Ermenice el yazma kitaplar Amed’i anlatıyor

17. yüzyıl’da Amed, yani Diyarbakır, Ermenice elyazma kitapları ile ünlüydü. Hatta bir “Amed Okulu”ndan bile bahsedebiliyoruz. Ve bu kitaplar, Diyarbakır’ın o dönemki tarihi hakkında bize çok şeyler söylüyor. Arkadaşımız Vahakn Keşişyan, işte bu çok kıymetli el yazmaları hakkında araştırmalar yapan Anuş Sargsyan’la konuştu. Yerevan’daki Mesrop Maşdots Madenataran’daki el yazmaları arşivinde çalışan Anuş, bize el yazmalar biliminin içinden 17. yüzyılın Diyarbakırı’nı, Amed’i anlatıyor. Sözü Anuş’a bırakıyoruz.

“El yazmaları, Orta Çağ’da yapılan kitaplardır ve özel geleneklere sahip olan okullarda ve yazma evlerinde üretilirdi. El yazması kitaplar, değişik amaçlar için üretilse de, genellikle kiliselerde kullanılırdı. Kiliselerdeki rahipler, güzel el yazması kitaplara sahip olmak isterlerdi, çünkü bu bir tür şerefe sahip olmak anlamına gelirdi. El yazmaları, kiliselere hediye vermek ya da bir hatıra bırakmak için de sipariş edilirdi. Örneğin Kudüs’e hacca gitme sırasında en onur verici hediye, bir el yazması olurdu genellikle. 

Bir el yazması kitap meydana getirmek, maliyetli bir zanaattı. Dereler, renkler ve minyatürlerde kullanılan altın, bir el yazması siparişini herkesin yapamayacağı anlamına geliyordu. Bu sebeple, genellikle kiliselerde ve manastırlarda yürütülürdü bu çalışma. Ama Halep ve Amed şehirleri, bu konuda özel bir konuma sahiptiler. Şehir içindeki kiliselere bağlı özel “yazar evleri” olarak adlandırılan mekânlarda çalışılırdı. Bunun için de el yazmaları, kendine özgü geleneğe uygun bir biçimde yazılıp çizilirdi. Amed’de yapılan el yazmalarında kullanılan renk, tarz ve karakter, diğer yerlerde yapılmış el yazmalarından kolayca ayırt edilebilirdi.

Anuş Sarkisyan

Bir el yazmasını hazırlamak, altı aydan bir yıla kadar, hatta çok daha uzun da sürebilirdi. Mesela Kudüs’teki Aziz Hagop Manastırı’na hediye olarak sipariş verilen İncil’in yapılması tam on yıl sürmüş, 1622’den 1632’ye kadar.

Amed Okulu 16. yüzyılın sonlarında şekillenmiş, 17. yüzyılında altın çağını yaşamış ve 18. yüzyılına kadar devamlılığını sürdürmüş. Şimdiye kadar keşfedilmiş Amed Okulu’na ait 100’den fazla el yazması sayabiliriz.

 “Amed bir kavşak noktasıydı..”

El yazmaları, geleneksel olarak kolofonlarla (colophons) ekli olurlar. Bu bölümlerde, el yazmasının yazım hikâyesi anlatılır; yazarın ne zaman yazmış, ne zaman bitirmiş olduğu tarihler hatırlanır, mekânlar, kim için yazılmış olduğu, kimin tarafından sipariş edildiği ve yazım zamanında geçen önemli tarihi olaylar belirtilir. Kolofonlar, böylece çok önemli tarih kaynakları hâline gelir. Bu kaynaklardan yararlanarak tüm bir çağa açılabiliriz. Kolofonlarda siyasi ve ekonomik durumlar anlatıldığı için, Amed’de yazılan el yazmalarını araştırdığımızda, aynı zamanda Amed’in tarihini de araştırmış oluruz. Mesela, 1624’te Amed tehlikede olduğu için, mezar taşlarını kullanarak surların güçlendirildiğini öğrenebiliriz.

 Amed Okulu, 16. yüzyılın sonlarında şekillenmiş, 17. yüzyılında altın çağını yaşamış ve 18. yüzyıla kadar devamlılığını sürdürmüştür. Son dönemlerde basılı kitapların yayılmasıyla birlikte el yazmaları rollerini kaybetmeye başlamış, ama geleneğe bağlı kalmak isteyenler Amed Okulu’nu bir süre daha devam ettirmişler. Tabii ki basılı kitapları da toplamışlar, ama el yazmaları değerini hiçbir zaman kaybetmemiş. Şimdiye kadar keşfedilmiş Amed Okulu’na ait 100’den fazla el yazmasını sayabiliriz.

