AKP’nin ‘çözüm’ü Kürt siyasi hareketini engellemek

AKP’yi yakından izleyen siyaset bilimci Prof. Menderes Çınar’ın, ‘Vesayetçi Demokrasiden ‘Milli’ Demokrasiye’ başlıklı kitabı, Birikim Kitapları tarafından yayımlandı. Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Çınar’la, kurulduğu günden bu yana AKP’nin yaşadığı dönüşümden yola çıkarak 7 Haziran Seçimleri öncesinde AKP’nin geldiği noktayı ve CHP, HDP gibi muhalefet partilerinin AKP karşısındaki konumlarını konuştuk.

Kitapta AKP’nin kuruluşundan bugüne yaşadığı dönüşüm, farklı boyutlarıyla yansıtılmış. Kitabı okumayanlar için toparlayıcı bir soruyla başlayalım. 2002 Seçimleri’ne giren AKP ile 2015 Seçimleri’nin eşiğindeki AKP arasında ne fark var?  

AKP, 28 Şubat sürecinden ‘muktedir olmak şart’ dersini çıkarmış ve merkez-sağın çökmesinin yarattığı boşluğu kendilerinin doldurabileceğini düşünen bir liderlik kadrosu tarafından kurulmuştu. Bugün, AKP bir liderlik kadrosundan ziyade birkaç aydır resmi olarak başında bulunamayan bir liderin partisi. 2002’de muktedir değildi, kurucularının İslamcı geçmişi nedeniyle meşruiyeti sorgulanmakta, anormalleştirilmekte ve nihayetinde bir varoluş ve tanınma mücadelesine zorlanmaktaydı. AKP, iktidarının ilk birkaç yılında evrensel demokrasi normlarını anladığını ve benimsediğini gösteren bir proto-demokratik kimlikle, sonra anti-vesayetçilikten ibaret demokrasi söylemi ile mücadelesini yürüttü. Bugün muktedir. Bu sayede daha önce kendisini tanımayanlara kendisini tanıtmış durumda. 2015 itibarıyla yine sorgulanmakta, fakat bu kez İslamcı geçmişi veya gizli gündemi temelinde değil, somut demokrasi performansı temelinde sorgulanmakta. Vesayetçiliğin etkili bir güç olduğu, muhalefetin militaristleştiği bir ortamda, AKP’nin anti-vesayetçilikten ibaret demokrasi anlayışının eksikliklerini ortaya çıkarmak mümkün olmadı. AKP’nin iktidar arayışı, demokratikleşmesinin kendisi haline geldi. AKP de demokratikleştirici bir nitelik kazanmış oldu. Bu, AKP iktidar mücadelesinde başarılı olup, muktedir oldukça çözülecek bir denklemdi. AKP, kendisini demokratikleştirici kılan vesayetçi ötekisine üstün geldiği, muktedir olduğu ölçüde anti-vesayetçiliği aşan yeni bir demokrasi gündemi ile ortaya çıkmak zorundaydı. Bunu yapmak yerine ‘inşa ve imar süreciyle’ özdeşleştirdiği kendi iktidarını sarsılmaz kılmaya çalıştı. Bütün muhaliflerini vesayetçi olarak damgalamaya ve demokratik siyasetten diskalifiye etmeye devam etti; kendi ezberini bozmadı, fakat demokrasiyi de kimselere bırakmadı. Demokrasiyi tekeline aldı, kendini demokrasiye değil, demokrasiyi kendine uydurdu. Kitabın başlığındaki ‘milli’ demokrasiden kastedilen bu keyfiyettir. 2015 itibariyle AKP’nin geldiği nokta, kendisine sadece ve her daim kendisinin demokrat kalacağı, demokrasinin evrensel normlarını göz ardı eden bir demokrasi paradigması kurma projesine girişmiş olmasıdır. Bunu da ‘medeniyet perspektifi’ ile takviye edilmiş bir popülist siyaset tarzı ile yapmaktadır.        

