İsimlerimizle ilgili öyle şeyler yaşıyor, öyle acayip durumlarda kalıyoruz ki, karşılarında çok gülmek de, çok kızmak da mümkün. Bu tür durumlar, isimler, ve isimlerimizi anlatmak üzerine, Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı yöneticilerinden Milko Peçatikov’la söyleştik.
“Ne gül, ne ağla, sadece anla.”
SPINOZA
İsminizin anlamı nedir?
Milko, Slav kökenli bir isim. Etimolojik olarak ‘sevimli’yi ifade ediyor. ‘Sevimli’, ‘sevgi’ anlamlarını taşıyan ‘mil’ kökünden geliyor. Çok yaygın bir isim değil. Türkiye’deki Bulgar cemaatinde, bildiğim kadarıyla bir tane var. Milço var, Milyo var ama Milko yok.
Size bu ismin verilmesinin bir hikâyesi var mı?
Var ama önce biraz geri planını anlatmam lazım. Bizim dedelerimiz köyden, Makedonya’dan gelme. Köylerdeki ritüellere göre, bir çocuk doğduğu zaman, vaftiz olana kadar isim söyleyemez, “Bebe” derlermiş, çünkü bebeğe ismini vaftiz annesi ve vaftiz babası koyarmış. Annenin ve babanın hiçbir müdahale şansı yokmuş. Bir de anlatırlardı, hatırlıyorum, o zamanlar anne çocuğun ismini bilmediği için, vaftiz bittikten sonra köyün çocukları koştur koştur annenin yanına gidip “Kızının adı … oldu” diye müjde verirlermiş ki anne onlara bahşiş versin. Tabii, köylerden buralara gelince o ritüeller törpülenmiş ama bizde de çok yakın zamana kadar, anne çocuğu vaftiz oluncaya kadar kiliseye girmez, dışarıda beklerdi. Vaftiz biter, bebek kutsanır, bütün o ritüeller bitince anne kiliseye gelir, bebek anneye teslim edilirdi. Bir de, yine ritüel gereği, çocuğa mutlak surette dedenin, büyükdedenin, büyükannenin ismi konurmuş, usul böyleymiş. Benim de ismim Hristo olacakmış, babamın dedesinin ismi... Büyükannem, Allah rahmet eylesin, ilginç bir insandı, dominant bir hanımdı. Kıyametleri koparmış, “Hayatta olmaz, benim babamın ismini koyun” demiş. Babamın da tepesi atmış ve “Ne o, ne bu!” demiş. Ben 1957 doğumluyum. Gina Lollobrigida’nın star olduğu dönemler... Kocası, Milko isimli, Slovenyalı bir bilim adamı. 57 senesinde bir çocukları olmuş, adını Milko Andrea koymuşlar. E, Gina Lollobrigida da beğenilen bir isim; babam “Ne onun adı, ne öbürünün adı; Milko olsun” demiş. Alakasız bir yerden yakalamış ama ne yazık ki kardeşlerim o kadar şanslı değil. İkiz kardeşlerim var, onlar babaannemin ve dedemin ismini taşıyorlar.
Beraber taşıdığınız soyadının manası var mı?
Doğrulanmış değil ama iki tane söylenti var: Peçatikov’daki ‘kov’ eki Arapçadaki ‘abdel’ yani ‘giller’ gibi bir şey. ‘Peçat’ yani ‘peçatna’ ise, Slav lisanlarında matbaa demek. Tevatür o ki, bizim büyükdedelerden birinin matbaası varmış – ‘matbaacıgiller’ yani... Diğer tevatür de, dedelerden birinin köyde muhtar olduğu yönünde. Muhtarda ne olur? Mühür. Mührün de karşılığı ‘peçat’; ‘peçat vurmak’ denir. Hangisi doğru bilmiyorum ama muhtarlık hikâyesi daha doğru geliyor bana.
Taşıdığımız isimler ve hikâyeleri sayesinde ailelerimize, kimliklerimize daha çok ait oluyor muyuz sizce?
Ben soyismimle ailemi, ailenin kimliğini taşıyorum ve bundan asla bir rahatsızlık duymuyorum. Zaten bu zamanda bunların üzerinden bir yerlere varmaya çalışmayı yanlış görüyorum. Hepimiz dünya vatandaşıyız. Hangi etnik kimliği taşıdığım tabii ki önemli ama bugün sizinle aramızda ne fark var ki? Ya da adı Mehmet veya Mustafa olanla aramızda ne fark var? Kimse bize doğarken seçeceğimiz yolu sormuyor, sülaleden gelen bir yola giriyoruz. Bunu inkâr etmenin, yok saymanın bence çok bir anlamı yok.
