SARKİS GÜREH
13 Şubat 2004’te, dünya üzerindeki mevcudiyetimin 22. yılı da tamamlanmak üzereydi ve ben hâlâ adımın, yani Sarkis adının gerçekten ne ifade ettiğini tam olarak bilmiyordum. Bu benim için hayli büyük bir problemdi, keza girdiğim her ortamda, adımın anlamını sorup “Bir aziz işte” cevabından tatmin olmayanlara, kıt bilgilerimle açıklama yapmaya çalışmak gerçekten sıkıntı veriyordu bana.
O günkü Agos’un ikinci, sayfasında ‘Beyaz Atlı Surp Sarkis’ başlıklı kısa bir yazı yayımlandı. Yazı imzasızdı ancak üsluptan, yazanın Baron Seropyan’a ait olduğunu anlamıştım. Yazıda Surp Sarkis’le ilgili yöresel ve genel iki söylenceye yer verilmişti. Birinde yedi gün durmadan nasıl savaştığı, diğerinde Rum kızı atının arkasına alıp uçarak Masis’in tepesine nasıl konduğu anlatılmıştı. Yazının en sevdiğim kısmı, bu azizin halk arasında ‘kız kaçıran’ adıyla, “cins-i latife karşı nazik ve keyifçi” biri olarak anıldığını söylediği bölümdü.
Yazıda beni asıl etkileyen, bu günün aslında coğrafyadan doğduğunu gösteren ve farklı kültürlerde başka adlarla da kutlandığının bilgisine veren bölümdü. Meğer Kürtler de ‘Hıdır Nabi’ adıyla kutlarmış Surp Sarkis’i. O gün halk hiçbir iş görmezmiş, çünkü “Hıdır Nabi’nin üflediği tipi ve fırtına tarafından yok edileceğine inanırmış. Zira Masis Zirvesi’nin kar ve tipisi Surp Sarkis nefesiyle o günlerde her yanı dondurur ve illa ki kar yağdırır”mış.
İstanbul’da doğup büyüdüm ama ilk defa bu yazıyı okuyunca kendimi buralı hissetmiştim. Sanırım Baron Seropyan’ı özel kılan, Ermeni kimliğini sıkıcı ders kitap bilgilerinden ve sadece dinî öğretilerden çıkarıp bu kimliğin ne kadar zengin olduğunu göstermesinin yanında, köklerimizin bu topraklarla ne kadar derim ve bu topraklar üzerinde yaşayan halklarla ne kadar iç içe geçtiğini göstermesi oldu.