YETVART TOMASYAN
Sarkis Abi göçüp gitti, işleri hatırası kaldı yadigâr. Kırk senelik bir tanışıklığımız, kader birliğimiz, dostluğumuz vardı. Her konuda anlaşamasak bile aynı dünyaların insanıydık. Şimdi geri dönüp baktığımda görüyorum ki, yan yana geldiğimizde, telefonla görüştüğümüzde sanki hayatlarımızda tek bir konu varmış gibi, sadece ve sadece Ermeni dili, edebiyatı, kültürü konuşmuşuz.
Eline bir gazete kupürü, bir gazete, bir dergi, bir kitap geçtiğinde fırsat yaratıp “Bak, sende bu var mı? Gördün mü? Haberin var mı?” diye gıcık vermek, en büyük keyfiydi. Çantasında, torbasında, ceplerinde muhakkak paylaşacağı bir kâğıt parçası veya tomarı bulunurdu. “Haberim yok” demeni bekler veya beklemez, başlardı o konuda bildiklerini, duygularını, düşüncelerini aktarmaya. Ara sıra da huysuzluğu ele alır “İlgilenmiyorsunuz be oğluuum” deyip bir destur çeker, serzenişte bulunurdu, ve keyfi tepe yapmış olarak ayrılırdık.
Burnumun dibindeki birçok şeye onun sayesinde vâkıf olmuştum. Geçenlerde yayımladığımız ‘Gülizar’ın Kara Düğünü’ kitabının kahramanı Gülizar’ı ondan öğrenmiştim. 30-40 sene evvel, Şişli Mezarlığı’nda bana “Gülizar’ın mezarını biliyor musun?” diye sormuş, beni alıp o mezarın başına götürmüştü, böylece Gülizar’la tanış olmuştum.
Aras’tan Agos’a...
Aras Yayıncılığı kurmuşuz, üçe beş, on beş metre kare bir oda… Bu odada üç masa var, üç insan devamlı orda oturuyorlar, çalışıyorlar, üç insan da hafta içinde gelip gidiyorlar. Gelen, masaların birinin ucuna ilişiyor, çalışmaya başlıyor. İki de misafir sandalyesi var, kapının arkasında, gelen giden misafirler de orada oturuyorlar. Üçüncü bir misafir geldiğinde ayakta kalıyor, daracık bir oda, hatta misafir oturduğunda kapı tam açılamıyor, kapı açıldığında oturanın dizine çarpıyor ve yarım açılıyor. Üç tane devamlı misafirimiz var: Sarkis Seropyan, Mardiros Balıkçıoğlu ve Yelda. Her gün uğruyorlar desem doğrudur. Sarkis Abi ve Mardiros Abi dev gibi iki insan, zaten yan yana sığmıyorlar. Sarkis Abi’nin Paylin’le arası açık, “Yahu” diyor, “Paylin’e kırk kere söyledim, şuracıkta bana bir masa ayarlamadı.” Paylin dırdırlanıyor, “Sarkis Abi, senin dizinden kapı açılmıyor, masayı nereye koyayım?” Bu diyalog seneyle sürdü, ta ki Hrant bir gün, “Abi gelin, gazete çıkaralım” lafını ortaya atana kadar.
Kitap yayını Hrant’ın heyecanını kesmemiş, tatmin olamıyordu, illa tutturdu “Haftalık gazete çıkaralım”... Toplantı üzerine toplantı, Sarkis Abi Hrant’ın yanında, veriyor gazı. Bir altı ay geçti, en sonunda Hrant, “Ben ayrılayım gideyim, gazete çıkaracağım” dedi, Sarkis Abi’yle gitti. Hiç unutmuyorum o heyecanını. Agos’un sıfır sayısını Maçka Maden Fakültesi G amfisinde Sayat Nova Korosu’nun konserine getirmiş, fuayede büyük bir keyifle dağıtıyordu. Uçuyordu...
‘Deyyuzun biri’
Sarkis Abi’yle hikâyemiz çok. Bir keresinde kitap ödünç vermek vermemek konusunda muhabbet tellendirirken, “Yahu” dedi, “Deyyuzun birine Hovhannes Tumanyan’ın toplu işleri kitabımı verdim, geri getirmedi. Öyle bir kitap ki, hemen tanırım, ilk fasikülü yani 16 sayfası eksikti.” “Abi, o deyyuz benim, o kitap bende, kimden aldığımı hatırlamadığımdan kaldı, hatta bir eşini de bulmuş, fotokopiyle ilk fasikülü tamamlamıştım” dedim. Kitabı tamir etmiş, yani kendimi affettirecek bir çıkış yolu da bulup, çıkarıp vermiştim. Kütüphanesinde hatırası kaldı.
Agos, Sarkis Seropyan’sız kaldı. Yol arkadaşı Hrant’ı aşağıda, kapının önünde vurdular, koştu indi aşağı, gözünün önünde, yerde yatıyordu Hrant. Suratındaki dehşet, çaresizlik resimlerde asılı kaldı. Şimdi buluşacaklar öbür tarafta. Sohbete, didişmeye... Rupen Maşoyan, Hagop Ayvaz, Yervant Gobelyan’lar da muhakkak katılırlar. Allaaah, şenliğe bak sen! Heyhat, hepsi de ayrı birer huysuz. Ben eksik kaldım. Bekleyin, geleceğim...
Ama bilin ki gelene kadar çok çalışacağım, daha çok üreteceğim ki çantamı, torbamı yeni kitaplar, gazetelerle doldurup yüklü geleyim. Başka türlü ne konuşacağız, ne tartışacağız ki... Biz başka konu bilmiyoruz!