“Başkanlık sistemine geçişin mümkün olup olmadığı 2015 Seçimleri’nde belli olacaktır. Bu açıdan 2015 Seçimleri sadece AKP’nin değil, ondan daha çok Erdoğan’ın ve hatta bir sistem değişikliği söz konusu olduğu için Türkiye’nin kaderini belirleyecek ‘kritik’ seçimlerdir” diyorsun. Seçim sonuçları bu açıdan bir belirsizlik ortaya çıkartırsa, erken seçim ihtimali söz konusu olmaz mı? Yani ne başkanlık sistemine geçişi sağlayacak bir seçim zaferi, ne de AKP açısından bir seçim hezimeti ortaya çıkarsa, başkanlık sistemini getirmek için bir yıl içinde bir erken seçim ihtimali söz konusu olur mu?

AKP’nin tek başına hükümet kurabildiği, fakat Anayasa değişikliğini referanduma götürmek için gerekli olan asgari 330 sandalyeye ulaşamadığı senaryodan bahsediyorsun. Bence bu durumda yapılacak ilk iş, bir yıl içinde erken seçime gitmek olmaz. Başkanlık sistemini tek başına savunan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerini ve AKP üzerindeki etkilerini sırf başkanlık sistemini mümkün kılmaya yönelik bir erken seçim doğrultusunda kullanması bana pek rasyonel gelmiyor. Zorlama olur. Ters tepebilir. Hem halk Özal döneminde olduğu gibi yetersiz gerekçelerle art arda önüne sandık koyulmasından rahatsız olabilir, hem de yeni seçilmiş milletvekilleri, daha dönemlerinin başında tekrar seçime gitmek istemeyebilir. Ayrıca bu kadar çok istikrarı vurgulayan, beş yıllık yetkiyi üç yılda bıraktılar gittiler diyerek seçim kampanyası yapan bir liderin sırf başkanlık olsun diye erken seçimi zorlaması açık bir çelişki ve gereksiz bir iktidar hırsı olarak da değerlendirilebilir. Bence Erdoğan, başkanlık sistemini perspektiften çıkarmadan, en uyumlu çalışacağı hükümet olan olası AKP hükümeti üzerindeki etkisini hâli hazırda gördüğümüz gibi kullanmaya çalışacaktır. Gerektiğinde hükümeti mahcup edecek küçük krizler yaratarak, ‘istişare mekanizmasının’ iyi çalışmadığını gösterecek, kendisinin onayı olmadan iş yapılmasını biraz daha zorlaştıracaktır. Bu bağlamda, Erdoğan’ın AKP adına seçim kampanyası yapması,  aynı zamanda Davutoğlu’nun kendisinden bağımsız bir siyasi varoluş zemini kazanıp, kendisine direnme kapasitesi geliştirmesini engellemeye yönelik bir adım olarak da değerlendirilmelidir.   

Yaşanan gelişmeler gösterdi ki AKP’nin ‘siyasi’  çözümü, siyasal olmayan taraflarla gizli müzakereler yaparak ilerlemekten ibaret. Bu da çözüm girişiminin esas amacının Kürt siyasi hareketinin güçlenmesini engellemek olduğu iddiasını teyit eden bir durum.

HDP’nin AKP karşısında, senin kitapta sık sık vurguladığın ‘laik muhalefet’in dışında farklı muhalefet olmayı başardı mı? AKP’ye muhalefet yapma açısından HDP’yi nasıl değerlendirirsin?

