"Yansımalar: Zaman ve Mekân Boyunca Şiddet" adlı konferansta konuşan Alice von Bieberstein, günümüzde Muş’ta yaygın biçimde devam eden define avcılığıyla ilgili bir sunum yaptı. Bieberstein, sunumunda yer verdiği define avcılığıyla ilgili birbirinden çarpıcı bulgu ve izlenimlerini paylaştı.
100. yıldönümü yaklaşan Ermeni Soykırımı, belleklerde olduğu kadar, toprağın üstünde de sayısız iz bıraktı. Parçalanmış ailelerin yanı sıra yıkılmış birçok kilise, okul, yapı kaldı geriye. Şimdi, 100 yıl sonra, Ermenilerin yok edildiği bölgelerde yaşayanlar arasında, toprağın üstündeki hazineye değil, toprağın altında gömülü olduğuna inandıkları altınlara umudunu bağlamış olanlar var.
Geçtiğimiz ay, İstanbul’da yapılan ‘Reverberations: Violence across Time and Space’ (Yansımalar: Zaman ve Mekân Boyunca Şiddet) adlı konferansta konuşan Alice von Bieberstein, günümüzde Muş’ta yaygın biçimde devam eden define avcılığıyla ilgili bir sunum yaptı. Muş’un yanı sıra, çevre köylerde de her yerin; mezarlıklarda dahi kazılar yapıldığını anlatan Bieberstein, bu süreçle ilgili, birbirinden çarpıcı bulgu ve izlenimlerini paylaştı.
Muş’taki define avcılığı üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Doktora tezim, geçmişle yüzleşme üzerineydi. Almanya’da vatandaşlığın şekillenmesi, Almanya ve Türkiye ilişkilerinin siyasi tarihi, tüm bu süreçte, Almanya devletinin Ermeni toplumuyla ilişkileri üzerine araştırmalar yaptım. Ermeniler, Türkiye’den işçi göçüyle Almanya’ya geldiler. Kendi tarihlerinde aynı acıyı yaşamış bir toplumun bireylerinin; anıtların yapıldığı, müzelerin kurulduğu, özrün dilendiği bir yerde kendilerini nasıl hissettiklerini merak ettim. Hıristiyanların çoğunluk olduğu bir yerde, belki daha rahat edeceklerini düşündüler. Ancak, Türkiye pasaportları vardı, Türkçe konuşuyorlardı. Bu nedenle, Almanya Devleti, ne farklılığın farkındaydı, ne de Ermeni Soykırımı’yla ilgili bir bilinci vardı. Tarih, Almanya’da da gömülmüştü. Araştırmamı tamamlamak için, Ermeni Soykırımı’nın yaşandığı topraklara gidip, o tarihin izini sürmek istedim.
Muş’a gittiğinizde ve insanlarla konuşmaya başladığınızda ilk dikkatinizi çeken şey ne oldu?
Muş, günümüzde sık sık ziyaret edilen Van ve Diyarbakır illeri gibi değil. Muş’ta müze yok, bir miras kültürü yok. Bölgenin Ermeni geçmişi, hâlâ insanların hayalinde yaşıyor. İlk dikkatimi çeken şuydu: Muş’ta ‘Ermeni’ kelimesinin karşılığı, altın. Bu yüzden, ilk etapta, benim de define avcısı olduğumu düşünenler oldu. Orada bugün yaşayanların bir kısmı, Müslümanlaştırılmış Ermeni. Kürt siyasetine yakın kişiler, yaygın olan “Kullanıldık, biz kardeşiz” söylemini dile getiriyorlar.
Muş’ta Ermenilerden kalan kiliseler, yapılar bugün ne durumda? Nasıl bir manzarayla karşılaştınız?
Aslında her köyün, her mahallenin ayrı bir hikâyesi var. Bir buçuk sene önce, eski Ermeni yerleşim yeri olan Kale Mahallesi, kentsel dönüşüm kapsamında TOKİ’ye devredildi ve yenileniyor. Bu yenilemenin, define bulma amacıyla yapıldığı söylentileri dolanıyor. Öte yandan, çalışmalar esnasında, yerliler de fırsattan yararlanıp aynı amaçla etrafı tahrip ediyorlar. Arak’taki kiliseden geriye, dört duvar ve yarım bir tavan kalmış. Zamanında, Bingöl’den kaçıp Muş’a gelen Kürtler, 1915 sonrası boşaltılmış ve terk edilmiş Surp Garabed Manastırı’na sığınmışlar. Sonraki yıllarda, asker gelip, orada yaşayanları manastırdan çıkarmış, ve o alanı askeri eğitim için kullanmış. 1966’daki Varto Depremi’nden sonra da manastır enkaza dönüşmüş. Şimdi bir duvarı kalmış, etrafı ahır… Kiliseden sökülmüş taşlarla evler, okullar inşa edilmiş. Tüm bu manzaraya baktığınızda, kaybın büyüklüğünü anlıyorsunuz.
