İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (Human Rights Watch) kıdemli araştırmacısı Emma Sinclair-Webb, Davutoğlu'nun 'İç Güvenlik Paketi'nin AB standartlarında hazırlandığı' açıklamasına cevap veriyor: “Türkiye'nin, polise bir dizi yeni ve kontrolsuz yetki vererek, Avrupa Konseyi'ni, sayısız AİHM kararında tespit edilen sistematik hak ihlallerini ciddiyetle ele aldığı konusunda ikna etmesi pek de mümkün görünmüyor.“
TBMM Genel Kurulu'nda ele alınacak olan iç güvenlik paketi Türkiye'de ana muhalefet ve insan hakları savunucularının yoğun tepkisine hedef olurken, Türkiye dışından da kaygılar dile getirildi. Ancak hükümet, düzenlemelerin Avrupa ülkelerindeki uygulamalar da dikkate alınarak hazırlandığını söylüyor.
Ekim ayında yaptığı konuşmada bazı Avrupa ülkelerinin gözaltı sürelerini sıralayan Davutoğlu, polise geniş yetkiler verdiği için eleştirilen paketi “Konuşa konuşa AB standartlarında iç güvenlik paketleri hazırladık” diyerek savundu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 10 Şubat'ta Meclis'te yapılan grup toplantısındaki konuşmasında "iç güvenlik paketinde tek bir madde gösterin ki AB standartlarında olmasın" açıklamasına İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (Human Rights Watch) kıdemli araştırmacısı Emma Sinclair-Webb’den cevap geldi. Davutoğlu’nun iddiasına yönelik, 14 Şubat’ta T24’te yayımlanmış kendi yazısını twitter’dan “İç güvenlik paketinde tek bir madde gösterin ki AB standartlarında olmasın diyen @Ahmet_Davutoglu 'na cevap” notuyla paylaştı.
İç güvenlik paketinde tek bir madde gösterin ki AB standartlarında olmasın diyen @Ahmet_Davutoglu 'na cevap @efkanala http://t.co/jEM77s7kwl
— Emma Sinclair-Webb (@esinclairwebb) February 17, 2015
Hürriyet Daily News’te yayımlanan, T24 tarafından Türkçe’ye çevrilen yazıda Webb, polise verilmesi düşünülen yeni yetkilerin, Türkiye vatandaşlarının devlet kaynaklı hak ihlallerine maruz kalma riskini artırabilecek nitelikte olduğunu belirtiyor.
Türkiye’deki hak örgütlerinin ve partilerin tepkilerinin yanı sıra, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de paketle ilgili kaygılarını belirttiğini vurgulayan Webb, ülkelerin yasalarında bulunan bazı unsurları cımbızlayarak aldığını, bir yandan da siyasi otoritelerin ve mahkemelerin kötü sicili hakkında düşünce belirtilmediği vurgulanıyor:
“İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün AB üyesi önemli bir ülkenin bir diplomatından öğrendiğine göre, Türkiye'nin İç İşleri Bakanlığı geçtiğimiz Kasım ayında kendi ülkelerinde polise tanınan yetkileri sormuş ve AB'den gelebilecek eleştirilerin önünü kesmek amacıyla onların yasalarında bulunan bazı unsurları cımbızlayarak almış. Örneğin, İngiliz polisinin insanları kendi inisiyatifi ile gözaltına alma yetkisi gerçekten de var ve Alman yasaları göstericilerin kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini örtmelerini bir suç olarak tanımlıyor ki Türkiye'nin yeni tasarısı bu iki unsura da yer veriyor.”
Ancak, AB üyesi ülkelerin her birinde polise verilen münferit yetkilerin cımbızlanması yoluyla bir kıyaslama yapılması, bilinçli bir yanıltma kastı taşıyor. Amaç ağaçları göstererek, ormanı görmezden geleceğinizi ummak. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın değinmekten kaçındığı konu, Türkiye'de kamu düzenini korumak için yürütülen polis faaliyetlerinin bugünkü durumu. Barışçı gösterilerin polisler tarafından şiddetle ve hukuksuz olarak dağıtıldığı, şiddet eylemlerine karışmamış barışçı göstericilerin gözaltına alındığı ve yargılandığı sayısız vaka hakkında düşünce belirtmiyorlar. Türkiye'de, yerleşikleşmiş görev suistimalleri, kötü muamele ve işkence nedeniyle, bir kaç istisna dışında polislerden yıllardır hesap sormayan siyasi otoritelerin ve mahkemelerin kötü sicili hakkında düşünce belirtmiyorlar.
Webb’in ayrıca, AİHM’in 2006'dan bu yana, Türkiye'yi, toplanma özgürlüğünü ihlal ettiği ve işkence ve kötü muamele faillerini cezasız bıraktığı için 45 kadar davada suçlu bulduğunu hatırlatıyor:
“Türkiye'nin, polise bir dizi yeni ve kontrolsuz yetki vererek, Avrupa Konseyini, sayısız AİHM kararında tespit edilen sistematik hak ihlallerini ciddiyetle ele aldığı konusunda ikna etmesi pek de mümkün görünmüyor.“
“Bu gerçek bağlam göz önüne alındığında, Türkiye'de polise verilen ateşli silah kullanma yetkisinin artırılmasının daha çok sayıda vatandaşın ölümü anlamına geleceği, kuvvetli bir ihtimal değilse bile önemli bir risktir. Geçmişteki uygulamalar, haksız güç kullanımından kaynaklanacak bu tür ölümlerin büyük ölçüde cezasız kalabileceğine de işaret ediyor. Dahası, Türkiye'de geçmişte gözlemlenmiş uygulamalar düşünüldüğünde, polise, yargı erkinin onayı olmaksızın, kendi insiyatifi ile kitlesel gözaltılar yapma yetkisinin verilmesi, gözaltında kötü muamele vakalarının ve hatta insanların keyfi olarak gözaltına alındığı ve kimseyle görüştürülmediği veya gözaltında kaybedildiği vakaların artması ve sıradanlaşması anlamına da gelebilir. Hükümetin kendisinden farklı düşünenlere geçmişte göstermiş olduğu tahammülsüzlük düşünüldüğünde bu son derece sevimsiz bir ihtimaldir. Ve Türkiye'yi polis tarafından yapılan hak ihlallerinin sıradanlaştığı, eski kötü günlere geri döndürme riskini taşır.”