Eren Keskin: Türkiye bir suç silsilesi üzerine kurulu

Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi uzun süre sessizliğini koruduktan sonra Eren Keskin davası ile tekrar gündeme geldi. Keskin’le hakkında açılan davayı ve ifade özgürlüğünün çarptığı duvarları konuştuk.

10 yıl sonra, 301. madde sizin için yine gündeme geldi, bu sefer cezanız neden para cezasını çevrilmiyor?

2005 yılında Uğur Kaymaz’ın Kürdistan’da babası ile katledilişinin ardından Çerkezköy’deki bir konferansta yaptığım konuşma nedeniyle oldu bunlar. Aynı şeyleri daha önce de söylemiştim, hala da devam ediyorum. 12 yaşındaki bir çocuğun öldürülmesinin yeni bir şiddet olmadığı, Türkiye’nin büyük bir suç silsilesi üzerine kurulduğundan bahsetmiştim. “1915 Ermeni Soykırımı’ndan başlayarak bugüne kadar devletin kirli bir tarihi var, bununla yüzleşmek gerekir. Yüzleşmedikçe yeni suçlar gelecektir.” dedim ve dava açıldı. Daha önce de vardı davalar, bu sefer Adalet Bakanlığı’nın Sadullah Ergin’in  izniyle yapıldı ve ceza verildi. Artık bu tip cezalar ya para cezasına çevriliyor ya da hükmün açıklanması geciktiriliyor; ama benim sabıkalı olduğum ve suç taşıma eğilimim olduğu gerekçesiyle para cezasına çevrilmedi. 

Devletin ‘düşünce suçu’ dediği ‘suç’, büyük bir sabıka mı? 

Sabıkalı olan devlet aslında, kendi suçlarının tartışılmasını istemediğinden insanlara sabıkalı damgası vuruyor. Katiller, soyguncular aklanırken, insan haklarını savunmak bunlardan daha daha büyük bir suç olabiliyor. Temyize gittik, şimdi Yargıtay’dan cevabı bekliyoruz. Bizim, insan hakları savunucularının, 1990’lı yıllarda söylediklerini, bugün artık herkes söylüyor. Biz o zaman yargılanıyorduk ama demek ki söylediklerimiz doğruymuş. Bu devletin kırmızı çizgileri var, bunların başında da Ermeni Soykırımı geliyor. Kürt meselesi, Kıbrıs’daki askeri işgal, antidemokratik laiklik, bu gibi konularda devlet kimsenin söz söylemesini istemiyor. Daha kötüsü İslamcılar ile Kemalistler arasında da bu konuda hiçbir fark yok. Bunu en iyi Doğu Perinçek davasında gördük; yan yana geldiler, tek yumruk oldular.  Bu yerleşik bakış açısı nedeniyle biz sabıkalı sayılıyoruz, oysa insanlık nezdinde sabıkalı olan devletin kendisi.

Siz yargılandığınız konuşmayı yaptığınızda yıl 2005’ti,  AKP’nin ilk yıllarıydı. Aradan 10 sene geçti, ifade özgürlüğü ve demokratikleşme konularında nereye geldi Türkiye? 

Tabii ki toplumsal mücadele, uluslararası ilişkiler, Avrupa Birliği ve sosyal medya sayesinde bir şeyler değişiyor. Hiç değişmedi dersek yalan olur. 10 yıl önce Ermeni Soykırımını hiç kimse  konuşamıyordu ama yavaş yavaş konuşulur hale geldi, aynısı Kürt meselesinde de geçerli ama ödenen bedellere baktığımızda, alınan yol çok az. Ben burada sadece devleti de suçlamıyorum. Devlet zaten kirli ve suçlu bir devlet ama devletin totaliter yapısı ile alakalı olarak son derece içselleştirilmiş resmi bir ideoloji var. Bugün Türkiye’de, sağ da sol da İttihatçı bir anlayıştan besleniyor, bunu aşabilen insan sayısı çok az. Herkes kendini sorgulamalı. İnsan hakları hareketi içinde olanlar dahi kendilerini  sorgulamalı. Solcular, sosyalistler, liberaller herkes kendine “Ben devletten ne talep ediyorum?” diye sormalı. Talep yok, ya da çok az, bu yüzden devlet değişmemeye direniyor.  

Devletin kendisine ters düşeni susturmaya çalıştığı bir  cezalandırma mekanizması var. Bunun en basit örneklerinden biri  olan 301’i  değiştirmek için ‘talep’ yeterli olacak mı?

Talep tabii ki etkiyecek ama ben burada uluslararası ilişkilerin de son derece önemli olacağına inanıyorum. Bir örnek vereyim, AİHM bugüne kadar Türkiye’yi cezalandırırken bir kez bile 14. maddeden, ayrımcılıktan cezalandırmadı. Perinçek davasında da gördük bunu. “Soykırım olmamıştır” demeyi, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyorlar. Bu bakış açısının, felaketin mağdurlarını bugün hala nasıl felakete sürüklediğini, içerideki ırkçılığın bundan nasıl beslendiğini ve güçlendiğini hiç hesaba katmıyorlar. İnsan hakları açısından bu kararın bozulması gerekiyor. AİHM’in atabileceği adımlar etkili olur; AB ülkeleri demokratikleşme için baskı uygulayabilir ama yapmıyorlar. Evet talep önemli fakat dış baskılar da önemli. Türkiye’de kalıplaşmış bir yapı var, kırmak çok zor ama bir yerinden başlamak ve kırmak gerekiyor. Bu başladı, önemli olan devamının gelmesi. 

Hedef göstermeye uzanan yol: 301

Hrant Dink 301. maddeden aldığı cezayla açık hedef haline getirilmiş, karar cinayete giden yolun başlangıcı olmuştu. AİHM, daha sonra verdiği kararla, Dink'i 301'den cezalandıran Türkiye'yi mahkum etmiş, bu yasayla dava açılmasını dahi ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve can güvenliğinin ihlali olarak yorumlamıştı.

Geçen yıllarda Orhan Pamuk, Hasan Cemal, Murat Belge, İlhan Selçuk, İsmet Berkan, Haluk Şahin, Elif Şafak, Mustafa Balbay, Ahmet Şık gibi isimler 301. maddeden yargılanmış ve beraat etmişlerdi. Dink cinayetinden sonra 301. maddeden soruşturma başlatma yetkisi Adalet Bakanlığı'na verilmiş ama bu adım da ifade özgürlüğü açısından yeterli bir güvence olmamıştı.

Avukat ve insan hakları savunucusu Eren Keskin 2006 yılında Danıştay saldırısıyla askerin ilişkisi bulunduğuna dair demecinde yer alan sözlerinden dolayı  301. maddeden açılan davada hapis cezası almış, ceza adli para cezasına çevrilmişti 

Keskin bu kez, 2005’te Çerkezköy’de bir panelde sarf ettiği sözler sebebiyle 301 ile karşı karşıya. Mahkeme cezanın ertelenmesi veya para çevrilmesi yoluna gitmiyor. 301. maddeden uzun bir zaman sonra mahkûm edilen ilk kişi olan Keskin, cezası Yargıtay’da onandığı takdirde cezaevine girecek.

Kategoriler

Güncel İnsan Hakları



Yazar Hakkında