Şimdi işimiz daha zor..

YETVART DANZİKYAN 

Agos ve Hrant Dink Vakfı’nın taşındığı Anarad Hığutyun Binası’nın açılışına uğramıştı Luiz Bakar. Tam çıkarayak bir ara merdivenlerin başında durduk. “Nereden nereye..” dedi Luiz. Aynı anda aklımıza Dolapdere’deki ilk Agos yazıhanesi geldi. Yazıhane dediğime bakmayın. Tek göz bir oda. O odada tanımıştım ilk kez Sarkis Ahparig’i. Baron Seropyan’ı yani. Ermeni kültürüne ve diline  ne kadar hakim olduğunu ilk anda farkederdiniz. Farketmemeniz mümkün değildi.  Sadece dil ve kültür değil elbette. Yaşananlardan ve kendi yaşadığından süzülüp gelen bir bilgelik. Yani şöyle bir insan. Hem bu topraklardaki Ermeni halkının yaşadıklarını kendi imbiğinden geçirmiş. özümsemiş. Hem de bizzat kendisi zaten o hayatı bir şekilde yaşamış. Yüzünden, gözlerinden, konuşmasından, duruşundan en önemlisi ses tonundan yayılan bir titreşimdi bu. Hissetmemeniz imkansızdı.

Luiz ile yaptığımız o konuşmadan iki gün sora bu dünyadan göçüp gitti Sarkis Ahparig. “Baron Seropyan’ı kaybettik” cümlesi, sms olarak cep telefonuma düştüğünde, o odayı düşündüm ilkin. Sonra da, sonrasını. Agos’a her girip çıktığımızda orada oluşunu. Hep bir şeyler söylerkenki, bir şeyler anlatırkenki halini. Baron Seropyan biraz da o ses tonuydu benim için. Hep anlatan, anlatan, anlatan. Sakin, tok, kendinden emin, ama gizli bir huzursuzluk da var.

Bir de şunu düşündüm. Hrant Dink vurulmuş. O günden bahsediyorum. Televizyonlara yansıyan bir görüntü aklıma kazınmış, birçok görüntünün yanısıra. Sarkis Ahparig orada caddede duruyor. Ne yapıyor? Bilmiyorum. Orada olması gerektiğine karar vermiş ya da öyle icab etmiş. Hrant’ın yanında dimdik ayakta duruyor. O gün ve sonrasında o kare ile her karşılaştığımda Sarkis Ahparig’in yüzüne bakmaya, yüzünü okumaya çalıştım. Ve şunu düşündüm. O an orada olmak için nasıl bir yürek gerekir? Ve o an orada olmak, ne demektir, nasıl bir şeydir? Sarkis Abi, bu kadar yaşanmışlıktan sonra bir de orada mı olmalıydı yani? Yetmezmiş gibi bir de orada olmak mı payına düşmüştü?

O an, o kare, sanki koca bir tarihi anlatıyordu. Ve Sarkis Ahparig orada bir şeylerin tanığı olarak duruyordu. Bir şeylerin bilgisiyle duruyordu. Neyin bilgisi olduğunu biz biliyorduk, Hrant biliyordu, bir de o biliyordu. Onu bilmenin vakarıyla ve yıkılmışlığıyla duruyordu. Duruyordu orada işte. Bir tarih gibi.

Hrant’la buluştular onlar, yukarıda bir yerlerde. Ve şimdi işimiz daha zor. Baron Hrant’ın beğeneceği bir gazete yapmamız gerekiyor zaten. Şimdi  Baron Seropyan’ın da beğeneceği bir gazete yapmamız lazım. Çok çalışmamız lazım.