Peki, Muş’ta define avcılığı neden bu kadar yaygın sizce?
Yerel yönetim halkı serbest bırakıyor, göz yumuyor, çünkü çıkarılan mallardan pay alıyor. Muş’ta, nüfusun çoğunluğu muhafazakâr bir yapıya sahip. Bu insanlar beş vakit namaz kılıyor, AKP’ye oy veriyor. Diğer yandan Kürt siyasetiyle birlikte, kendi kökenlerini açıkça söyleyebilen, farklı düşünen bir kesim de var. Bölgede, yapısal yoksulluk, iç savaş gibi bir çok neden define arayışının sebebi olabilir. İnşa etmeye, yaratmaya yönelik bir gelenek yok. Bu aynı zamanda, 1915’in hayaletinin bölgede dolaştığını gösteriyor; soykırımın şiddeti bu şekilde geri dönüyor.
Define avcılığında nasıl bir yol izleniyor? Bir haritaya göre mi hareket ediyorlar?
Çok pahalı olan metal dedektörler kullanıyorlar. En yaygın yöntem bu. Özellikle gece yapılıyor, çünkü gündüz vakti, görülme tehlikeleri var. Bir diğer yöntem, Ermeni birini bulmak. Define avcıları buldukları bazı yazıları, haritaları, Müslümanlaştırılmış Ermenilere götürüyorlar. İstanbul’dan, Diaspora’dan Ermenilerin de buraya, kendi atalarının bıraktıkları altınları bulmaya geldiği söylentileri dolanıyor. Bir de bu iş, güvene dayalı. Üç kişi bir araya gelip bir şey bulduklarında, biri polise gider haber verirse, polis el koyuyor; sadece haberi veren kişi pay alıyor. İşin aslı, çoğu define avcısı bir şey bulamıyor, geriye kazılmış çukurlar, tahrip edilmiş yapılar kalıyor.
Mezarların da kazıldığı söyleniyor…
Ölülerin altınla gömüldüğü söylentileri dolanıyor. Bu nedenle mezarları kazıyorlar. Muş’ta bir çocuk, beni eski Ermeni mezarlığına götürdü. Bir baktım, mezarlar kazılmış ve çukurlar açılmış. Çukurların birinde kemikler gördüm. O an, “Tamam, araştırmayı burada bitiriyorum, daha fazla devam edemem” diye düşündüm. Dönüp çocuğa, “Sen de yaptın mı?” diye sordum. Cevap vermek istemedi ama omzunu silkti ve şöyle söyledi: “Bu sadece madde, nasılsa ruhu cennete gitti.” Bu benim canımı inanılmaz acıttı.
Tüm araştırma sürecinde, duyduğunuz hikâyeler arasında en ilginci neydi?
İstanbul’dan gelen biri, Muş’ta Müslümanlaştırılmış bir Ermeni’ye gidiyor. Birlikte bir yeri kazıyorlar, her şey de iyi gidiyor. Adam kazarken, Ermeni olan arkada bekliyor. Define arayan şöyle anlattı: “Uzun bir süre rahatça kazdık. Ama bir taş çıktı, daha ötesine gidemedik. Herhâlde arkadaki Ermeni arkadaş dua okuyordu, defineye ulaşmamızı engelledi.” Böyle çok hikâye var. Mesela, tam defineye ulaşıldığı anda, definenin taşa dönüştüğü, kelebeğe dönüşüp uçtuğu söylentileri dolanıyor. Bu nedenle, define bulduklarında hoca çağırıyorlar. Hocanın doğru duayı okuyup, definenin yer değiştirmesini, kaçmasını engellediğini düşünüyorlar. Bir de evlerin altını kazıyorlar. Hatta, biri kendi evinin altını kazarken, ev çökmüş ve içinde yaşayanlar ölmüş. Bu örnek bile, durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor.
‘Ermeniler için define, ölümle kaybedilmiş’
Sizce define arayışı, Muş’ta doğmuş ve buradan zorla göç ettirilmiş insanlara ne hissettiriyor?
Toprağı kazmak, Soykırım’dan kurtularak başka ülkelerde hayatlarına devam edebilmiş kuşaklar için çok acı. Her şey, ölümle ilişkili. Ermeniler için define; ölüme yollanırken toprağın altında bırakılmış, ölümle kaybedilmiş. Bu topraklardan sürülürken, bir daha dönebiliriz umuduyla gömmüşler belki. Ahlaken ve vicdanen bakarsanız, onların orada kalması gerektiğini kavrarsınız. Buradan ölüme yollanan insanların mezarları yok. Onlardan kalanları da, basitçe maddeselleştiremezsin. Çok acı bir katliam var; geride kalan nesneler de acıyla ve ölümle yüklü...