Birçok el yazması merkezi olmuş tarihte. Onlar arasında Amed’i eşsiz kılan birçok özelliği var. Amed’deki gelenek, geç Orta Çağ’da gelişmiş ve Batı’dan etkilenmiştir. İstanbul ve Amed arasındaki güçlü kültürel bağın simgesi olarak görebiliriz bu el yazmalarını. Diğer taraftan, İran’a yakın olduğu için, Culfa Okulu’yla da bağları olmuş ve kültürel ilişkiler oldukça gelişmiştir. Böylece Amed Okulu, ikisinin arasında bir sentez yaratmıştır. Burada, sadece el yazmaları üretilmemiş, aynı zamanda diğer okullarda hazırlanan el yazmalarını onarmak ve ciltlemek için de çalışılmış, bu sebeple başka yerlerden gelen birçok el yazmasını görüp inceleme fırsatları olmuş.

Tüm kolofonlarda Amed, Mezopotamya Ermenilerinin başkenti olarak anılır, Piskoposluk oraya yerleşmiştir ve kavşaklar noktası olmuştur. İstanbul’dan Doğu’ya gitmek için Amed’den geçilirdi, hatta Halep’e, yani güneye ve Kudüs’e gitmek için yine Amed’den geçilirdi. Van, Eçmiyadzin, yani Tüm Ermenilerin Katolikosluğu yolu da Amed’den geçerdi. Bu yollarda Amed’den hediyeler alındığı için, el yazmalarına talep artmıştı. Mesela Eçmiadzin Katolikosu Pilibbos (1632-1655) Kudüs’e giderken, Amed’den geçmiş ve birlikte getirdiği İncil’i tamir ve minyatürleri yeniletmek için Amed Okulu’na teslim etmişti. Bu el yazması, şimdi Yerevan’daki Madenatar’ın arşivinde.

Amed Okulu’nun gelişmesinde büyük rol oynayan, elbette yazarlardır. Bu yazarlar arasında Hovannes Şidag, Ğugas Geğetsi, Srabyon Urhayetsi (ki sonra Katolikos olmuş), Parseğ Ardzruni (ki kırk yıl boyunca Amed Başpiskoposu olmuş) gibi çok önemli isimler vardır. Amed Okulu’nun gelişmesinde, kiliseyi koruyan ve maliyetleri karşılayan Ermeni tüccarların da büyük rolü olmuş.

Topkapı Müzesi’ndeki Amed El yazması

Amed’de yazılan yüzden fazla el yazmasından sadece 40’ı bugün Madenataran arşivinde yer alıyor. Gerisi, dünyadaki değişik arşivlere ve müzelere dağılmış durumda: İrlanda’daki Chester Beatty Kütüphanesi’nde, British Museum’da, Venedik’teki ve Viyana’daki Mıhitaryanlar arşivinde, Kudüs’te, Petersburg’da, Halep’te, Berlin’de ve Vatikan’ın kütüphanelerinde… Bir el yazması da İstanbul Topkapı Müzesi’nde bulunuyor. 1625’te hazırlanan bu el yazmasının, Hovannes Şirag tarafından yazılmış ve çizilmiş olduğu tahmin ediliyor. Eğer Hovannes Şirag’a ait olduğu tespit edilirse, hayatında yazmış olduğu 25 eserden sonuncusu olacak. Üzerinde yalnızca “Hovannes” yazdığı için, bu eserle ilgili tartışmalar devam ediyor. Derin minyatür ve tarz incelemesinden geçmesi gerekiyor ki, Amed Okulu’na ait olup olmadığına karar verilebilsin.

Topkapı Müzesi’nde başka birçok Ermeni el yazmaları da var. Ünlü araştırmacı Sirarpi Der Nersisyan, bunları listelemiş zamanında. El yazmalarından birisinin Hovannes Şirag’a ait olduğunu, Hamazasp Voskyan’ın 1967’de hazırladığı listelerden biliyoruz. Aynı listede başka bir Amed Okulu el yazmasının bulunduğu yazsa da başka bir bilgi verilmemiş.

