LORA BAYTAR ÇAPAR
Bugün Baron’umu uğurluyorlar, bense orada olamadığım için üzülüp duruyorum. Her arayana “Baron Seropyan’a benden selam söyleyin” demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Bir Agostaki Baron Seropyan vardır bir de Anadolu yollarındaki Seropyan. Her ikisini de çok iyi bilirim. Agosta kendi tabiriyle “gaysteci”lik yapan Baron Seropyan biraz sinirli, aksi ama herkesin bilgi kaynağı olmuştur her zaman. Ben sanırım o stresli ortamda onunla iletişim kurabilen şanslı biriydim. Sonsuz bir kaynaktı benim için tarihle sanatla ilgili her araştırmamı onun kontrolünden geçirmeden asla yayınlamak istemezdim. Ermenice bilmeden Ermenice sayfaların grafik düzenlemesini yapardık birlikte. Çok şey öğrenmiştim “sırpakrutyun”a dair. Beni ben yapan Agosta, en az Hrant Dink’inki kadar emeği vardır Baron Seropyan’ın.
Anadolu yollarındaki Seropyan ise çok daha başkaydı…
2001 yılının başlarıydı. Seropyan bir Anadolu gezisi yapması için ikna edilmişti. Ama artık o bu işleri kendisiyle birlikte yapacak kendisi gibi taşa toprağa sevdalı gezmek için yaşayan,tıpkı kendisi gibi gezip gördüklerini yazmaktan zevk alan bir varis arıyordu sanırım kendine ve beni bulmuştu. Beni daha birkaç ay önce tanımasına rağmen, “Sen sanat tarihi okumuşsun bu senin işin gel bu geziyi birlikte yapalım. Ben zaten orada olacağım ama grubu sen gezdireceksin” demişti. Ben heyecandan ölüyordum. Anadolu o güne kadar bir kez gördüğüm Ankara ve bir kez gördüğüm dedemin memleketi Kayseriden ibaretti benim için. Uzun süreli ve çok gezmeli o gezi için aylarca hazırlandım, hiç gitmediğim yerleri sanki avucumun içi gibi öğrenmiştim. Gezi başladığında grup Ermenice konuşan bir rehber istedikleri için Ermenice bilmeyen ben, birden sinmiş öğrendiklerim ve gördüklerimle yetinmek zorunda kalmıştım. Ama o geziden sonra Baron Seropyan’ın istediği olmuş, Anadolu sevdası bana bulaşmıştı. Sonra karış karış gezdik Anadolu’nun her bir köşesini O nereye ben oraya dolaşıyorduk. Trabzon, Artvin, Hopa, Yozgat, Dersim, Malatya, Kars… Marmara’dan, Karadeniz’den Orta Anadolu’ya, Doğu Anadolu’dan Güneydoğu’ya karış karış , dağ tepe dolaştık. Sonra birlikte geziler düzenlemeye başladık. Ben Haycar derneğinin yönetimine girmiştim, tabi Baron Seropyan’sız bir Anadolu düşünemezdim. 5 yıl boyunca birlikte rotalar çizdik haritalar hazırladık notlar çıkardık taktık peşimize onlarca gezentiyi yollara düştük. Bilinmezliğe tırmandık çoğu zaman. Çünkü gittiğimiz yerde ne bulacağımızı bilmiyorduk. Ben “Haydi Baron” dediğimde hep hazırdı Baron Seropyan hiç üşenmezdi, sanki yaşıtıık hatta bazen o benden de gençti. Peşimize takılanlar da en az bizim kadar deliydi belli ki… Erzincan’da yerinde durup durmadığını bilmediğimiz Abrank manastırını görmek için tırmanırken karşımıza çıkan haçkarları görünce sıkıca sarılmıştı bana, o an yaşadığı mutluluğu anlamak için orada olmalıydınız. Bazen kamyon damperlerinde gezdik Anadolu’yu bazen minibüslerle. Ağaç altlarında dinlenirdi ara ara, cebinden çıkarttığı purosunu tüttürür, “Burada da karışmayacaksın heralde tütünüme” der, “Sen de iç bir tane” diye ikram ederdi”. Çünkü Agosta içtiği sigaralar yüzünden çok atışırdık Baron Seropyan’la. Ya pipo içerdi ya da puro. O küçücük oda duman altında kalınca kaçardım odasından. Yolculuklardan hep o çok sevdiği karısı Manişak tantiğe hediyesiz dönmezdi, birlikte alırdık hep hediyelerini Van’dan, Kars’tan, Sivas’tan… Anadolu’nun neresine giderse gitsin hep aklındaydı sevgilisi, o da Seropyan’ı bana emanet ederdi. Yediklerine dikkat edip ilaçlarını hatırlatmak farzdı benim için. Ama itiraf etmek gerekir ki yemeklerine dikkat etmezdim çünkü hep her yerde en güzel yemeği o bulurdu. Ne yerse ben de aynısını ısmarlardım…
Pek çok kişi için anlamsız gelecek taş parçalarını görmek için yaşıyordu Baron Seropyan. Zaten 70’li yıllardan beri geziyordu ama tekrar tekrar gezmek için de hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. O kadar çok şey öğrendim ki ondan… Bir kitabe görür görmez taşı suyla temizler okumaya başlardı. Anadolu’nun her köşesinde dostları vardı, bu yaz Adıyaman’a gidecektik, son konuşmamızda “Baron biletleri aldım yolculuk var toparlamanız gerek kendinizi” dediğimde gülmüştü. Çok fazla konuşamıyor, tanımıyor herkesi dediklerinde Baron’un kafasının dağınıklığına vermiştim. Bilemedim kanserin bu denli esir aldığını Baronumu.
Bugün artık toprakla bir olacak Baron Seropyan, tıpkı sevdiğim tüm baronlarım Baron Hrant, Baron Gobelyan, Baron Ayvaz, Sarkis Varbet gibi.
Eksikliğini çok hissedeceğim Baron Seropyan keşke herşey sadece bir rüya olsa.