba” ve “anlaşılamayan” bir dili konuşanlar olarak anılıyorlar.
Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus: O, hiç karşılaşmadığı, tanımadığı kavimleri mitolojik yaratıklara benzeterek anlatırdı. Kavimler, yaratıktı, yani barbardı.
Eli hiç baltaya değmemişin “barbar” ilan edildiği, gerçek barbarın iktidar ufkuna çöktüğü bu dünyada Kaygusuz’un karakterleri de sidik suçlaması altında birbirlerinden uzağa düşüyorlar. Anlaşılma isteği bir görünüp bir kaybolurken, birbirlerine hikayelerini inandırmaya çalışıyorlar. Bu hikayeler toplumsal kırılmaların, geçmişte yaşanmış katliamların, vahşetlerin damgalarını taşıyan hikayeler. Haliyle, hikayeler bitip de sıra kabullenişe gelince, kimse oralı olmuyor. Mavi Kumru Moteli, reddedişin biricik mabedine dönüşüyor. Reddediş, karakterleri eşitliyor. Kaygusuz, yazar sesini eşit şekilde paylaştırmış karakterlerine. Trajedi sahnesinde kimse kimseden rol çalamıyor. Bir hikayenin ötekini bastıramadığı bu kakofoni ortamında belki bir adım öteye, kadın karakterler çıkabiliyorlar. Anlaşılmakla ilgili, anlaşılamamakla ilgili tüm korkuların yükünü çağlar boyu taşıyan kadınlar. Keza romanın atak dili en iyi kadın sesi içerisinde duyuluyor. Gerilimlerin, hesaplaşmaların arifesindeki “öneriler” bu kadınlardan geliyor: Simin’in reçeteleri ya da Eda’nın cinsellik yorumu romanın laneti ya da mucizesi oluyor.
Peki, yontucu derine indikçe, karşısına ne çıkıyor? Karşısına bir erkek çocuğu çıkıyor. Çocuk, romanda motelin alanını terk edebilen tek karakter ve motele her dönüşünde yanında bir ceset getiriyor. Öldürmek, dış dünyanın gerçekliğini özetleyen yegane eylem oluyor. Barbar sorunsalının devamında karşımıza çıkan avcı ve av ikileminde tüm cevapların ipi Ozan’ın elinde. Ozan, bu yaratılış destanında “gördüğü her şeyi yeniden yaratmaya kalkışan oyuncu tanrı” da olabilir, “gördüğü her şeye ad vermeye hazır büyücü insan” da. Fakat “Barbarın Kahkahası”da Ozan, nesillerin vahşetini tıpkı öldürdüğü cesetler gibi yarına taşıyacak ve dünyanın acıdığı yerde yine kahkaha sesleri duyulacak.
Sema Kaygusuz, “Barbarın Kahkahası” ile epiğin eşiğinde diyaloglar, çok katmanlı bir hikaye, kaskatı bir yapı oluşturmuş. Kaygusuz’un dili atak ve hırslı. Cümlelerden borazanların sesleri yükseliyor. Roman, ayrıca Kaygusuz’un en modern, en kıvrak metni. Romanın döngüsel ritminde pek çok kreşendo anı mevcut. Eminim metnin sesi yazarının kulağına yazıdan önce gelmiştir.
Romanda bir ses daha var.
Yontucu, dünya hallerini yonttukça yükselen bir ses.
Mermerden, taştan, tahtadan yükselen bir ses.
Yapımı bir sonsuzluk kadar sürecek olan insanlık anıtından yükselen bir ses.
Bu sesin yankısıysa, her birimizde.