Eminim, Türkiye’nin değişik yerlerinde daha birçok Ermeni el yazması var; belki başka Amed el yazmaları da vardır. Çünkü sonuçta, insanlar bu kitapların değerini biliyorlar ve yok etmektense, saklayıp korumuşlar. Dünyanın birçok yerine ulaşan Anadolu ve Kilikya’da yazılan bu el yazmalarının çoğu, bu insanlar tarafından korunmuş ve bir gün satılmış. Hikâyelerini bildiğimiz birçok el yazmasının İstanbul’dan geçtiğini de biliyoruz mesela... Ya orada gerçekleşen açık arttırmalarla ya da gizli satışlarla Avrupa’ya ulaşmışlar.

Bu kurtarılan el yazmaları hakkında ünlü bir hikâye var. Amed’e yakın Çermug’da (Çermik) 1921’de 50 kuruşa satın alınan bir el yazmasının hikâyesi. Amed’e bağlı olan Çüngüş Kilisesi’nde yazılmış bu İncil, bugün Kudüs’te bulunuyor. Karşılaştırmak istersek, tam da o günlerde ünlü Danimarkalı Karen Jeppe, Suriye çöllerinden Ermeni yetimleri topluyordu ve bir yetime karşı 1 kuruş ödeme yapıyordu. Yani Amed Okulu’na ait bu el yazması, 50 yetimi kurtarma pahasına kurtulmuştur.

Amed Okulu’nu benzersiz kılan özellikler

Amed Okulu tarihinin çok boyutlu incelenmesi, 17. yüzyılda bölgedeki Ermenilerin ve genel olarak bölgenin ve şehrin tarihini aydınlatacaktır. 17. yüzyıla dair çok kaynağımız yok, Amed Okulu önemli kaynaktır bu anlamda. Minyatürler ve kolofonlar sayesinde, söz konusu okulun var olduğu zamana dair yorumlara ulaşmak mümkün. Amed Okulu’na bağlı bir sürü aydının da hayatı hakkında da bilgi edinebiliyoruz; bu aydınlardan Amedli Minas’ı özel olarak hatırlamak gerekiyor.

Amed Okulu, birçok yenilik getirmiştir el yazmaları dünyasına. Bunlardan biri, 1601 yılında hazırlanan Hamarod Asdvadzaşunç (Özlü İncil) olarak bilinen el yazmasıdır. Soyağacı resimleriyle şekillendirilen el yazması, paralel tarihler olarak İncil hikâyelerinden oluşmakta ve tüm el yazmalardan değişik biçimde, yandan değil de üstten açılır. Amed’de çalışıldığı zaman, bu eserin bir tercüme olduğunu bilmiyorlardı, çünkü 1367-77 yılları arasında ilk kez Ermeniceye çevrilen orijinalin üstünden kopyalarak yeniliyorlardı. Şimdi biliyoruz ki, bu çok ünlü 12. yüzyıla ait Poitierli Pierre’in (Pierre de Poitiers, 1130 yılında Fransa’nın Poitier şehrinde doğmuş ünlü din adamı) ‘Compendium historiae in genealogia Christi’ adlı eseridir. Demek ki, bu eski eser, 4 yüzyıl sonra Amed’de yenilenmiş ve ilahiyatçılar arasında yeniden yayılmış. Yayıldı diyoruz, çünkü Amed’in versiyonundan başka yerlerde 15 el yazmasının kopyalandığını, böylece bir el yazmaları grubu oluştuğunu biliyoruz.

Amed Okulunun bir önemi de Ermeni yazarların Ermeniceden başka dillerle de yazmış ve el yazmaları hazırlamış olmaları. Bu da Ameddeki çokkültürlülük hakkında ipuçları vermekte.

Bir başka özellik de, Amed Okulu’nun bir ağ üzerinde kurulmuş olması. Amed’in merkezine bağlı birçok yerde de el yazması atölyeleri oluşmuştur. Bunlardan en önemlileri Çüngüş ve Muş’taki Aziz Garabet Manastırı’dır. Muş’ta hazırlanan bir el yazmasının Amed’e ulaşmasının çok ünlü bir hikâyesi var. Muş’taki Aziz Garabet, şehirden uzak olduğu için, saldırılara uğrardı ve rahipler el yazmalarını yerin altına gömerlerdi. Sonra durum düzelince, yere gömülen el yazmalarını yeniden çıkarırlardı. Bu sırada birçok el yazması yıpranırdı. Bunların arasından bir tanesi, 13. yüzyıla ait Hetum’un İncili, 1574 tarihinde onarım için merkeze, Amed’e getirilmiş. El yazmasının kolofunundan öğreniyoruz ki, onarımcı hastalanıyor ve hastalığın el yazmasından kaynaklandığını sanıp, işi bırakıyor. Sonra, Amed Başpiskoposu Parseğ, onarımcıya fazla ödeme yaparak işini tamamlaması için ikna ediyor ve sonunda Hetum İncili, tekrar Aziz Garabet’e dönüyor. Bu el yazması, 1915 tehciri sırasında kurtulan ve elden ele Eçmiadzin’e getirilen el yazmaları arasında yer alıyor. Bugün ise, Madenatar’ın arşivindedir.