İnkâr etmeye mahal bırakmayan isimlerimiz, temsiliyet sorumluluğu da veriyor mu? Örneğin sizin isminizin Bulgarca olması, Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı’nı temsil ederken bir şey ifade ediyor mu?
Tabii ki, Bulgar veya Makedon aidiyetim olmasaydı bugün o şapkayı giymiyor olacaktım. Bu pencereden bakarsak doğru. Şimdi Bulgaristan’a gidip “Milko Peçatikov - Bulgar Vakfı Yönetim Kurulu üyesi” dediğimde, “Hah, bu adam Bulgardır” dedirtiyor. Milko Peçatikov kartını masaya koyduğum zaman “Evet, bu adam bu etnik kimliğe sahiptir” mesajını veriyor.
Bu kartı Türkiye’de masaya koymak neler yaşatıyor size?
Komik şeylere sürüklüyor. Fakat aslında bu, sizin işi nasıl algılamak istediğinize de bağlı; eğer önyargıyla başlarsanız sinirlenirsiniz ama ben hep şunu söylerim, biz herhalde dünyanın en matrak ülkesinde yaşıyoruz. Bazı olaylar o kadar komik ki... Mesela bizim cemaate mensup bir arkadaşım var, rahmetli babasının adı Stoyan’dı, nüfusundaki adı ‘İstasyon’. Buna çok kızabilirsiniz ama çok da gülebilirsiniz. Türkçede iki tane sessiz harfi fonetik olarak telaffuz etmekte bazı sorunlar var, spikerleri bile görüyorsunuz, “spor” diyemiyorlar “sipor”, “ispor” diyorlar. Nüfus kâğıdını düzenleyen ve Stoyan’daki harfleri yan yana getirmeye çalışan vatandaş, ‘ist’ sesini duyuyor, ‘ist’i yazdıktan sonra ‘yan’ı duyuyor, araya da ‘tas’ı koyup istasyon yapıyor. O açıdan bakarsanız çok komik. Benim tren pasom var, oradaki soyadım ‘Verbenyazayım’. Bu şaka değil, gerçek. Pasoya adımı yazdırırken, Milko’yu anlatana kadar göbeğim çatladı; Manisa, İstanbul, Laleli, Kayseri, Ordu... Peçatikov’a sıra geldi, o zamanlar Polatlı daha il değildi; Paris diyeceğim, olmayacak... O anda çok dahiyane gelen bir fikirle elimi uzattım, “Ver, ben yazayım” dedim. Adam yazmaya devam etti. Sonra tren pasomu bana uzattı. Adı: Milko, soyadı: Verbenyazayım. Ve ben bütün yaz o tren pasosuyla dolaştım.
O yazdan sonra soyadınızı da şehir adlarıyla kodlamaya devam ettiniz herhalde...
Ne diyeyim ki... T.C. vatandaşı kimliği taşıyorsam ve adım Ahmet, Mehmet ise algı olarak sorun olmuyor ama T.C. kimliğini masaya koyduğum zaman orada Milko ismini gören birtakım insanlar direksiyonu toparlayamıyorlar. Eskiden nüfus sayımları olurdu, bizi evlere kapatırlardı. En son sayımda bir arkadaşımla ailece karar verdik, Abant’a gidip orada sayılalım, sonra dolaşırız falan dedik. Pazar sabahı, kaldığımız otelin resepsiyonun önüne uzun bir banko koymuşlardı, üç-dört vatandaş, otelde kalanlardan kayıt alıyordu. Eşimin ve oğlumun nüfus kâğıtlarını alıp sıraya girdim. Oradaki arkadaş, son derece ciddi, işini yapıyordu. Üç tane nüfus kâğıdını önüne koydum. Kafasını kaldırmadan, bana “Mr., passport please” dedi. “Efendim?” dedim, “Passport, passport” dedi. “Ya birader, ne pasaportu, görmüyor musun, önünde nüfus kağıtları var” dedim, “Abi sen Türkçe de konuşuyorsun, hem de güzel konuşuyorsun” dedi. Affedersin ama Türkçeyi güzel konuşurum. Kusura bakma yani… Şimdi buna kızmak mı lazım, gülmek mi?