HDP, Türkiye siyasetinde bir boşluğu dolduruyor, HDP’nin yeri var ve bu yer doğal bir yer. Yani HDP gibi bir partinin gerçek bir toplumsal karşılığı var ve bu sadece “Erdoğan’ı başkan yaptırmayacak” olmalarından kaynaklanmıyor. HDP’nin bu toplumsal karşılığı, temsil etmeye yönelik başarılı bir başlangıç yapması. Ancak onun gerçekliği ve tazeliği, özellikle Erdoğan’ı ve AKP’yi rahatsız ediyor. Sadece barajı geçmesi halinde başkanlık sistemi imkânsızlaşacağı için değil. Aynı zamanda, Kürt sorununu çözme girişimlerinin temel motivasyonlarından biri olan Kürt siyasal hareketinin güçlenmesini engelleme amacına da ulaşamayacağı için. Zira HDP’nin barajı geçmesi halinde, AKP’nin Kürtlerin yoğun olduğu bölgeden silmek istediği parti, bu kez AKP karşısına bir Türkiye partisi olarak çıkacak. AKP’nin hem Kürtlerin tek gerçek temsilcisinin kendisi olduğu iddiası, hem de HDP’nin bir Türkiye partisi olmadığı, silahlı güç sayesinde oy aldığı, PKK’nın vesayetinde olduğu iddiaları yara alacak. Türklerden ve Kürtlerden AKP gibi oy alan alternatif ve etkili muhalefet yapma potansiyeline sahip bir parti çıkacak. Siyaset kazanacak. Kürt meselesini siyasi olarak çözme iddiasında olan AKP’nin bir siyasi muhatap olan HDP girişimini desteklemese bile, onaylaması gerekirdi. Yaşanan gelişmeler gösterdi ki AKP’nin ‘siyasi’  çözümü, siyasal olmayan taraflarla gizli müzakereler yaparak ilerlemekten ibaret. Bu da çözüm girişiminin esas amacının Kürt siyasi hareketinin güçlenmesini engellemek olduğu iddiasını teyit eden bir durum.   

CHP özellikle son dönemde, 2015 Seçimleri’ne giderken farklı bir muhalefet olma arayışında göründü. Bunu AKP açısından değerlendirir misin? CHP’nin şu andaki muhalefet anlayışı, geçen dönemlere göre AKP’yi zorlayıcı bir muhalefet olarak değerlendirilebilir mi?

AKP, ‘Yeni Türkiye’yi kurma iddiasında, ama hâlâ ‘Eski Türkiye’nin diliyle siyaset yapıyor. CHP’nin ekonomik meseleleri vurgulayan yeni muhalefet tarzının AKP’nin ezberini bozması açısından zorlayıcı bir boyutu var. CHP’nin bazı vaatlerinin gündem olması, AKP’nin onları hem söz olarak, hem de politika olarak cevaplandırmak zorunda kalması, etkili olduğunun göstergesi. Kadrolarının ehliyetini de vurgularsa, etkisi biraz daha artar. Öte yandan, demokratikleşme meselesine dair tutarlı bir gündem sunmaması, bir eksiklik. Biraz da kendi hataları nedeniyle çok güçlü bir kategorizasyona maruz kaldığı için CHP’deki değişim süreçlerinin sonuç vermesi hep uzunca bir zaman almıştır. 

‘99. yıldaki kadar ses getirmeyen demeçler duyduk’

AKP ve Erdoğan’ın 2015 yani ‘Yüzüncü Yıl’ performansını nasıl değerlendiriyorsun? Davutoğlu ve Erdoğan arasında bir farklılık söz konusu mu?

Yanılmıyorsam 100. yıl için iki sene evvelinden ne yapılabilir diye bazı ön hazırlıklar yapılıyordu. Fakat belli ki bunlar 24 Nisan’da yeni bir tören icat etmek dışında bir sonuç vermedi. Sonuçta bir 99. yılda ifade edilenler kadar ses getirmeyen demeçler duyduk. Ben aslında 99. yılda yayınlanan mektubun da AKP hükümetinin özellikle Gezi’den sonra yıpranan uluslararası imajını düzeltmeye yönelik bir girişimi olduğunu düşündüm. 100. yılda verilen demeçlere baktığımda Erdoğan, “soykırım gibi kesinlikle olmamış bir şeyden,”  “Ermenilerin, Rusların, Fransızların, İngilizlerin ve diğer devletlerin tahrikine kapılarak yüzbinlerce Müslümanın kanına girdiklerinden ve tehcirin kapılarını bizzat araladıklarından,” Ermenilerin bugün de esas amaçları Türkiye düşmanlığı yapmak olan devletler tarafından istismar edildiklerinden bahsetmiş. Buna karşılık Davutoğlu bir buçuk sene evvel “bu bir katliamdır” dediğini tekrar etmiş; göz mesafesinde konuşmak, Batı kibrine malzeme olmamak şartıyla tartışmaya açık olduğumuzu ifade etmiş. Fakat bu fark, “soykırım dememek imkânsız” diyen danışmanını korumasına yetmemiş.  

Kategoriler

Güncel Gündem



Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.