Amed Okulu’nun bir önemi de, Ermeni yazarların Ermenice dışındaki dillerde de yazmış ve el yazmaları hazırlamış olmaları. Bu da Amed’in çokkültürlü yapısı hakkında ipucu veriyor. Kolofonlardan birinde, başyazarın hayatını kaybeden bir çalışanı hakkında söylediği sözlerden biliyoruz k, bu çalışan Osmanlıca, Arapça ve Farsça çok iyi yazan biriydi. Bu bizim için çok önemli bir tarihi referans. Tabii ki, bu konuyu daha iyi anlamak için, çok daha derin araştırmalara ve karşılaştırmalara ihtiyacımız var. Mesela, bizim için Süryanice el yazmalarına ulaşmak daha kolay; bu da gösteriyor ki, Amed’deki Süryani Okulu da çok gelişmiş, ama Ermeniceyle karşılaştırınca birbirinden çok farklı olduğunu söyleyebiliriz. Ermenilerin Süryanice el yazmaları üzerinde çalıştıklarını sanmıyoruz. Tahminen, yazarlar maddi gelir için başka diller üzerinde çalışmışlar; sonuçta Yakın Doğu’dan ve Mezopotamya’dan bahsediyoruz ve diller ne kadar farklı olmuş olsa da, birbirinden etkilenen kültürler söz konusu.

Amed’de yazılan yüzden fazla el yazmasından sadece 40’ı bugün Madenataran arşivinde yer alıyor.

 Bir çağın tanıkları...

El yazmaları bilimi, kendine özgü bir tarihçilik dalıdır. Mesela Ermenistan’da artık çeşitli araştırma bursları var, araştırma için seyahat bursları ya da başka türlü destekler veriliyor. Ama mesela bizim için bir müzeden, bir el yazmasının sayfasının kopyasını almak bile çok zor. Sanki el yazması tarihçileri, herhangi bir kategoriye yerleştirilemiyorlar. Bu nedenle, mesela Amed Okulu’nu araştırırken, 10’dan fazla yere, dünyanın dört yanına yayılmış el yazmalarına ulaşmak çok zor. Chester Beatty’deki Amed el yazmasını incelemek için Kalust Gülbenkyan Araştırma Fonu’ndan yararlanma şansım oldu; orada araştırdığım iki el yazmasından o kadar çok bilgi edindim ki, Amed Okulu hakkında tahayyüllerim tümüyle değişti.

Binlerce el yazmasının kaybolmasına, tahrip ve imha edilmesine rağmen geride kalan miras, yok olan bir uygarlığın tanıkları olarak bize ulaşmaktalar.

Karekin Srvantsdyants’ın 1870’lerde Anadolu’yu gezerek, el yazmalarını listelemesi sayesinde biliyoruz ki, Amed’de o zaman 92 el yazması bulunuyordu. Bu listenin yalnızca 15’i bize ulaşmış, diğerleri soykırım zamanında kaybolan kültürün bir parçası.

Biz Amed Okulu’nu araştırırken, bu kaybolan kültürün küçük bir gerçeğini yeniden canlandırarak, tamamen kaybolmasını engellemeye çalışıyoruz. Bugün Surp Sarkis Kilisesi var olmasa da, umutlanarak Surp Giragos Kilisesi’ne bakıyoruz. Eğer, Surp Giragos Kilisesi, Amed’de var olan Ermeni yaşamının önemli bir tanığıysa, diğer önemli tanıklar; Amed’de yazılıp çizilen, hazırlanan bugüne kadar elimize ulaşan bu el yazmalarıdır. Biz 400 yıl sonra, onlar sayesinde, o çağı anlamaya çalışıyoruz.”

Kategoriler

Dosya Orta Sayfa



Yazar Hakkında

Vahakn Keşişyan